Ana SayfaYazarlarFeryatlar gökyüzüne yükselirken…

Feryatlar gökyüzüne yükselirken…

Son bir hafta-on gün içinde korktuğumuz her şey tek tek başımıza geldi. Artık bir daha yaşamamayı umduğumuz felaketler birer birer sahne aldı. Saldırılar, çatışmalar ve operasyonların sayısı hızla arttı. Yine birbiri ardına gençler toprağa düştü. Çocuklar yetim, eşler dul kaldı. Sevdiklerinin ölüm haberlerini alanlar fenalaştı. Cenaze başlarındaki ağıtlar arş-ı alaya yükseldi. Medya militerleşti. Ekranlar, savaş moduna geçti. Şehirler diken üstünde. Dışarıdan gelen her bir ses bir ürküntü sebebine dönüştü.

 

Son 30 yıldır buna benzer tablolar sürekli tekrarlanıp durdu. Siyaset aciz kaldığında gündemi silahlar belirledi. Hâkimiyet silahlara geçtiğinde ise hep büyük yanlışlara kapı aralandı. Bugün de önüne geçilmediği takdirde büyüyecek olan ateş üç noktayı ciddi bir şekilde tehdit ediyor:    

 

Süreci baltalamak

 

1. Eğer amaç Kürt meselesini çözmekse, gelinen aşamada silahla bunun gerçekleştirilemeyeceği belli. Çözüm süreci, meselenin halli için önemli bir fırsattı, halen de fırsat. Silah, bu fırsatın geleceğini karartır ve bir daha aydınlığa ne zaman çıkarız bilinmez. Çünkü süreç, şiddetten bıkkınlık ve ölümlerin durması üzerinden meşruiyet sağlıyordu. Şiddetin öne çıkması ve ölüm haberlerin tekrardan sıklıkla gelmeye başlaması bu meşruiyet zeminini aşındırır. Arka fonda ölümler akarken selim bir akılla düşünmek zorlaşır. Anne, baba, eş, kardeş ve çocukların yürek paralayan feryat figanları gökyüzüne yükselirken basiretli ve serinkanlı davranmak ihtimali zayıflar. Böylesine bir ortamda toplumun genelini siyasi bir çözüme ikna etmek çok güç bir hal alır.  

 

Çatışmalar, etnik kimler arasındaki mesafeleri de açar. Onları karşıya getirmek için alesta bekleyenlere gün doğar. Hiç ilgisi olmayan sorunlar dahi gelir kimliğe bağlanır. Farklı kimlik mensuplarının karşı karşıya gelme ihtimali artar. Birlikte yaşamayı sağlayan dokular zarar görür, güvensizlik katmerlenir. Gelen her çatışma haberi, sorunu demokratik usullerle çözmeyi savunanların elini zayıflatır. Moral üstünlük sertlik yanlılarına geçer. Sükûnet çağrıları yapanlar duymamazlıktan gelinir veya onlara nefretle karşılık verilir. İntikam çığlıkları atanların sesleri daha çok çıkar.

 

Makul bir siyaset dilinin yerini karşılıklı hamaset dozu yüksek söylevler alır. Siyasi aktörler birbirleriyle konuşamaz bir duruma gelir. Bu da son üç yıldır binbir zahmetle elde edilen ve gözden sakınılan kazanımların heba edilmesi sonucunu doğurur. Taraflar tekrardan çözüm sürecine dönmede geciktikçe, şiddet eylemlerinden önceki noktaya varmak için sarf edecekleri zaman ve çaba kat be kat artar.

 

Demokrasiye tıkaç

 

2. Şiddetin yoğunlaşması, Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesini tökezletir. Şiddet atmosferi, devlete güvenlikçi bir siyaset izlemesi için altın tepside fırsat sunmak anlamına gelir. Bombalar patladığında, cenazeler gelmeye başladığında devlet buna iki türlü karşılık verir: Bir taraftan özgürlükleri sınırlayan yasal düzenlemeleri uygulamaya geçirir. Diğer taraftan da asker ile polisi sahaya sürer. Nitekim HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının gündeme gelmesi, yurt içinde ve yurt dışında kapsamlı operasyonların yapılması bunun göstergesi.

 

Yeni bir çatışma evresinde şiddet, kırsaldan ziyade şehirlere sirayet edecek. İşaretler bu yönde. Bu da gündelik hayatın şiddetten eskisine nazaran çok daha fazla etkileneceğini ve insanların şiddetle çok daha fazla yüz yüze geleceğini gösteriyor. Şiddetin menfi tesiri insanların rutin hayatı üzerinde hissedildiğinde halkın büyük bir kısmı da devletin alacağı demokratik alanı daraltıcı tedbirlere destek verir. Çünkü güvenlik ile özgürlük arasında bir tercihe zorlandıklarında insanların güvenliği tercih etmeleri şaşırtıcı değildir. Dünyanın en özgürlükçü ülkelerinde dahi bu böyledir. Oralarda da güvenlik tehdit altına girdiğinde vatandaşlar özgürlüklerin kısıtlanmasını ve yasakların artmasını kabul eder duruma gelirler. Türkiye’de hava daha kolay değişir, şiddetin varlığı halinde güvenlik önlemlerine daha rahat vize verilir. Dolayısıyla yeni bir şiddet dönemi, Türkiye’nin demokrasisinde zor telafi edilir bir tahribat yaratır.

 

PKK’nin meşruiyet debisi

 

3. Bir husus çok açık: Yeni bir çatışma dönemi, elbette birçok kesimi mağdur eder ama en büyük zararı Kürtler görür. Yine en çok Kürtler ölür, yine en çok Kürtlerin hayatı zora girer, yine en çok Kürtlerin coğrafyası tahrip edilir. Kürt örgütlerinin kazanımları da elden çıkabilir. Batı nezdinde PKK’nin meşruiyet debisi IŞİD ile savaştığı için yükselmişti. Ancak Türkiye ile savaşmaya başlarsa bu debi düşer. HDP’nin manevra alanı daralır. Şiddetin boyutu artıkça bu parti ve mensupları baskı altına alınır. Olumsuz hava PYD’yi de etkisi altına alır. Zira Türkiye’nin IŞİD’e karşı politikasında radikal bir değişikliğe gitmesinden sonra ABD’nin ve koalisyon güçlerinin Türkiye’nin hassasiyetlerini daha fazla göz önüne alacakları beklenebilir. Nitekim ABD ve NATO’nun terörizme karşı Türkiye’nin yanında yer aldıklarını duyurmaları, ABD’nin sert bir şekilde PKK’yi kınaması bu çerçevede okunabilir.  

 

Türkiye’deki çatışmanın Kürt örgütlerini -KDP ve PKK’yi- birbirine düşürme potansiyelinin yüksek olduğu unutulmamalı. Nitekim Türkiye’nin PKK’nin kamplarını bombalamasından sonra yaşananlar bunun bir alameti. PKK bombalamalardan Türkiye ile birlikte KDP’yi de sorumlu tuttu. PKK’nin silahlı kanadı HPG, Kürdistan petrolünü dünya piyasalarına taşıyan Kerkük-Yumurtalık boru hattına bir sabotaj düzenledi. Bağdat’ın bir yıldır bütçe göndermemesi nedeniyle çok ağır bir ekonomik kriz yaşayan Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), bu sabotajı “Kürdistan halkına, peşmerge güçlerine ve Kürdistan Bölgesi’ndeki göçzedelere karşı büyük bir sorumsuzluk” olarak niteledi ve PKK’yi ağır bir dille kınadı.

 

Kürdistan’ın şah damarı

 

PKK’nin Kürdistan’ın can damarına yaptığı saldırıdan sonra PKK ile KDP bir kez daha karşı karşıya geldiler. TSK’nin Irak Kürdistanı’ndaki Zergele Köyü’ne yaptığı bombalamada sivil insanlar katledildi. PKK, TSK’nin böyle davranma cesaretini KDP’den aldığını söyledi. Buna karşılık KBY, bu saldırıdan ötürü Türkiye’yi kınadı, PKK’den ise Kürdistan’ı terk etmesini istedi.

 

Kısacası şiddetin ne Türkiye’deki Kürtlere, ne sınır dışındaki Kürtlere, ne de Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkilerine bir faydası var. Tersine verdiği zararı çok büyük. Siyaset dışı tüm yollar daha önce karşılıklı olarak denendi ama işi içinden daha çıkılmaz yaptı.  Müzakerenin dışında bir çözüm kapısı yok. Bu nedenle bir çatışma sürecini ilelebet sürdürmenin olanağı da yok. Öyle ya da bir vakit sonra taraflar tekrar müzakere masasına oturmak zorunda kalacaklar. Lakin bu arada toplumun ödeyeceği bedel çok yüksek olacak. Bu itibarla mümkün olan en kısa sürede bu çatışmaların sonlandırılması gerekiyor ve bunda da en önemli sorumluluk siyasete düşüyor. 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik