Ana SayfaYazarlarDemografik değişim

Demografik değişim

Artık hepimiz demografi uzmanı oluverdik. Ancak biz yine kelimenin kökeni üzerine bir iki söz söyleyerek yolumuza devam edelim. “Demografi” kelimesi Grekçeden dilimiz Türkçeye, Kürtçeye ve hattâ dilimiz sayılmayan diğer dünya dillerine girmiş bulunmaktadır.  Grekçedeki “demos” (halk) ve “grafo” (yazmak) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş olan bu kavram, kısaca “nüfus bilimi” anlamında kullanılır. Bir ülkedeki nüfusun yapısı, bileşenleri ve temel dinamikleri “demografi” kavramıyla ifade edilir. Demografi kendi başına kullanıldığında oldukça masum ve nötr bir kavramdır; ancak “değişim” kavramıyla yan yana kullanıldığında, çoğunlukla siyasi bir niteliğe bürünüp çıkar.

 

İttihatçılar işin ustasıydı

 

Aslında “demografik değişim” kavramı, nedense bana hep İttihatçıları hatırlatır. Onların başta Ermeni meselesi olmak üzere, diğer etnik azınlıklar için uygulamalı olarak gerçekleştirdikleri bir “bilim” dalıdır. Muhtemelen Almanların akıl hocalığıyla bu konuda tam anlamıyla uzmanlaştılar.  Tabii Kemalistler de, daha Şark Islahat Planından başlayarak, “demografik değişim”in uygulamalı dalını Kürtler üzerine epey denediler. Ancak Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle, işler biraz gevşedi; hattâ Sivas Kampına gönderilmiş olanlar bile memleketlerine dönmeye başladı. Rahmetli Melik Fırat, bir gün Ankara’da, neden Kürtlerin Halk Partisi’ne sıcak bakmadığını, bu sürgün olayları üzerinden açıklamıştı. Şeyh Said’in torunu olarak, o da Cumhuriyetin sürgün politikalarından yeterince nasibini almıştı.

 

İttihatçıların en çok uzmanı olduğu bu “demografik değişim” uygulamaları,  Osmanlının dağılmasından sonra,  Irak ve Suriye’de iktidara gelen Baas Partileri arasında ciddi anlamda rağbet gördü. İttihat ve Terakki, daha sonra Kemalistler bu işte başarılı olmuş ve sonuç almışlarsa, Baasçılar da aynı şeyi yapabilirdi. Nitekim yaptılar da. Saddam “demografik değişim” uygulamasına Kerkük’te başladı ve hakkını yemeyelim, kendince iyi de bir sonuç da aldı. Ancak Suriye’deki Arap Kemeri politikası, İttihatçıları bile kıskandırabilir.  Bunu anlayabilmek için Hasaka Emniyet Müdürü Teğmen Muhammed Talab Hilal’in, Kasım 1963’te hazırladığı gizli rapora göz atmak yeterli.  Daha önce de farklı yazılarımda dile getirdiğim bu raporu tekrar anmakta yarar görüyorum.

 

Arap Kemeri ya da demografik cinayet

 

Muhammed Talab Hilal, Kürt toplumunu dağıtmak ve Kürtlerden tamamen kurtulmak için 12 maddelik bir plan önermekteydi: (1) Kürtlerin topraklarından çıkartılması; (2) Kürtlere eğitim hakkı verilmemesi; (3) Aranan Kürtlerin Türkiye’ye geri gönderilmesi; (4) Kürtler için istihdam fırsatlarının geri çevrilmesi; (5) Kürt karşıtı bir propaganda kampanyası; (6) Yerel Kürt ulemasının Arap olanlarla değiştirilmesi; (7) Kürt toplumu içinde  “böl ve yönet” politikası uygulanması; (8) Kürt bölgelerine Arapların yerleştirilmesi; (9) Türkiye sınırı boyunca bir Arap emniyet şeridi kurulması; (10) Arap yerleşimciler için kollektif çiftlikler kurulması; (11) Arap olmayanlara oy verme veya iş kurma hakkının tanınmaması; (12) bölgede yaşamak isteyen ama Arap olmayan kişilerin Suriye vatandaşlığına kabul edilmemesi.

 

Şimdi, yukarıdaki bu 12 maddenin tamamının değilse de çoğunun Kürtlere karşı uygulandığını, Suriye’den az çok haberdar olan herkes bilir.  Dikkat edilirse, 12 maddeden iki tanesinde “Türkiye” adı geçmekte: 3. ve 9. maddeler.  Üçüncü maddenin nasıl uygulandığını pek bilmiyoruz.  Ama 9. madde çok ciddi anlamda uygulandı. Tabii Kürt devletsiz ve sahipsiz olunca, hiç kimse bu “demografik değişimi”  kabul etmeyiz demedi.   Saddam gitti; Esat halen yerinde. Ancak 15 Mart 2011’de başlayan Suriye krizi, bu ülkedeki Kürtlerin de uyguladıkları üçüncü yol politikasıyla önemli bir aktör olmasını sağladı.  Suriye Kürtleri şimdiye kadar hiçbir zaman devlet olmaktan söz etmediler. Arapların 22 devleti var; Filistin bayrağı da BM’de asılı; bölgenin otantik bir halkı olarak bizim de devlet kurma hakkımız var — demediler.  Buna rağmen Sayın Cumhurbaşkanımız, daha Haziran ayında kendilerini şöyle uyardı:  “Tüm dünyaya sesleniyorum: Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz… Bölgedeki demografinin değiştirilmesine göz yummayacağız. Biz Suriye ve Irak'ta huzurun bir an önce sağlanması konusunda üzerimize düşenleri yapacağız” (27 Haziran 2015).

 

Ve danışmanlar

 

Suriye’deki Kürt yerleşim birimlerinin adlarını Arapça olarak değiştirmek, Arap Kemeri politikasının hemen akabinde uygulamaya kondu.  Girê Sipî’nin “Tel Abyad”; Kaniya Dilan’ın  “Cerablüs”; Serê Kaniyê’nin “Eynl Arab” olması gibi.  Eh, bunu Türkiye daha 1950’lerde yapmıştı; Türkiye yaptıysa Araplar da yapabilirdi ve yaptılar nitekim.  Sayın Cumhurbaşkanı geçen gün yine konuyu ele aldı ve şöyle dedi:  “Tel Abyad’a DAİŞ giriyor, daha sonra DAİŞ oradan çıkıyor ve Tel Abyad’a bu defa PYD giriyor. Peki orası kime ait? Yüzde 95’i Arap ve Türkmen, yüzde 5’i Kürt. Böyle bir yerde şu anda orası boşaltıldı, önce ülkemize geldiler, sonra tekrar Tel Abyad’a geri döndüler. Dert, orayı kantona dönüştürmek ve kanton ilan ettiler. Şimdi bu artık Türkiye’ye bir tehdit oluşturmaya başlamıştır. Öyleyse gereğini Türkiye yapacaktır” (Milliyet, 26 Ekim 2015). Şimdi, eğer gerçekten Türkiye’ye bir tehdit varsa, cumhurun başı olarak Sayın Cumhurbaşkanı gerekli tedbirleri almalıdır. Ancak şimdiye kadar, Suriye’deki Kürt kantonlarından Türkiye’ye yönelik herhangi bir tehdit ve sınır ihlali yaşanmadığını biliyoruz. Bu arada benim en çok merak ettiğim, Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Girê Spî’nin demografik yapısıyla ilgili verdiği rakamlardı; yani nüfusun “Yüzde 95’i Arap ve Türkmen, yüzde 5’i Kürt” sözü.

 

Girê Spî 19 Eylül 2012’de IŞİD ve El Nusra’nın eline geçtikten sonra, bölgedeki yerleşik Kürtler planlı bir etnik temizlik uygulamasıyla yerlerinden çıkarıldı. IŞİD, 19 Temmuz 2013’te cami hoparlörlerinden Kürtlerin ilçeyi terk etmelerini, aksi halde öldüreceklerini ilan etti ve Kürt avı 5 Ağustos’a kadar devam etti. Bu uygulamadan önce, Arap Kemeri vahşetine rağmen Kürt nüfus, ilçenin nüfusunun yarısına yakınını teşkil ediyordu. Oranın kime ait olduğu nüfus üzerinde belirlenecekse, Girê Spî Kürtlere ait. Tabii, Sayın Cumhurbaşkanı Suriye’deki bir ilçenin nüfusunu bilmeyebilir; ancak bu verileri kendisine sağlayan danışmanlarının biraz bilgili, azıcık da insaflı olmaları gerekmez mi? Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı, bu ülkedeki Arap ve Türkmenlerin hakkını kolladığında, nüfusun en az üçte birini teşkil eden Kürtlerin de hak ve hassasiyetlerini dikkate almayı unutmamalı. Onlar da bu ülkenin vatandaşı.

 

Kuzey Irak mı?

 

Sayın Cumhurbaşkanımızın şu sözlerini de çok iyi anlayamadım: “Kuzey Irak’ta yaşananı, Kuzey Suriye’de yaşamak istemiyoruz. PYD, Araplara ve Türkmenlere etnik temizlik yapıyor. Bizim buna müsaade etmemiz mümkün değil” (Hürriyet, 29 Ekim 2015). Şimdi Girê Spî’deki yönetimin yürütme organında 7 Arap, 4 Kürt, 2 Türkmen ve 1 Ermeni yer alıyor. PYD, diğer Kürt örgütlerine karşı demokrat değil; nitekim Barzani yanlısı siyasi örgütlerin silahlı güçlerini bölgeye sokmadı; ancak azınlıklar meselesinde oldukça cömert. Haydi, Suriye Kürtlerini bir yana bırakalım; Ben Irak Kürdistanının Türkiye ile çok iyi ilişkilere sahip olduğunu, hattâ bölgede Türkiye’nin en iyi müttefiki olarak kabul edildiğini biliyorum. Üstelik bunun böyle olmasında, Kürt meselesinin çözümünde barış sürecini başlatıp, Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesut Barzani’yi Diyarbakır’da ağırlayacak kadar bir diplomatik jest ve incelik gösteren Sayın Cumhurbaşkanımızın büyük bir payı olduğunu düşünüyorum.

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik