Tuncer Köseoğlu

Hasat zamanı!

Önceki gece hakem Halil Umut Meler’in linç edilmekten kurtulduğu Eryaman Stadı’nda geçen yıl Beşiktaşlı futbolcular da saldırıya uğramıştı. Maç oynanırken sahaya giren bir Ankaragücülü taraftar Beşiktaşlı futbolcu ve hakeme uçan tekmeyle saldırmıştı. Futbolcuları ve hakemi korumak isteyen Souza attığı tekme ile saldırganı durdurmuştu. Bunun sonucunda kırmızı kart görerek cezalandırıldı. Sezon sonunda da Beşiktaş’tan ayrıldı. Giderken söylediği sözler elbette yeniden hatırlanmaya değer: “Bir oyuncuyu öldürdükleri gün veya en sevdiği şeyi yapmasını engelleyerek sakat bıraktıkları gün ya da bir hakeme saldırdıkları gün beni hatırlayacaksınız.” Önceki gece hakem Umut Meler o sahadan sağ çıktıysa bunu biraz da Rizespor ve Ankaragücülü futbolculara borçluyuz. Linç kültüründen beslenen insanların ‘duralım’ demesine değil. Engellenmeselerdi durmayacaklardı…

Sopa havucu yendi

Benim seçim sonucu özetim böyle: Çocukluğundan itibaren sopa gösterilerek korkutularak yetiştirilen bir toplumuz. İnsanlar üzerinde havuç vererek ödüllendirmek değil sopa göstererek korkutmak daha etkili oldu. Korkutularak büyütülmüş insanlar kendilerine uzatılan havuç yerine sopayı tercih etti. Ne de olsa o daha tanıdık ve bildikti. Yine de enseyi karartmayın, önümüzde bir Cumhurbaşkanlığı seçimi daha var.

Futbol artık 90 dakika süren ve sonunda ‘Almanya’lardan birinin kazandığı bir oyun değil

Lineker’in ünlü cümlesindeki ‘Almanya’yı dünya futbolunun hegemonik milli takımlarını temsil eden bir kavram olarak kullansak, ona nazireyle “Futbol 90 dakika süren ve sonunda ‘Almanya’lardan birinin kazandığı basit bir oyundur” da diyebilirdik. Katar, bu hükmün en fazla yanlışlandığı Dünya Kupası olarak tarihe geçecek gibi görünüyor.

‘Fıtrat’ hep bana, bana mı düşer usta?

Soma’da 301 madencinin öldüğü kazadan sonra bölgeye başbakan olarak giden Cumhurbaşkanı Erdoğan ölümler için ‘madenciliğin fıtratında var’ demişti. Soma fıtratın gereğiyse Amasra da öyle olmalı. Fakat karşılaştırmalı rakamlar nedense ‘fıtrat’tan nasibini en fazla alan ülkelerin başında Türkiye’nin geldiğini gösteriyor. Son yirmi yılda dünyada meydana gelen büyük maden kazalarında beş kazayla liderliği elde tutuyoruz. Soma’nın 301 ölümle başı çektiği kazalarda dikkat çeken diğer bir nokta da büyük maden kazası yaşamış ülkelerin arasında Batılı gelişmiş ülkelerden hiçbirinin olmaması.

Survivor’da Nisa’nın şampiyon olması ülkedeki değişim arzusunu ve talebini yansıtıyor

Şampiyonluk adayı iki erkek rakibi, içinde bol hamaset ve milliyetçilik barındıran, mağduriyet soslu konuşmalarla sevenlerinden oy istediler. Buna karşılık Nisa, hiçbir zaman mağduriyete sığınmadı, parkta oyun oynayan, bundan keyif alan bir insan oldu. Türkiye’de değişim isteyen muhalefetin Nisa’nın Survivor serüvenine bakmasında yarar var. O değişime açık, bunu yürekten isteyen büyük kitleler hazır.

Aromalı kahve muhabbeti…

Bu yılın en soğuk 1 Nisan şakasını Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptı. Gençlere, sosyal medyadan faydalanırken gerçek hayattan kopmamaları tavsiyesinde bulunan Erdoğan, "Demli bir çay ve aromalı bir kahve eşliğinde yapılan karşılıklı sohbetin getirdiği sosyalleşmeyi asla ihmal etmeyin. Ülkemizi, dünyayı gezmek için şartlarınızı zorlayın" dedi. Bırakın yurt dışına çıkıp bir kafede aromalı kahve içmeyi, karınlarını doğru dürüst doyurmadan yarı aç yatan gençlere bu tavsiyelerde bulunmaktan daha iyi bir 1 Nisan soğuk şakası olmazdı herhalde.

Delikanlı Will!

Will Smith Oscar törenindeki sahne performansını delikanlının harman olduğu bizim ülkede icra etse, hatta daha ileri gidip sahnede Chirs Rock’u öldürse iyi halden yararlanıp birkaç yılda çıkar, hapishane çıkışında yüzlerce araçlık konvoyla karşılanırdı.

Dışarıdan getirtilecek doktorlara da gümrük vergisi sıfırlanacak mı?

İstifa eden doktorların yerine yeni mezun doktorlar alırız demek büyük bir birikimi de yok saymak demektir. Binalar yaptırdık, neredeyse her ilçede yeni hastaneler yaptırdık demek sadece ve sadece betona duyulan hayranlıktır. O hastanelerde insanların sağlık sorunlarını çözecek nitelikli sağlık çalışanları olmadığı sürece o binalar sana bakar sen de ona bakarsın.

İktidarın savaştan çıkardığı ganimet, zeytinlikler

Uzun ömrüyle insana yaşama sevinci veren zeytin ağacını kendi ellerimizle öldürmenin bu ülkeye çok büyük zararları olacak. Umarım bu genelgeden geri dönülür. İktidar öncelikle şunu bilmeli; yönettiği ülkenin doğasıyla, tarım zenginlikleriyle ama her şeyden önce halkıyla savaşarak başarıya ulaşılmaz.

Savaş…

Savaşın sadece televizyondan izlenen bir oyun olduğunu sananlar, Ukraynalı kadınlar için iğrenç espriler yapan mide bulandırıcı insanlar, ‘Savaşa hayır’ cümlesini başa alıp, sonra Putin’in bu işgal için haklı nedenleri olduğunu sıralayanlar; hepsini gördük.

Denizi doldurmaya doymayan şehir Rize

Sahil kenarında liseden arkadaşımın işlettiği kafeteryaya gidiyorum. Denize sıfır olarak yapılan bu yerin önü şimdilerde dolduruluyor. Karada kalmış kafeterya… “Ne olacak böyle, karada mı kalacaksınız” diye soruyorum. Dolgu bitince bu ve benzeri yerleri yine deniz kıyısına yapılacak yeni yapılara taşıyacaklarmış. “Sen 10 yılda bir taşınacak şekilde yap planlarını” diyorum, karşılıklı gülüyoruz…

Karadeniz yolculuğu…

Amerika’da yaşayan çocukluk arkadaşım Bayram’la memlekete (Rize’ye) gidiyoruz. Bayram sürekli konuşurken ben sessiz kalıyor, arada kısa cümlelerle cevap veriyor, daha çok uzaklara bakıyordum. Bir ara uzun cümle kurup, “Amerika’da hayat ucuz, imkânlar çok geniş diyorsun. Burada ise tam tersi, hayat çok pahalı ve imkânlar sınırlı, son birkaç yıldır ülkece toptan fakirleştik” dedim. Böylece Karadeniz yolculuğundaki siyasi çatışmamız başlamış oldu.

Buzlar çözülmeden…

İstanbul bunu en son Fatih Sultan Mehmet’in şehri kuşatmasında yaşamıştı. Fetihten 569 yıl sonra İstanbul’u ablukaya almak bugünkü yöneticilere nasip oldu. Hayırlı olsun…

Kesilen kuzular ve kutsallar…

Bir kilo kıymayı almaya gücü yetmeyen, giderek büyüyen çoğunluk kuzuyu nasıl alacak? Destici, kendini eleştirenlere karşı, “Geylerle yılbaşı kutlayanlar beni eleştirirse bunu kabul etmem” diyerek kutsallık zırhına büründü. Ne alakası var demeyin, alakalı alakasız her türlü kutsallık zırhı bugünlerde iş görüyor, daha doğrusu başka zırh kalmadı.

Çözüm Süreci’nden Semra Güzel’e

Devletin, 2017’de ele geçirdiği fotoğrafları 2018 seçimlerinde Semra Güzel’in milletvekilliğini engellemek için kullanmadığı keyfiyeti, elde daha bu türden pek çok malzemenin “zamanı geldiğinde” kullanılmak üzere tutulduğunu akla getiriyor. Belli ki muhalefet saflarına atılacak daha çok bomba var elde.

Pitbull’lar, Türkler (beyaz) ve sokak hayvanları…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, küçük bir kızın pitbull saldırısında ağır yaralanmasından sonra “Beyaz Türkler hayvanlarınıza sahip çıkın” dedi. 20 yıla yakın iktidarda olan bir partinin lideri neticede, bu süreçte kimin beyaz kimin siyah olduğunu elbette benden iyi bilecek. Fakat hazır el atmışken, Cumhurbaşkanı bir de ‘beyaz Türklerin’ tatil dönüşü terk ettiği evcil hayvanlarının bir sonraki yazı bulmaları için gayret gösteren sıradan insanların rengini de açıklasa…

Kişisel bir ‘kur’ hikâyesi

Abdurrahman usta hemen arabanın markasının İzmir’deki ana bayisini aradı parça için… Ellerinde yokmuş ama sipariş verirsek İstanbul’dan getirtebilirlermiş; Sipariş verildi, parçanın o anki kurla fiyatının 5400 lira olduğunu söylediler. Nasıl olsa parçayı aldık, şimdi parasını ödeyeyim dedim ana bayi ‘olmaz’ dedi. Parçanın onlara ulaştığı anda dolar kuru neyse faturayı onun üzerinden düzenleyeceklermiş. İşte o andan itibaren dört gün boyunca beni hop oturup hop kaldıracak ‘kur’ serüvenim başladı.

Fatma’yı kim kurtaracak?

Fatma 19 yaşında ama ruhen de bedenen de bir çocuk… Onu kaçırıp evlenen Ahmet’in annesinin boynuna taktığı altınlarla çektirdiği fotoğrafı gösteriyor ekrana. Gözlerindeki ışıltı insanın içini acıtıyor. Gözleri ışıldıyor ama içinde bulunduğu gerçek, algıladığından çok farklı. Hikâyesi aylardır televizyon ekranında; kocası ve kaynanası tarafından kazınmış saçları ve işkence görmüş yüzü de… Fakat onu kimse kurtaramaz, çünkü Fatma ‘reşit.’

Yarım simit…

Sabah erkenden işe gidenlerin favori kahvaltısı olan simit, artık ortak alınıp yarım yenecek bir ürün haline geldi. Simit, ülkenin ortak yiyeceği olmasının ötesinde memleket duygusunu da yaşatır insana. Her TC vatandaşı kendi şehrinde çıkan simidin simitlerin en iyisi olduğunu iddia eder. Simidin en güzelini -eğer gurbetteysen- doğup büyüdüğün şehirdeki fırıncılar yapar. Simit üzerinden yürüyen ‘şehir fetişizminin’ sonu hiçbir zaman gelmez.

Yüzyılın casusluğu!

Bizim ailede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açtığı yerleri ilk görmeyi, mümkünse açılışlarına katılmayı kendine görev edinen bir grup var. Nitekim Çamlıca Kulesi ilk açıldığında görevleri gereği hemen çıkıp etrafın fotoğraflarını çektiler, aileye, yakınlara gönderip hava attılar. Yandaş basının her gün yenilediği kriterlere baktığımda onların da casus olabileceğini düşünüyorum. İsrailli casus çift nasıl İstanbul’u çok sevdiklerini bir kamuflaj unsuru olarak kullandılarsa, bizimkiler de “Reis’i çok sevme”yi perde olarak kullanıyor olabilirler.

Aşı karşıtlığı ve arkadaşım Ömer Nihat…

Gazeteci arkadaşım Ömer Nihat Altıntaş sadece aşı karşıtı değildi, hastaneye gidip tedavi olmayı da reddetti. Yaklaşık 15 gün önce yakalanmıştı Covid’e. Yakınlarının, dostlarının yardım taleplerini reddettiği gibi, ‘hastaneye git’ telkinlerini de karşılıksız bıraktı, evinde kendini karantinaya aldı. En son geçtiğimiz cumartesi günü onu arayan bir arkadaşının ‘hastaneye git’ telkinine “kendimi daha kötü hissedersem giderim” diye cevap verdi. Ve pazartesi günü yalnız yaşadığı evinden çıkarken kapıda yığılıp kaldı.

Muz cumhuriyeti…

Uzunca bir süre olur olmaz kullanıldığı için anlamını yitiren ‘muz cumhuriyeti’ kavramının hayata geçip geçmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Türkiye Cumhuriyeti kendisine sığınanlara karşı adaleti uygulayan bir hukuk devleti midir yoksa gücünü mülteci gençler üzerinden test eden bir ‘muz cumhuriyeti’ mi?

Vatandaşın arabası…

Tanabay’ın tek isteği çok sevdiği atın Kırgız bozkırlarında huzur içinde yaşayıp yılkı atı olarak ölmesidir. Bu amaçla Gülsarı ile çıktığı yolculukta kendi gençliğini, ülkenin durumunu sorgular. Ülkenin değişiminde kendisinin de katkısı ve emeği olan Tanabay, aslında değişim adı altında bütün değerlerin sökülüp atıldığının farkına varır varmasına da artık iş işten geçmiştir.

Kuntz’un gözyaşları ve futbola yine ve yeniden damga basmaya gelen genç İspanya

Kuntz’un gözyaşları, Türk Milli takımının başında bulunduğu bir aylık süreçte ne büyük bir baskı altına alındığının da göstergesi… Ve İspanya: Bu takıma bakınca, yine ve yeniden “gençleşmek ve yeniden yapılanmak suretiyle futbola uzun bir süreliğine damga basmaya hazır” bir İspanya görüyoruz. İspanya böyle: Önemli başarılardan sonra girilen durgunluk dönemi-yeniden yapılanma ve gençleşme-yeni bir başarı dönemi…

Şehirler ve statlar…

Statların şehir dışına alınması fikri bana çok akıllıca gelmiyor. Hele o statların arazilerine dikilecek yüksek katlı rezidansları, AVM’leri düşündükçe hiç gelmiyor. Benim gençliğimin mabedi olan Ali Sami Yen stadının başına gelenlerin başka statların başına gelmesini asla istemem. Maç günleri yaşanılan trafik sıkışıklığı, gürültü vb olumsuzluklar bir stadı şehrin dışına göndermenin bahanesi olamaz. Kentin merkezinde yaşamanın günlük akış içinde nasıl bir bedeli varsa bunu da öyle görmeli insanlar.

Bizim çocuklardan, kötü çocuklara…

Maça çıkarken ‘aslansın, kaplansın, sen bu işi bitirirsin’ gibi sözcüklerle oyuncuları tabiri caizse ‘gaz vererek’ maça hazırlamak devri çoktan kapandı. Her alanda bilgiden nefret eden, bilgi yerine hamasete sığınan toplumun sahada kendi kendisiyle yüzleşmesidir dün akşamki maç.

Kadıköy sokaklarında…

Kadıköy sokaklarının gece hali sorunlu. Mekânlarda oturacak kadar parası olmayan ya da alternatif zaman geçirme biçimleri arayan gençler, apartman merdivenlerinde, apartman önlerinde oturup biralarını içiyor. Eğlence mekânlarının yoğun olduğu yerlerde kadınlı erkekli yerlerde oturup kendi ‘alternatif’ ucuz eğlencesini yaratan gençler kimseye zarar vermese de, böyle bir apartmanda oturur muyum sorusuna evet demem zor.

İnsan afeti!

Karadenizliyim, çocukluğum derelerin içinde geçti. Erdoğan’ın ailesinin yaşadığı köye geceleri vadileri aşarak balık tutmaya gitmişliğim bile vardır. Yaşadıklarımdan ve atalarımdan öğrendiğim bir şey var; bir dereyi asla zapt edemezsiniz. Rahmetli dedemin sık sık söylediği o söz hâlâ kulaklarımda: Uşağım dereyle şaka olmaz, canı nerden isterse oradan akar.

Yanacak yer kalmayınca…

Günler süren orman yangınları geride ağır bir tahribat bırakarak kısmen de olsa kontrol altına alındı. Üç yıldır yaşadığım bu coğrafyada hava sıcaklıkları düşmeye, nem oranları yükselmeye başladı. Size yangınları ‘içeriden’ anlatacağım… Bu yangınlar boyunca insanın aklıyla alay eden komplo teorilerine de şahit olduk. Nedense, komplo teorilerinin ‘hazzı’na kapılanların, bu güzel ormanların, barındırdığı hayvanlarla birlikte yanmasının acısını içlerinde yeterince hissedemediklerini düşünüyorum.

Yangında ilk kurtarılacak kelime: ‘Sabotaj!’

Yaşadığımız yangınların bu sıcaklık ve nem koşullarında ‘normal’ olduğunu söyleyen uzmanlar anında linç yiyor sosyal medyada. “Bilim de neymiş, yarattığımız suçluyu elimizden alamazsınız” der gibiler. “Yakmadılarsa da yaktılar” gibi bir ruh hali… Oysa yalnız Akdeniz, Ege, Ortadoğu değil, dünya yanıyor.