Ana SayfaYazarlarEr ist wieder da (Bak kim geri döndü)

Er ist wieder da (Bak kim geri döndü)

 

Almanca bildiğim dillerden değil. Bu sözcüğü Timur Vermes’in Almanya’da 2012’de Eichborn yayınlarından çıkan, daha sonra aynı isimle filme de çekilen romanının adı olduğu için kullanıyorum. Parantez içinde filmin Türkçe versiyonundaki karşılığı yer alıyor. Macar asıllı yazarın babası 1956’da Budapeşte’den kaçmış bir karşı devrimci. “Er ist wieder da” 1967’de Nürnberg’de doğan ve çeşitli magazinler ve tabloid gazetelerde çalışan yazarın ilk romanı. 41 dile çevrilmiş ve kısa sürede 1 milyonu Almanya’da olmak üzere 2 milyon satmış.

 

David Wnendt’in aynı isimle sinemaya uyarladığı bu roman “Adolf Hitler bugün yaşasaydı ne düşünür ne yapardı” temasını mizahi bir yaklaşımla aktarıyor. Öykü basit aslında. Hitler, üzerinde üniforması ve aklında savaşı hala kazanabileceği düşüncesiyle 70 yıl sonra Berlin’de uyanıyor. 1945’de ne olduğunu hatırlamıyor ama aklında hep aynı fikir var: iktidara gelmek ve tüm dünyaya hâkim olmak. Önce kendisini tanımayan insanlara derdini anlatmaya çalışan bir meczup olarak sokaklarda dolaşıyor. Ta ki bir muhabir onu keşfedene ve bir televizyon yapımcısının desteğiyle, bu kez bir komedyen olarak ekranlarda boy gösterene kadar. Adolf Hitler bu defa ekranlardan milyonlara ulaşmayı başarıyor.

 

Er ist wieder da” izleyicisini güldürüyor belki ama korkunç bir gerçeği de ortaya koyuyor. O da Hitler figürünün bugün, 70 yıl sonra hâlâ Almanya’da kitleleri büyülediği gerçeği. Bu, Nazizm hayranlığının aslında aşırı Sağcı, ırkçı Almanya Nasyonal-Demokrat Partisi NPD (Nationaldemokratische Partei Deutschlands) seçmenleriyle sınırlı olmadığını gösteren son derece acı bir gerçek.

 

Filmde Adolf Hitler, NPD’nin bir mitinginde genç bir göstericiyle konuşuyor. Gösterici Hitler’e “daha çok demokrasi” istediğini söylüyor. Ama kafasındaki demokrasi “evrensel demokrasi” değil.  Göstericiye göre, demokratik sistemin bir Şef’e ihtiyacı var, “masaya yumruğunu vuracak ve nokta diyecek” güçlü bir Şef’e. “Çok haklısın” diye cevap veriyor 70 yıl sonra dünyaya dönen Führer,işte benim demokrasi anlayışım da aynen böyle.

 

Almanya’da bugün iktidardaki büyük koalisyonun demokrasi anlayışını böyle karikatürize etmek mümkün değil kuşkusuz ama Türkiye’nin Cumhurbaşkanı başta, seçilmiş hükümetinin üyelerine karşı diplomasinin klasik ilkeleri dâhil demokrasinin temel ilkelerini çiğnemesinin kabul edilebilir yanı yok. “Bağımsız” medyasının ardı arkası kesilmeyen dezenformasyonu ve Türkiye düşmanlığı bir yana bırakılsa dahi Alman makamlarının Türk bakanların iki ülke arasında doğal bir dostluk köprüsü oluşturan çifte vatandaşlarla buluşmasını engellemesini öncelikle diplomatik nezaket kurallarıyla bağdaştırmak mümkün değil.

 

Almanya’nın arka bahçesi Avusturya’nın Başbakanı Christian Kern’in AB düzeyinde Türk bakanlara propaganda yasağı getirilmesi önerisi ile Hollandalı ırkçı Milletvekili Wilders’in iki ay boyunca Türk hükümetinin üyelerinin “persona non grata” ilan edilmesi incisini ayrıca değerlendirilecek ciddiyette bulmuyorum. İtiraf etmeliyim ki AB ile bütünleşme sürecinde emek harcamış eski bir diplomat olarak çok değil bundan sadece 1-2 yıl öncesine kadar böyle bir şeyin olabileceğini söyleseler “komplo teorisi” diye inanmazdım. Oysa bugün üzüntüyle görüyorum ki bir barış projesi olan AB’nin temel ilkeleri, iki motor ülkesinden biri tarafından ayaklar altına alınıyor.

 

Almanya ve diğer AB ülkelerinin ya da AB Komisyonu ve Parlamentosu’nun demokrasi ilkeleri çerçevesinde Türkiye’ye müdahalesini, bu üslupla olmamak kaydıyla, kabul etmek mümkün. Örneğin idam cezasının geri getirilmesiyle ilgili bir gelişme olursa uyarıda bulunmaları doğal. Ama Türkiye’nin hangi hükümet sistemini benimseyeceği hakkında kendi tercihlerini dayatmak gibi bir hakları olamaz. Çünkü parlamenter, başkanlık ya da Fransa gibi yarı başkanlık sistemleri ülkelerin demokratik niteliklerini belirleyen temel ölçüt değil.

 

Gel gör ki Alman hükümeti diplomatik nezaket kurallarına aykırı tutumuyla, oy vermiş veya vermemiş olalım bizim seçtiğimiz Cumhurbaşkanı ve hükümet üyelerine düşmanlık yapmakla kalmıyor. Aynı zamanda hangi sistemle yönetileceğimiz hakkında en azından Almanya’da oy kullanacak vatandaşlarımıza “hayır” tercihini adeta dayatıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Nazi uygulamaları” olarak nitelediği bu düşmanca tutum aslında iki gündür altını çizdiği gibi “evet” oylarını güçlendiriyor. Sadece Almanya’daki seçmen vatandaşlar değil, Türkiye’deki tüm seçmenler nezdinde de. Bu ayrı bir tartışma konusu elbette.

 

Er ist wieder da” filmine ve izleyicisini üzerinde düşündürttüğü temel konuya dönecek olursak, Almanya’da belki yeni bir Hitler’in iktidara gelmesi değil ama Nazizm’in giderek bu etiketi taşımayan partilerde de güçlenmesi göz ardı edilmemesi gereken bir vakıa. Geçen 17 Ocak’ta Karlsruhe Anayasa Mahkemesi NPD’nin kapatılması talebini reddetti. Aslında ulusal düzeyde fazla oya sahip olmayan NPD’nin yasaklanması, Adalet Bakanı Heiko Maas’ın belirttiği gibi, aşırı Sağ’ın, hatta Nazizm’in kökünün kazınacağı anlamına gelmiyor. Sadece aşırı Sağ’da mevcut örneğin Batı’nın İslamlaştırılmasına karşı Avrupalı Vatanseverler hareketi PEGİDA (Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes) gibi partilerin var olması nedeniyle değil. Aynı zamanda Nazi militanları tarafından kullanılmakta olan unutulmuş kelime ve deyimlerin siyasi arenada yeniden kullanılmasına başlanmasından ötürü de.

 

Atlantico, 17 Aralık 2016’da konunun (sosyolengüistik) uzmanı Philippe Blanchet ile yapılan bir söyleşiyi yayımladı. Blanchet, Almanya’da bugün örneğin göçmenler için “halk düşmanı” anlamına gelen “Volksverräter teriminin kullanıldığına dikkat çekiyor. Nazi döneminde parti yönetici ve militanlarınca yaygın biçimde kullanılan bu kelime aşırı Sağ ideolojiyi toplumda başat kılmanın bir yolu. 80’li yıllarda bu sözcüğün kullanımı “nefret söylemi” kapsamına girerken özellikle 2010’dan bu yana serbest dolaşıma sokulmuş durumda. Bu, Almanya’ya özgü bir eğilim de değil; Avrupa’nın aşağı yukarı her ülkesinde 1920/30’lı yılların vokabüleri insani değerlerin ön plana çıkarıldığı ikinci dünya savaşı ertesinin barışçıl ortamını aratıyor.  (Http://www.atlantico.fr/decryptage/en-allemagne-vocabulaire-nazi-refait-surface-dans-discours-politiques-philippe-blanchet-2911186.html)

 

Dolayısıyla bu konuyu Türk-Alman ikili ilişkilerine yansıyan gerilimden bağımsız olarak Avrupa’ya ve dünya geneline yansıyan olumsuz yönleriyle değerlendirmekte yarar var. AB eski AB gibi barış ve iktidarın kalesi değil artık. Dünya da demokrasi ve insan haklarına dayalı yeni düzenine geçebilmiş değil ne yazık ki. O bakımdan “Er ist wieder da” romanının kurgusu çok da gerçekdışı görünmüyor. Hitler yeniden doğmaz kuşkusuz ama ruhunun ve düşüncelerinin hortlamaması için demokrasinin temel ilkelerine bugün çok daha ciddiyetle sarılmak gerekiyor.  

 

 

 

 

- Advertisment -