Ana SayfaYazarlarAvrupa demokrasisine ağıt (requiem pour la démocratie européenne)

Avrupa demokrasisine ağıt (requiem pour la démocratie européenne)

 

Bir süredir yükselen ırkçılığın ve faşizmin yatağa düşürdüğü Avrupa demokrasisi 25 Mart Cumartesi günü Bern’de yaşamını yitirdi. İsviçre ya da Helvetik Konfederasyon Avrupa Birliği (AB) üyesi değil. Toprak bütünlüğünü güvence altına alan Viyana Kongresi’nden (1815) beri siyasi ve askeri olarak tarafsız ülke olan İsviçre Birleşmiş Milletler’e de 2002 yılından bu yana üye. 2008’den beri Schengen Anlaşması’na, 1963’ten beri AB dahil tüm Avrupa için demokratik standartları belirleyen Avrupa Konseyi’ne (AK) taraf. 1960’dan bu yana ayrıca Avrupa Serbest Ticaret Derneği’nin (EFTA/ European Free Trade Association) üyelerinden. Sonuç olarak, AB ile siyasi ve ekonomik alanda ileri düzeyde bütünleşmiş bir ülke olan İsviçre’nin Avrupa demokratik ailesinin de örnek üyelerinden biri olduğunu kabul etmek gerekir.

 

Ne var ki o İsviçre’de demokrasi 25 Martta ölümcül bir darbe aldı. Darbe ölümcüldü çünkü bu ülkenin yetkili makamları, Sosyalist Parti ve Yeşiller ile birlikte, PKK başta olmak üzere Türkiye karşıtı terör örgütlerinin de katıldığı gösteride, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şakağına dayanmış bir tabancayı resmeden ve “Kill Erdoğan with his own weapons” (Erdoğan’ı kendi silahlarıyla öldür) yazan bir pankart taşımalarına izin verdi. Ölümcüldü kuşkusuz çünkü “şiddet” demokrasinin ve temel hak ve özgürlüklerin önündeki tek sınır ve bu sınır o afişle aşıldı. Bu, -sonradan korteje katılan özerklik yanlısı 150 kişilik bir sol grubun soktuğu afiş denilerek- hafifletilecek, o kadar kolay hoş görülebilecek, kabul edilebilecek bir ihmal ya da kusur değil.

 

İsviçre’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2. maddesi en temel insan hakkı olarak yaşam hakkını düzenliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) AİHS’nin 10. maddesindeki ifade, 11. maddesindeki toplantı ve dernek kurma özgürlüğüyle ilgili içtihatlarına göre “şiddete çağrı, övgü, şiddet kullanan örgütlerle organik ilişki kurma, bu örgütlerin eylemlerini kınamama” bu özgürlüklerin engellenmesinde temel ölçüt. Bu hususları, Türk anayasal ve yasal sisteminde yer alan siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili hükümleri eleştirmek için çeşitli yazılarımda dile getirmiştim. Ama itiraf etmem gerekir ki bu eleştirileri yaparken, Avrupa demokratik ailesinin İsviçre gibi önemli bir üyesinin AİHS hükümlerini tersinden ihlal edebileceği, AİHM içtihatlarına aykırı bir tutum izleyebileceği hiç aklıma gelmemişti.

 

Bir ülkede yabancı bir ülkenin doğrudan halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın öldürülmesi çağrısı yapılması öncelikle o ülke seçmenlerine hakaret, hatta tehdit niteliği taşıyor. Oy vermiş olalım, olmayalım, Türkiye’nin seçilmiş yöneticilerine suikast çağrısı yapılmasına izin verilmesi ne demek? Böyle bir şeyin değil AİHS’inde, uluslararası hukukta, devletler arası ilişkilerde yeri olabilir mi? 

 

Kaldı ki bu gösteriye izin verilmesinde başka bir sorun daha var. O da Türkiye’de darbe yapmaya, şehir işgalleriyle toprak bütünlüğümüzü yok etmeye kalkışan teröristlere sahip çıkılıyor olması. Teröristlere değil böyle bir pankart taşıma, barışçıl gösteri hakkı tanınması dahi hukuka aykırı. Ne var ki İsviçre’nin Fransızca yayın yapan en büyük gazetesi Le Temps bu gelişmeleri sadece hikâye etmekle yetiniyor ve gösteride kullanılan “Tuez Erdoğan” pankartı için bir demokrattan beklenen tepkiyi vermiyor. Tepki bir tarafa, göstericilerin Türkiye’ye ilişkin görüşlerini, başka bir deyişle yalanlarını da aktarıyor. Neler mi?

 

Göstericilere göre, Türkiye’de “başarısız kalan darbe girişiminden bu yana”, demokrasi ve hukuk devleti askıya alınmış, ülkede ve özellikle Kürt bölgelerinde şiddet ve savaş varmış mesela. Darbe girişimi ve PKK’nın Türkiye’ye saldırıları daha iyi aklanabilir mi bilmem ama bu da yetmiyor. Gazete ayrıca organizatörlerin Erdoğan ve partisi nedeniyle binlerce kişinin işinden, özgürlüğünden olduğundan bile söz ediyor. Bunları söyleyenler belli ki o ülkeye sığınmış darbeciler ve yandaşları. Onların görüşlerini aktarmak sonuçta darbe girişimine dolaylı destek anlamına gelmiyor mu?   

 

Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkün. Ama özetlemek gerekirse, İsviçre 25 Mart’ta AB ülkelerinde ve özellikle medyalarında uzun süredir şaşkınlıkla izlediğimiz Erdoğan üstünden Türkiye karşıtlığını bir adım daha ileri götürerek Avrupa demokrasisine son darbeyi indirmiş bulunuyor. Ne tesadüf ki o gün, ırkçılık, faşizm, Nazizm ve savaşın yakıp yıktığı Eski Kıta’yı başta “in varietate concordia’ (çeşitlilik içinde birlik) ilkesi olmak üzere demokratik değerler temelinde birleştirerek AB’ye dönüşecek olan AET’yi kuran Roma anlaşmalarının da 60. yıldönümüydü. Bu vesileyle Roma’da bir araya gelen AB liderleri ve üye ülke temsilcileri 2008 kriziyle zayıflayan, Brexit’le sarsılan ve dağılma tehdidini üzerinde hissetmeye başlayan Avrupa’yı gelecekte daha da güçlendirmek amacıyla bir bildiri yayımladılar.  

 

Bildiri “şansımız birlik olmamız. Avrupa ortak geleceğimiz” cümlecikleriyle son buluyor ama bu ortak metin üzerinde bile derin görüş ayrılıklarının ortaya çıktığı kimse için sır değil. Söz konusu görüş ayrılıkları aslında üyelerin ekonomik ve sosyal farklılıklarından ve bağlı olarak AB’nin geleceğine ilişkin farklı çıkarlarından kaynaklanıyor. Örneğin Merkel ve Hollande “çok vitesli Avrupa” üzerinde anlaşmışken, bu projeye kendilerini ikinci sınıf üye kategorisine düşüreceği gerekçesiyle Polonya ve Romanya’nın başını çektiği ülkeler karşı çıkıyor. Ayrı bir tartışma konusu ama bu farklılıklar nedeniyle AB’nin geleceğinin çok da parlak olmadığının altını çizmek gerekiyor.

 

Aslında AB’nin geleceği, son dönemde Almanya ve Hollanda başta, üye ülkelerde ayaklar altına alınan ve son olarak AB üyesi olmasa da ayrılmaz bir parçası olan İsviçre’de öldürülen demokrasiye bir an önce sahip çıkılmasına bağlı. Bu söylendiği ve yazılıp çizildiği kadar kolay değil ama o pankartta Erdoğan’ın şakağına dayanmış tabanca için gereği yapılmadıkça Avrupa demokrasisi için ağıt düzmekten başka çare de kalmıyor. AB liderleri bunun için mi Roma’da topluca Papa Francesco’yu ziyaret ettiler bilmem ama La Croix’ya göre gerçek bir “Avrupa dersi” aldıklarına bakılırsa günah çıkarmış olduklarını umalım.

 

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -