Ana SayfaYazarlarİbn Haldun’un Timurleng ile imtihanı

İbn Haldun’un Timurleng ile imtihanı

 

İbn Haldun, Ortadoğu’yu kasıp kavuran, şehirleri yerle bir eden ve Arap tarihçilere göre Allah’tan başka hiç kimsenin sayamayacağı kadar insan öldürmüş olan Timur (Timurleng, Timur-i Leng, Timurlenk) ile 1401’de Şam’da bir görüşme yapar.  Ünlü düşünür, Timur ile görüşmesini kendi hayatını kaleme aldığı Et-Ta’rif bi İbn-i Haldun adlı eserinde detaylarıyla yazar.  Bu görüşmeden etraflı bir şekilde söz eden biri de  İbn Arabşah’tır.   İbn Arabşah’a göre, İbn Haldun’u korumakla görevli Memluk askerleri Timur’a yakalanmamak için kaçınca,   büyük düşünür ortalıkta kalıvermiştir. İbn Haldun’un,  istememesine rağmen Mısır sultanı Ferec’in (Farac) maiyetinde Şam’a geldiği, Ferec döndüğü halde kentte kaldığı yönünde bilgiler de mevcuttur (Mukaddime I, yay. haz. Süleyman Uludağ,  Dergah Yayınları, Önsöz:34).

 

İbn Haldun’un Şam’a ne şekilde geldiğinden ziyade, biz bu küçük makalede kendisinin Timur ile görüşmesinden ve büyük düşünürün, belki de canını kurtarmak amacıyla Timur için kullandığı sıfatlardan, yağdırdığı övgülerden söz edeceğiz.  Timur’un şahsına yönelik övgülere, yazar,  Et-Ta’rif bi İbn-i Haldun’da da yer vermiş.  Ancak İbn Arabşah bu görüşmeyi, özellikle övgü kısmını çok daha sistematik ve akıcı bir dil ile anlattığı için, biz İbn Arabşah’ın metnini esas aldık. İbn Arabşah’ın yazdıklarının hayal ürünü olmadığını hatırlatmak bâbında,  bizzat İbn Haldun’un kendi kitabında kullandığı şu cümleyi verebiliriz: “…birincisi siz âlemin sultanı ve dünyanın hükümdarısınız. Çünkü Hz. Adem’den bu güne kadar sizin gibi birinin geldiğine inanmıyorum” (M. Şamil Yüksel, Timur, Tarih ve İbn-i Haldun).

 

Timur’u mest eden sözler

 

İbn Arabşah’ın yazdığına göre,  İbn Haldun Timur’a şöyle seslenir: “Emir cenapları! Allah için dünya fethinin anahtarı olan elinizi verin de onu öpme şerefine nail olayım. Emir cenapları! Mısır, senin naibinden başka bir naip tarafından yönetilmekte, orada senin hükmün geçmiyor olmasından dolayı sıkıntı içinde. Değil benim sülâlem; çoluk çocuklarım, ülkem, dost ve kardeşlerim, akrabalarım ve sair padişahlar arasında, belki bütün insanlık içinde senin dengin olabilecek kimse yoktur. Çünkü onların tamamı birbirlerinin eteğini kaldırmakla meşguller. Ben ise ömrümün boşa gitmiş olmasına, çağımın feyizsiz geçmiş olmasına üzülüyorum. Neden bunca yılım sizden başka birinin hizmetinde geçti? Neden şu gözlerim sizin yüzünüzün nurundan başka bir nuru kendine sürme çekip yürüdü? Fakat takdiri ilâhî böyle imiş. Artık mecazı hakikat ile değiştireceğim. Artık bana şairin şu beytini söylemek yaraşır:

            Bu yaptığın iş için Allah senden razı olsun

            Amma sen de ahir zamanda çıkıp geldin!

 

“Her neyse, senin sâye-i penahında hayatıma tekrar başlayacağım ve feleğin beni senin gölgenden mahrum etmesine izin vermeyeceğim. Kalan ömrümü senin hizmetine bağışlayıp, kaybolan yıllarımı telâfi etmek için eteğine sıkı sıkı yapışacağım. Ve o yılları hayatımın en değerli yılları, ulaşacağım mertebeyi en yüksek mertebe, ahvalimin en şereflisi olarak kabul edeceğim. Fakat benim belimi büken şey, başlangıçtan bugüne kadar dünya tarihini, batıdan doğuya kadar hükümdarların biyografilerini anlattığım, yazmak için tüm bilgilerimi feda ettiğim, uğrunda  gece-gündüz uykusuz kaldığım kitabımdır. Eğer o kitaplarımı  bulabilseydim, seni orada anlatılan padişahların başına inci yapar, senin biyografinle onların devirlerinin giysilerini süsler ve senin devletini onların döneminin alnının ortasındaki hilâl olarak kondururdum. Çünkü sen, er meydanlarının piri, savaş meydanlarında doğu ve batıya kadar uzanan tüm topraklarda zafer hilâlini dalgalandıran kişisin. Velilerin sözlerinden geçen kişi sensin. Emîrulmü’minin Ali’nin cifr ve ziyclerinde işaret edilen sensin ve ahir zamanlarda beklenen sahipkıran da sensin.  O kitaplar Kahire’dedir ve eğer onları bulabilirsem senin üzenginden asla ayrılmam, eşiğinden bir adım bile uzaklaşmam” (İbni Arabşah, Acâibu’l Makdûr, çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, 2012, s.428).

 

Timur, İbn Haldun’un kendisi için sarf ettiği bu sözlerden çok hoşlanır ve mutluluktan adeta mest olur. Daha sonra Timur, İbn Haldun’dan Mağrip toprakları ve şehirleri hakkında bilgiler edinir. İbn Haldun’un aktarmış olduğu bilgilerin doğru olup olmadıklarını elindeki bilgi ve verilerle karşılaştırır. Anlattığı şeyler, Timur’un önceden teyit ettiği ve aklından geçtiği şekildedir.

 

İbn Haldun’un bu olağanüstü abartılı methiyede bir tek gayesi vardır: Canını kurtarmak ve tekrar Mısır’a dönmek. Zira konuşmanın sonunda, Kahire’ye gidip ailesini, çocuklarını ve değerli kitaplarını alarak, vakit kaybetmeden tekrar Şam’a dönmek için izin ister. Timur da, kendi huzuruna tekrar dönmesi için söz alınca, gitmesine müsaade eder. İbn Arabşah, bu methiyenin yer aldığı faslı şu sözlerle tamamlar: “İbn-i Haldun Safad’a doğru yola koyuldu ve bu belâdan canını kurtardı.”

 

Cengiz yasalarını Şeriatten üstün tutan bir cani

 

İbn Haldun’un canını kurtarmak için methiyeler düzdüğü Timur, okuryazar değildir. Ümmidir. Günlük hayatında kendisine yetecek kadar Farsça, Türkçe ve Moğolca bilmektedir. En önemli özelliklerinden biri, Cengiz yasalarına sıkı sıkıya bağlı olmasıdır.  Mevlânâ Hafızüddin Muhamed el-Bezzâzi ve Mevlânâ Alaaddin Muhammed  el-Buharî gibi İslâm alimleri, Cengiz yasalarını Şeriatten üstün tutanların kâfir olduğu konusunda fetva vermişlerdir. İbn Arabşah, Çağataylıların, Deşt-i Kıpçak, Hitay ve Türkistan halkının Cengiz yasasını Şeriatten üstün tutuklarını yazar (İbni Arabşah:431).

 

Müslüman olduğu halde daha çok İslâm ülkelerini yakıp yıkan ve Müslüman kanı döken Timur için “haricî”  kavramı kullanılmıştır. Timur’un İslam coğrafyası dışında saldırıp ele geçirdiği yegâne yer İzmir’dir. Dımaşk (Şam), Amid (Diyarbakır),  Sivas, Ayntab (Antep), Halep, Bağdat, Isfahan, Tebriz ve daha pek çok şehir  ve kasabayı yerle yeksan eden Timur, Arap tarihçilere göre barbarlıkta sınır tanımamış; Halep’te 20,000’den fazla insan kellesiyle kuleler yaptığı gibi, 1401 yılında Bağdat’ta her askerin kendisine bir kelle getirmesini emretmiş ve toplanan 100,000 kelleden 120 kule inşa etmiştir. Bu kulelerin karşısına geçen Timur’un şöyle hitap ettiği rivayet edilir: “Selâm olsun size ey şehitler topluluğu! Sizin şehadet mertebesine ulaşmanıza biz vesile olduk. Bunun için kıyamet günü bize şefaat etmeyi sakın unutmayın.” Bu tür vahşetlerinden dolayı Arap tarihçiler Timur için “deccal,”  ordusu için  “ye’cûc ve me’cûc” gibi kavramlar  kullanır (M. Şamil Yüksel, “Arap Kaynaklarına Göre Timur ve Din,” Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı 1, Temmuz 2008).

 

Timur, Amid ve Halep kaleleri örneğinde olduğu gibi ciddi bir direnişle karşılaştığı her yerde, kaledekilere aman vererek kimseye dokunmayacağı konusunda büyük yeminler edip Kuran’a el basar. Ancak, herkes teslim olduktan sonra verdiği söz ve ettiği yeminleri bir tarafa bırakarak, talan ve katliama başvurur.  “Ben ezelden beri ilme düşkün bir insanım” diyen Timur, girdiği yerlerdeki âlimleri cezalandırmak, kimilerini işkenceden geçirip katletmek için şu tuzak soruyu sorar: “Dünkü savaşta sizden de bizden de ölenler oldu. Onların hangileri şehittir? Bizim ölülerimiz mi, yoksa sizinkiler mi?”

 

Timur’un bu zor ve karmaşık tuzak sorusuna benim gibi siyaset bilimcilerin cevap bulması kolay değil. En iyisi biz bu soruyu ilâhiyatçı meslekdaşlarımıza bırakarak, daha çok etik boyutu ağır basan başka bir soruyu soralım: Sizce İbn Haldun, canını kurtarmak amacıyla Timur için sarf ettiği sözlerle doğru mu yaptı? Eğer yanlış yaptı diyorsanız, insanlığın Mukaddime gibi bir eserden yoksun kalabileceği gerçeğini de hesaba katmanızı da öneririm. Bu sorunun, beraberinde birbirinden farklı pek çok soruyu da getireceğinin farkındayım. Örneğin aydın olma sorumluluğu gibi. Düşünür-iktidar ilişkisi, akademisyen-iktidar ilişkisi gibi sorular. Son olarak, acaba İbn Haldun, ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Galileo Galilei’nin Engizisyon mahkemesinin işkence tehdidi karşısında bilimsel görüşlerini geri alması ama sonrasında dışarı çıkarken “eppur si muove” (dünya yine de dönüyor, yani güneşin etrafında dönüyor) demesi gibi bir tavır mı almış oldu?  İnanın ben de bu soruların cevabını bilmiyor ve sizler gibi merak ediyorum. Her şey rağmen, İbn Haldun’un kafasının Şam’da, Timur’un marifetiyle insan kellelerinden inşa edilmiş bir kulede yer almasını da istemezdim.

- Advertisment -