Ana SayfaYazarlarTestosteron Diplomasisi

Testosteron Diplomasisi

Başlıkta kullandığım “testosteron diplomasisi” ifadesini Londra merkezli dijital gazete Middle East Eye’ın sadece Fransızca sürümünde yayımlanmış olan Barah Mikaïl’in “Suriye: testosteron diplomasisinin ifade ve sınırları “(Syrie: expressions et limites de la «diplomatie testostérone») başlıklı yazısından aldım. Barah Mikaïl, Madrid merkezli Orta Doğu ve Afrika araştırma ve stratejik eylem merkezi Stractegia ’nın kurucu direktörü. Daha önce Paris-8 Saint Denis Üniversitesi Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü IRIS’te (Institut des Relations Internationales et Stratégiques) baş araştırmacılık yapmış olan Barah Mikaïl’in Fransızca yayımlanmış dört de kitabı var.

 

Mikaïl “testosteron diplomasisi” ifadesini, Başkan Trump’ın Amerikan askeri kapasitesine atıfta bulunarak rakiplerine gözdağı veren tweetlerle yürüttüğü diplomasi tarzı için kullanıyor. Yazısı ABD’nin Birleşik Krallık ve Fransa ile birlikte önceki gece Suriye’de gerçekleştirdiği belirli hedeflere yönelik füze saldırılarından bir gün önceki tarihi (13 Nisan) taşıdığı için bu ifade güncel bir tanımlama ama sadece söylemle sınırlı bir diplomasi tarzını ifade etmiyor. Esed rejiminin halkına karşı kimyasal silah kullanmasının ABD ve Avrupalı müttefikleri için kırmızıçizgi olduğunu kendi ifadeleriyle yeniden vurgulamak amacıyla gerçekleştirilen bu operasyonu da kapsıyor. Tweetlerle meydan okumanın inandırıcılığını vurgulamak için. Nitekim Barah Mikaïl de, bu diplomasi tarzının, Washington’un Suriye’de “kurumsal bir değişiklikten çok”, Rusya ile çatışma riski taşıyor olsa da kendi askeri operasyon kapasitesini dosta düşmana gösterme arzusuyla örtüştüğünün altını çiziyor. (http://www.middleeasteye.net/fr/opinions/syrie-expressions-et-limites-de-la-diplomatie-testost-rone-320199420)

 

Bu bağlamda değerlendirildiğinde, ABD ve Avrupalı müttefiklerinin, bu operasyonun “insani bir yaklaşımla” Esed rejiminin muhaliflerine karşı gerçekleştirdiği kimyasal silahlı saldırıların cezasız kalmayacağına dair “güçlü” bir karşılık olduğu açıklaması pek inandırıcı görünmüyor. Çünkü rejimin bugüne kadar gerçekleştirdiği çok sayıda kimyasal saldırı geçen yılki istisna dışında böyle bir karşılık görmüş değil. Bu kadar kimyasal silah saldırısından sonra çıkıp “bu kırmızıçizgimizdir” demek, bugüne kadar kırmızıçizgilerin çiğnenmesine ses çıkarılmamış olunmasının sorumluluğunu üstlenmeyi de beraberinde getiriyor.     

 

Aslında altının çizilmesi gereken bir husus daha var: o da Suriye’de yüzbinlerce sivil ölümün büyük çoğunluğunun konvansiyonel silahlarla gerçekleşmiş olduğu gerçeği. Suriye’de insani bir tutum almak sivil ölümlere ilkesel olarak tümden karşı çıkmayı gerektiriyor. Ölümlerin hangi tür silahlarla gerçekleştiğine bakarak tutum almak insani bir yaklaşım değil kuşkusuz.

 

Bu itibarla ABD ve müttefiklerinin Suriye’ye yönelik füze operasyonunun gerekçesini insani yaklaşımın ötesinde aramak gerekiyor. Bu bağlamda füze operasyonunun Batılılar’ın Suriye siyasi ve askeri sahasına geri dönüşünü simgelediğini söylemek mümkün. IRIS’in Orta Doğu uzmanlarından Karim Bitar’ın Slate.fr’de yayınlanan konuyla ilgili analize yansıyan görüşüne göre, son dönemde ufukta “Batılıların oyun dışı kaldığı bir Suriye Yalta’sı belirmekte. Askeri bir operasyon onlara burada rol alma imkânı verir mi? Kesin değil, çünkü ABD’nin müttefiki olanlar dâhil bölgesel güçler Washington’un başat rol oynamasını istemiyor.” Bitar açıkça zikretmiyor ama ABD’nin Suriye’de liderlik rolü üstlenmesini istemeyen müttefiklerinin başında Türkiye geliyor. Bize göre nedeni son derece net: ABD’nin Fransa ile birlikte YPG’yi müttefik ilan etmesi.

 

Philippe de Clermont Tonnerre (PCT) Slate.fr’deki analizinde, Washington ve Paris’in 2013’e kadar Suriye iç savaşının başat aktörleri olduğuna, Rusya’nın müdahalesinden sonra bu pozisyonlarını yitirmeye başladıklarına, Daesh’le mücadelenin sona ermesiyle giderek oyun dışı kaldıklarına işaret ediyor. Füze operasyonuyla oyuna yeniden dâhil olma yollarını arayan ikilinin Kürt bölgesine (PYD kontrolündeki bölge) yeniden asker konuşlandırmalarının da aynı amacı taşıdığını ve Rus-Türk-İran Zirvesi’ne cevap oluşturduğunu vurguluyor.

 

ABD, BK ve Fransa’nın ortak füze operasyonu ile Suriye’de oyuna yeniden dâhil olma niyeti taşıdıkları belli. Bu girişimin ayrıca başat rol almadıkları Astana sürecine karşı geliştirilmiş olduğu da açık. Esed rejimine karşı bir girişimin Astana üçlüsünün temel çelişkisini ortaya çıkarmasının da doğal olduğu hesaba katıldığında operasyonu bu bağlamda okumak doğru. Türkiye’nin operasyona tepkisi doğal olarak Rusya ve İran’ınkinden farklı. Ama resmen benimsediği pozisyon, Suriye rejimine bakışlarında baştan beri mevcut olan farklılığa karşın Astana sürecindeki ortakları ile işbirliğini sürdüreceği yönünde oldu.

 

Kabul etmek gerekir ki bu tutumun başat gerekçesini ABD ve müttefiklerinin PYD/YPG ile ortaklık ilişkisi oluşturuyor. Konuyla ilgili görüşünü aktardığım PCT ise bu ortaklığın NATO müttefiki Türkiye’ye karşı neden oluşturulduğunu hiç sorgulamıyor. Buna karşılık Ankara Zirvesi’ne tepki olarak askeri yönden güçlendirildiğine işaret ediyor. Bu politika değişmediği sürece ve bundan sonra belki de hiçbir zaman Astana ortaklığının bozulması, dolayısıyla ABD ve müttefiklerinin Suriye’de başat rol oynamaları mümkün olmayacak.

 

Aslında ABD ve müttefiklerinin Suriye’de hava operasyonlarını genişletseler dahi artık başat rol oynamayacaklarına inanan batılı uzmanlar çok. Slate.fr’de yayımlanan “Rusya, temel oyun değiştirici” (La Russie, principal «game changer» ) başlıklı yazıda özetle, ABD ile Fransa ikilisinin daha 2013’te Suriye’de Esed’i iktidardan indirecek Libya tipi bir operasyona hazırlandığı ama Obama’nın Kongre’nin Suriye’de bir askeri seçeneğe sıcak bakmadığı bahanesiyle geri adım atması üzerine Fransa’nın yalnız kaldığı ve bundan sonra devreye İran , ve Rusya’nın girmesiyle Batı’nın başat rolünün giderek azaldığı savunuluyor. Buna paralel olarak Rusya’nın sadece arazide değil aynı zamanda siyasi alanda da Suriye’deki oyunun temel aktörü olarak ön plana çıktığı vurgulanıyor.

 

Batılıların Suriye’de bundan böyle başat aktör olamayacağını savunan uzmanlardan biri de  Fabrice Balanche. Gerekçe olarak ülkenin dört etki alanına bölünmesini gösteriyor. Yüzde 56 oranında bir alanın Rusya ve İran destekli rejime ait olduğunu belirten Balanche, muhaliflerin ikinci, Türkiye ve müttefiklerinin üçüncü, ABD destekli Kürtlerin (PYD/YPG) de dördüncü etki alanını (yüzde 28) kontrol ettiğine dikkat çekiyor.

 

Fransız uzmanlara göre, Batılıların Suriye’de küçük bir alana sıkışmasının sorumlusu ABD yönetimlerinin aldığı çelişkili kararlar. Fransa, ABD’nin bölgeden çekilmeye karar vermesi halinde yerini almaya hevesli. Bitar, “Fransa’nın bölgede daha önemli bir rol oynaması talep ediliyor” diyor. Talep edenlerin kim olduğunu açıklamıyor ama PYD/YPG çevresi olduğuna kuşku yok. Macron’un Türkiye ile PYD arasında arabuluculuk teklifinde bulunması da bunu doğrulayan bir gelişme. (http://www.slate.fr/story/160360/trump-macron-syrie-yalta-attaque-chimique)

 

Başlı başına ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz ama Türkiye’nin, PYD/YPG’ye destek olan bu politikasıyla Fransa’nın bölgede, üstelik sınırlarının dibinde daha önemli bir rol oynamasına vize vermesi mümkün değil. Tarihte yaşadıklarımız da buna elvermiyor. O bakımdan Fransız uzmanların bu görüşünün bir hüsnükuruntudan ibaret olduğunu söylemek mümkün.

 

Sonuç olarak belirtmek gerekirse, testosteron diplomasisi tek başına Suriye’de kartların yeniden dağıtılmasını sağlayacak ölçüde etkili bir araç olacağa benzemiyor. Ama İran ve Rusya’ya doğrudan, Türkiye’ye ise dolaylı genel mesajlar içerdiğine kuşku yok.                    

 

        

- Advertisment -