Ana SayfaYazarlarKadınların siyahları ve beyazları

Kadınların siyahları ve beyazları

Kadınların siyahları seks işçileri, LGBT bireylerden (hele hele transvestiler) başlar ve bizim ülkemizde başı örtülü kentli kadınlara uzanır. Aklımı kullanabildiğim yaşımdan itibaren gördüğüm, tanık olduğum bu gerçeklik değişmedi. Başı örtülü kadınların uğradığı laik şiddetine, dışlama, hakaret, kamusal herhangi bir yerden kovma, kovalamaya ilişkin kaç anım var, dün bunu düşündüm.Şişli’de otobüsteyim, Taksim’e yol alıyoruz, 70’lerin sonu olmalı. Şıkça giyinmiş, orta yaşın üstünde başı açık bir kadın boş koltuğa yöneliyor ve birden duruyor. Oturacağı yerin iç tarafında siyah çarşaf giyinmiş genç bir kadın var. Hanımefendi yüksek sesle bağırmaya başlıyor: “Ben senin gibi karafatmaların yanında oturmam, derhal kalk oradan, hadi… defol…” Genç kadın utanıp sıkılıyor ve etrafına bakıyor, onu destekleyecek hiç kimse yok ve yerinden kalkıyor. Laikliğin yılmaz savunucusu bununla da yetinmiyor, devam: “Kalkman yetmez, otobüsten de in, ben seninle aynı otobüste seyahat etmem. Atatürk’ümün cumhuriyetinde sizin gibilere yer yok!.. Atatürk düşmanları sizi…” Ve kalkarken önünden geçmek zorunda olan kadını yumruklarıyla, elleriyle kapıya doğru iteklemeye başlıyor, başına vuruyor, çarşafını çekiştiriyor. Genç kadın başını tutarak kendini savunmaya çalışıyor ve hiçbir şey söylemiyor… Şoför olan bitenden ötürü yavaşlamışken, laiklik savaşçısı şoföre “Seni de şikâyet ederim,” diyerek otobüsü durduruyor ve orta kapıyı açmasını emrediyor. Kapı açılınca genç kadın oradaki bazı kişilerin de yardımıyla tekme tokat aşağıya itiliyor. Düşmemek için zor dayanıyor.O yıllarda, 1 Mayıs 1977 travmasından olacak, bu tür olaylar karşısında algılayamama ve donup kalma huyum o anda baş göstermiş durumda… Bu itişmede genç kadının kolunu tutabiliyorum sadece. Düşmesin diye. Tam kapıda genç kadınla göz göze geliyoruz. Ona hiçbir şey söyleyemiyorum, sadece bakışıyoruz. Yüzünde acı, öfke ve utanç. Otobüs apar topar hareket ediyor ve keşke onunla beraber inseydim diye düşünüyorum o anda. Hanımefendi muzaffer bir edayla hükmünü sürdürüyor: “Bunlara yüz vermeyeceksin, tepemize çıkarlar…” Tüm otobüs susuyor ve onu dinliyoruz. Benim gibi olaya tepki duyanlar var ama ağzımızı açamıyoruz. Sinmişiz. Birbirimize öfkeli bakıyoruz sadece. İkinci durakta kendimi dışarı atıyorum. Yoksa ben mi dayak yedim? O saldırgan kadınla aynı kıyafette ve konumda olmaktan ötürü utanç duyuyorum. Nihayet zihnim ve algım yeniden işlemeye başlıyor. “Ne yapabilirdim?” Bu kez büyük bir suçluluk duygusu. “Neden yardım etmedin?” Genç kadının indirildiği durağa doğru yürüyorum. Çaresizce. Belki bulabilirim. “Ne kadar da geç kaldın tepki vermekte! Hadi ilk anda donup kaldın, peki ya sonra?” Bunun bir nedeni olmalı. Alışkanlık mı yoksa? Sıradan bir olay gibi her gün duyup kanıksamak mı?Durağa geldiğimde başörtülü hiç kimse yok. Utancımı yenmek için kendi kendime yemin ediyorum. Bir daha böyle bir muameleye tanık olursam kıyameti koparacağım.Kamusal alanda uzun yıllardır süren, toplu haldeki laik şiddetinin sıradan bir örneği. Kanıksanmış, meşrulaştırılmış, normalleştirilmiş fiziksel ve duygusal şiddet.Bu tepkisizlik meselesi geçenlerde Hidayet Tuksal’ın hatırlattığı gibi feminist hareketin bir sorunudur. Bizler laik, beyaz, orta sınıf, iyi eğitimli, kentli, Cumhuriyet’in ayrıcalıklarından mümkün olduğunca yararlanabilmiş beyaz kadınlar, Kemalist kadın hareketiyle aramıza kalın bir çizgi çektiğimiz halde bu kanıksanmış şiddete yeterince karşı çıkmadık. İslamofobi bilincinde olduğumuz bir kavram değildi. Sadece vicdani ve ahlaki olarak kadınların zorla başının açılmasına karşı koyabildik. Başörtülü kadınların üniversiteye, Meclis’e girmesini savunduğumuz halde üniversite kapılarında başörtülü kadınlarla birlikte eylem yapmadık. Yayın organlarımızda kınamakla yetindik. Yetmez…80’lerin sonuna doğru feminist harekette aslında başörtülü kadınların özgürlüğünü savunan çok az kadındık. Ama hiç değilse daha duyarlı bir ortam vardı. Eleştirilerimizi dikkate alan ve bu ayrımcılıktan uzak durmaya çalışan kadınlarla birlikteydik. Başörtülü arkadaşlarla görüşürdük, diyalog halindeydik, karşılıklı birbirimizi anlamaya çalışırdık.O sıralarda Müslüman ya da Kürt kadın hareketi doğmamıştı. Şimdi ise hem Müslüman hem de Kürt kadın hareketi var ve yeni kuşak feminist sözcüler bugün Kemalist politikalara daha çok taviz vermekteler. Müslüman kadın hareketiyle bağ veya diyalog kurmayı reddediyorlar. Bu ülkenin siyah kadınlarının yaşadığı şiddete karşı koymayan modernist, beyaz, orta sınıf, İslamofobik bir hâkim feminizmden söz ediyoruz artık. Kemalist kadın hareketiyle ortak eylem yapmak, kurtla kuzunun yan yana gelmesi demek. Eski sol ise tıpkı Kürt siyasi hareketine yaptığı gibi yine hazıra konmak için yılların kadın hareketinin birikimine el koymuş durumda.Bugünün feminist sözcüleri, büyük örgütleri ve kalabalıkları yani niceliği niteliğe tercih ediyorlar. Bunun temelinde eski solun sorgulamadıkları alışkanlıkları yatıyor. Oysa ki feminist hareket Kemalistlerin yüzyıla yakın üst sınıf olmanın getirdiği yönetim ve maniplasyon becerisiyle baş edemez. Benim bildiğim feminizm ise bu tür bir yaklaşıma taban tabana zıt olmak demek zaten… Feminist sözün ve politikaların özgünlüğü tüm siyasetlerden bağımsız olarak hangi dinden, etnisiteden ve toplumsal gruptan olursa olsun, ayrım yapmadan kadınların yanında durmak ve mücadele etmekten doğar. Şu ya da bu partiye, siyasi gruba vb. karşı ya da yana olmaktan değil. Feminist örgütlenme büyük ve gösterişli örgütler kurmaktan çok, kadınlarla hayatın içinde birlikte olmayı ve birliktelikler kurmayı öngörür.Yavaş yavaş, adım adım feminist sözün ve politikaların modernist tahakkümün bu iki kolu tarafından massedildiğini görmek beni üzüyor. Bu politikalara içerden itirazın geleceği günleri bekliyorum. Elbet bu dalga da aşılacak. 

- Advertisment -