Ana SayfaYazarlarBarış diye AKP düşmanlığına çağrı

Barış diye AKP düşmanlığına çağrı

Aralarında emekli Büyükelçi, eski milletvekili, akademisyen ve yazarın bulunduğu “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları “ dün (3 Ağustos) “Yeter, analar ağlamasın” başlıklı bir bildiri yayımladı. Türkiye’de ilk defa, eksiklerine karşın, Birleşik Krallık ve İspanya gibi demokratik ülkelerdeki örneklerinden esinlenen bir çözüm sürecini başlatma cesaretini göstermiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a husumeti barışın önüne koyma mantıksızlığına dayandığı için bu bildiriyi imzalamadım.

Bildiri, “hiç bir demokratik ülkede, (…) bir örgütle silahlı mücadeleyi sona erdirmek ya da yeniden başlatmak, bir hükumetin ya da kişinin siyasal gelecek hesaplarını temel alamaz” gibi aslında özü de doğru olmayan bir cümleyle başlıyor. Öncelikle demokratik ülkelerde normal örgütlerle değil, “terör örgütleri” ile silahlı mücadele yapılabileceğinin altını çizmek gerekir. Bu konu ikinci cümlede belirtildiği gibi, “milletin tümünü ilgilendiren, milli ve hayati” bir nitelik taşıyor olsa da, aynı cümlede ileri sürüldüğünün aksine, “ kişileri, partileri, siyasal hesap ve beklentileri” aşmıyor. Eğer böyle olsaydı, AKP ile CHP ve MHP’nin bu konudaki politikaları aynı olur, iki muhalefet partisi açılım ve çözüm politikaları nedeniyle ortalığı ayağa kaldırmazdı.

Bildirinin 2. paragrafı, barış ve çözümle hiç ilgisi olmayan Erdoğan karşıtlığı üzerine inşa edilmiş.  Paragrafın ilk cümlesinde “bugün, siyasi süreçler geriye doğru okunduğunda (…) Çözüm Süreci’nin, başlamasının da sonlandırılmasının da yegâne sebep ve dayanağının, iktidar partisini vesayeti altına almış bir kişinin şahsi hesap ve hevesleri olduğu anlaşılıyor” deniliyor. Ben siyasi süreçleri geriye doğru okunduğumda iki nedenle bu sonuca varmıyorum. Bir kere, Çözüm Süreci’ne daha Habur’dan bu yana CHP ve MHP’nin de içinde bulunduğu çok ciddi bir muhalefetin olduğunu hatırlıyorum.  Ayrıca Öcalan’ın 2013 Nevroz mesajı okunduktan sonra Erdoğan husumetini başlatan medyanın bunun Çözüm Süreci’ni tehlikeye düşüreceğini çok iyi hesaplamış olduğunu biliyorum.

Bu paragraftaki sonuca varmamamın ikinci nedeni, terör örgütünün salt devrimci halk savaşı ilan etmesiyle Çözüm Süreci’nin sona ermeyeceği gerçeği. Geçen yazımda belirttiğim gibi, bu süreçler, İspanya’da defalarca meydana gelmiş, Kolombiya’da da halen görülmekte olduğu gibi, terör örgütlerinin saldırıları ve devletin buna aynen karşılık vermesi nedeniyle kesintiye uğrayabiliyor. O bakımdan 3. paragrafta varılan sonuca da katılmıyorum: “dün, çatışmasız bir Türkiye’nin kendisine daha büyük güç ve iktidar getireceğini düşünen kişi, analar ağlamasın diyerek bütün toplumdan destek isterken, bugün, çatışma ortamının azalan gücünü geri getireceği hesabını yapıyor ve (…)  anaların gözyaşı ile ilgilenmiyor.”

AK Parti Çözüm Süreci’nin ortadan kalktığını, bu politikadan vaz geçtiğini açıklamadan, sürecin bittiğini söylemeden, böyle bir çıkarımda bulunmak rasyonel değil.  Benim kişisel kanım, AKP’nin bu politikadan vaz geçmeyeceği ve MHP ile arasında lehine olan bu farkı görmezden gelmeyeceği yönünde.

Kaldı ki bugünkü çatışma ortamının sorumlusu sürecin bittiğini söyleyen, terör eylemlerine başlayan ve devrimci halk savaşı çağrısında bulunan PKK olduğuna göre, AKP hükümetini bundan sorumlu tutmak mantıklı değil. Geçen yazımda altını çizdiğim gibi, terörle demokratik mücadele politikası özünde havuç ve sopa stratejisini içeriyor. O bakımdan silahları susturma çağrısı öncelikle terör örgütüne yapılmak durumunda. 

4. paragrafa gelince, bildirinin en mantıklı cümlelerini içeriyor. “Bugünün Türkiye’si, barışı ve çatışmasızlığı dünden çok daha fazla gerekli kılan koşullarla karşı karşıya; Ortadoğu’daki yangın, içeride barışa ve çatışmasızlığa olan ihtiyacımızı hiç olmadığı kadar ivedi ve öncelikli hale getirmiştir” cümlelerine katılmamak elde değil.  Paragrafın sonundaki “ bu yangının sürmesi ve içeriye de yansıması Türkiye’yi gelecek yıllarda içinden çıkılması zor, giderek çözümü olanaksız yeni sorunlarla yüz yüze bırakacaktır “ cümlesinde itirazım “bırakacaktır” ifadesine; bunu “bırakabilecektir” olarak yumuşatmak gerekiyor.

Bildirinin 5. paragrafı, barışı değil AK Parti karşıtlığını öncelediğinden olsa gerek, hükümete “suça yönelinmesi ortamını yaratmamak suretiyle terör eylemlerini işlevsiz, anlamsız kılmak” gibi tuhaf bir görev yüklüyor. Tırnak içindeki ifadeden, terör eylemlerinden, yapanların değil, bu eylemleri “işlevsiz ve anlamsız” kılmadığı için hükümetin sorumlu tutulması gerektiği gibi bir sonucun çıkarılması mümkün. Cümle aynen şöyle diyor: “ülkeyi yönetenlerin birinci görevi, yurttaşları ezmemek, silaha ve suça yönelinmesi ortamını yaratmamak suretiyle terör eylemlerini işlevsiz, anlamsız kılmak ve buna karşın hala yapılıyorsa bu eylemlerin faillerini yakalamaktır”.

Söz konusu cümleden terörün mazur görüldüğü anlamının çıkarılabileceği fark edilmiş olmalı ki bir sonrakinde “terör elbette mazur görülemez ve savunulamaz” deniliyor. Ardından kimi makul, kimi tartışmalı ifadelere yer veriliyor. “ Ancak, bu tür eylemler neden gösterilerek kitlesel tutuklamalar, sonu gelmez gerginlikler, parti kapatmak, Meclis’i çalıştırmamak, kişisel hedeflere engel görülen kişileri siyasetten men etmeye kalkışmak gibi hukuku ve demokrasiyi askıya alan girişimler ve komşu ülkelerle olan gerginliğin savaşa dönüştürülmesi de asla onaylanamaz.”
 

Bu uzun cümlede yer alan tartışmalı ifadelere gelince, örneğin terör eylemleri neden gösterilerek yapılan “kişisel tutuklamalara” karşı çıkmak ancak  “şiddetle bağı olmayan kişiler” söz konusuysa mümkün olabilir. “ kişisel hedeflere engel görülen kişileri siyasetten men etmeye kalkışmak” ile kast olunan şiddete çağrı içeren demeçleri nedeniyle haklarında dava açılan HDP’li milletvekilleri ise böyle bir ifadeye katılmak olanaksız. Çünkü Venedik ölçütlerine göre, siyasi parti ve mensuplarının ifade özgürlüğünün önündeki tek engel şiddet ile bağ. Hatta şiddetle bağı kanıtlanan siyasi partilerin kapatılması da, AİHM’in Batasuna ve türevi partilerle ilgili son kararında görüldüğü gibi Avrupa hukukunun geçerli bir normunu oluşturuyor. Her ne kadar kişisel olarak bu uygulamanın yararlı olmadığını düşünüyor olsam da.

Kaldı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan da, AK Parti sözcüleri de, siyasi partilerin kapatılmasına karşı olduklarını bugüne kadar defalarca açıkladılar. Dolayısıyla bildiriye “parti kapatma” kavramını dâhil etmenin anlamı bulunmuyor. Bazı HDP’li milletvekillerinin yargılanması olasılığını “kişisel hedeflere engel kişilerin siyasetten men edilmesi” olarak takdimi doğru da, şık da değil.

Bildirinin iki operatif paragrafı ise şöyle:         

-“Geçici Hükümeti ve dayandığı siyasal iktidarı, savaş, çatışma ve on yıllardır bedelini ödediğimiz gerginlik dilinden vazgeçmeye; bütün siyasal taraf ve güçleri de masum yurttaşlarımızın büyük acılar yaşadığı çatışma ortamına son vermek ve şiddeti durdurmak için hukuk, vicdan ve sağduyu çerçevesinde içtenlikle çaba göstermeye davet ediyoruz.”

Özellikle de TBMM’yi ülkenin geleceğini, kaderini belirleyecek gelişmeleri müstafi bir Hükümetin inisiyatifine bırakmamaya, bu yakıcı günlerde tatil yerleri yerine Ankara’da toplanarak, içine sürüklendiğimiz çatışma ve gerginlik ortamına, elindeki bütün yetki ve olanakları kullanmak suretiyle son vermek, barışa ve demokrasiye sahip çıkmak için göreve çağırıyoruz.”

Her iki paragrafta da anayasaya uygun olarak yenisi kurulana kadar görev yapan Davutoğlu hükümetini yetkileri kısıtlıymış gibi “geçici” ve “müstafi” sıfatlarıyla tanımlamak pejoratif bir yaklaşımın ürünü gibi görünüyor. Ayrıca ilk işlem paragrafında sadece hükümet “gerginlik dilinden” vazgeçmeye çağrılıyor.” Ayrıca“ bütün siyasal taraf ve güçleri” çatışma ortamına son vermek ve şiddeti durdurmak için çaba göstermeye davet ediliyor. Siyasal taraflardan hükümet ve HDP’yi, güçlerinden güvenlik güçlerimiz ile PKK’yı mı anlamak gerekiyor?  Böyle bir yaklaşım olabilir mi?

İkinci işlem paragrafında TBMM’ye ve kurmaca “yüzde 60’lık bloğa” çağrıda bulunuluyor. “İstifa etmiş” hükümete ülkenin geleceğini teslim etmemek için. CHP’si, MHP’si ve HDP’si ile AK Parti karşıtları bir araya gelsin diye herhalde. Türkiye’nin siyasi gerçeklerinden ancak bu kadar uzak oluna bilinir. Yüzde 52 oyla seçilmiş Cumhurbaşkanı ve halkın en çok oyu verdiği AK Parti ancak bu şekilde PKK’dan daha büyük bir düşman olarak takdim edilebilir.

Muhalif olmak, muhalefete destek vermek ve her türlü yardımda bulunmak yadsınamaz bir hak elbette. Ama bunu barışı öncelediği öne sürülen bir bildirinin arkasına gizlenerek ve çok daha vahimi Türkiye’yi uluslararası arenada zor durumda bırakarak yapmak etik bir davranış değil. Aydın ve demokrat olmak bunu yapmak demekse, demokrasiyi yeniden tanımlamak gerekiyor.     

- Advertisment -