Ana SayfaYazarlarSürdürülebilir mutluluk

Sürdürülebilir mutluluk

 

Apartmanda her bir dairenin atılması için kapı önlerine koyduğu çöp poşetlerinin ne kadar kocaman olduğunu fark ediyorum. Her akşam doğada milyonlarca yıl kalsa da parçalanmayacak kadar kalın dev gibi naylon poşetlerin içinde çoğunluğunu gıda, giysi ve eşya ambalaj atıklarının oluşturduğu plastik materyaller, toprağı ve suyumuzu kirletmek üzere yola çıkıyor.

 

Bundan birkaç yıl öncesine kadar doğayla uyum içerisinde yaşamayı savunan gerçek çevre aktivistleri, önceleri organik sertifikalı doğa dostu ürünlerin tüketilmesini savunurken, şimdilerde, sahip olduklarımızın pek çoğunun paylaşılarak kullanılmasını, böylelikle en asgari düzeyde tüketimin yapılmasını teşvik etmekteler. Çünkü doğa dostu bile olsa bu ürünlerin çok üretilmesinin yeryüzündeki kaynakları yok ettiğini, çevre kirliliğini önleyemediğini ve insanların sevdikleriyle zaman geçirerek mutlu olacağı yerde zamanı ve ömürlerini bir kısır döngüde tükettiğini gördüler.

 

Story of Stuff (Şeylerin Hikâyesi) projesinin mimarı Annie Leonard, bugün ortalama bir Amerikalının 40 yıl öncesine göre satın aldığı eşyaların yüzde 99'unun çöpe gittiğinden bahsediyor. Bu hammadde israfı ise, çevre kirliliği ve insanların sağlıksız ortamlarda çok çalışması sonucu ele geçen eşyaların sadece yüzde 1'inin kullanılması anlamına geliyor. Dahası bu insanların aldıkları fazladan eşyaları sığdırabilmek için daha büyük evlere ihtiyaç duyduğu, bu evi almak için daha fazla borçlanmak zorunda kaldıkları, hayatlarını iş-ev-alışveriş üçgeninde sıkışmış durumda geçirerek mutluluğu ıskaladıklarını anlatıyor.

 

Dağınıklığın temizlenip yaşama alan açılmasından bahseden oldukça popüler kitaplar yazmış olan, dünyanın pek çok bölgesinde kurslar düzenleyen, hatta bu konuda özel danışmanlık yapan Karen Kingston, kendisine ilham olmuş bir çalışmadan bahsediyor. Bu çalışmanın detayları kısaca şöyle:

 

Fin sanatlarında okuyan bir öğrenci, final tezi için bir araştırma yapmaya karar verir. 230 metrekarelik evindeki eşyaların envanterini çıkardığında, sahip olduğu eşya sayısının 6.126, her gün kullandıklarının 61, haftada bir kullandıklarının 401, ayda bir kullandıklarının 587, yılda bir kullandıklarının 2.209 ve hiç kullanmadıklarının 1.457 adet olduğunu görür. Kullanım oranlarına baktığında günlük kullandığı eşyalar toplamın evdeki bütün eşyaların sadece yüzde 1'ini oluşturduğunu, yüzde 60'nın ise evde yığıntıya, başka bir deyişle dağınıklığa neden olduğunu görür. Bu dağınıklığı düzeltmek için harcadığı boşa geçen saatler de cabasıdır…

 

Düşünün, pek çok eşya alıp hayatı ağırlaştırmak için harcanan çaba, para ve zamanın ardından bu dağınıklıktan kurtulmak için kurs ve danışmanlık alınarak tekrar para ve zaman harcanması… Modern insanın hayatı ustalıkla nasıl zorlaştırıp, bundan kurtulmayı da nasıl incelikle yaptığına akıl sır ermiyor…

 

Ekonomi uzmanları ve yöneticiler, aşırı üretimin ilerlemek ve zenginleşmek olduğuna; şirketler ise yaptıkları reklam bombardımanı ile ne kadar çok tüketirsek, ne kadar çok şeye sahip olursak o kadar mutlu olacağımıza bizi ikna etmekle meşguller. Hayatımıza giren ıvır zıvırın mutlu olmamıza katkısı ne olabilir diye durup düşünürsek bu sorunun cevabını bulabiliriz aslında. Mesela doyduğumuz halde yemeye devam ettiğimizde aldığımız fazla kiloyu, ekstra biriktirdiğimiz parayı korumak veya değerlendirmek için kapıldığımız endişeyi, alışveriş tutkunu haline geldiğimizde aldığımız gereksiz eşyaları yerleştirmek için daha büyük bir eve ihtiyaç duymamızı ve bunları düzenli tutmak için fazladan harcamak zorunda kaldığımız zamanı dikkate aldığımızda bunların bizi mutlu edip etmediğini kolayca görebiliriz…

 

Hayatlarımıza kattığımız bu gereksiz fazlalıklar hem evlerimizin hem de zihinlerimizin dağılmasına sebep oluyor. Geçenlerde apartman hayatından uzaklaşıp Şile'nin bir köyünde kendilerine orman içerisinde bir hayat kuran komşumuzu yeni evlerinde ziyaret ettik. Evin tıka basa eşyalarla doldurulmuş olduğunu görünce, şehrin keşmekeşinden kaçan komşumuza bütün bu eşyalara neden ihtiyaç olduğunu sormadan edemedim. Eşyalarını ayırıp yerleştirmek için bir yıl uğraşması gerektiğini söyleyince hayatı sadeleştirmenin ne kadar zor olduğunu, bu fazla eşyalardan kurtulmanın yolunun öncelikle zihinde başlaması gerektiğini gördüm.

 

"Şeyler"le olan bu hastalıklı durumuzun tanısı ise çoktan konmuş. Obsessive Compulsive adlı vakfın yaptığı bir araştırmada yaklaşık 1.4 milyon Amerikalının daha sonra lazım olabilir endişesiyle hiçbir eşyasını atamadığından bahsediliyor. Araştırmada bu kişilerin compulsive disorder syndrome hastalığına yakalandığı ifade ediliyor.

 

Newyork Times yazarı Pamela Druckerman, dağınıklığı düzelterek kurtulmanın aldatıcı bir keyif olduğunu, dünyanın her yerinde olduğu gibi Avrupa ülkelerinde de dağınıklık sorunun yaşandığını söylüyor. Amerikalıların Avrupalılar gibi saklayacak aile yadigarlarının sayısının artmasından daha çok, 25 yıl önce Çin'den gelen ucuz eşyalardan sonra dağınıklık sorunu yaşanmaya başladığından bahsediyor. 1929'dan sonra Amerikan ekonomisinin canlandırılması için insanoğlunun isteklerinin sınırsız olduğu varsayımından hareketle "tüketim inanç sisteminin temel ilkeleri" Freudcu psikologların yardımıyla insanın arzuları "statü, aşk ve kendini beğenme" ile ilişkilendirilerek reklam endüstrisi daha güçlü hale getirildi. Mutluluğun daha fazla şey satın almakla paralel olduğu algısını vermek için reklamlara milyonlar harcandı ve harcanmaya devam ediyor, diyor.

 

Kalabalıklaşan şehrimiz İstanbul'da sabahın köründen akşamın geç vaktine kadar dolup taşan AVM’lerde mutlu olabilme umuduyla dolaşan canı sıkkınlar topluluğu, aldıkça mutsuz olduklarını ne zaman fark ederlerse o zaman hem eşyaların hem can sıkıntısının yükünden hafiflediklerini görecekler.

 

Etrafımız ne kadar ıvır zıvırla doluysa kafamız da aslında gerçek ihtiyaç ve fikirlerle değil mışlı düşüncelerle yoruluyor demektir.

 

- Advertisment -