Ana SayfaYazarlarAK Parti: ‘Dava siyaseti’nden ‘davaizm’e...

AK Parti: ‘Dava siyaseti’nden ‘davaizm’e…

 

Bir siyasi partiyi ‘içeriden’ eleştirenlere karşı gösterilen tepkinin niteliği, o partinin yalnız demokratikliği-otoriterliği hususunda değil, kendine güveni-güvensizliği hususunda da güvenilir bir ölçü teşkil eder.

Şöyle de diyebiliriz: Bir siyasi partinin, parti çizgisine karşı ‘içeriden’ yöneltilen eleştirilere karşı tahammülü azalmaktaysa ya da o eleştiriler partide önceki eleştiriler karşısında ortaya çıkmayan bir özgüven sorununa ve telaşa yol açmaktaysa, o parti otoriterleşme süreci içindedir.

İçeriden eleştirilerin tahammülsüzlüğe, özgüven sorununa  ve telaşa yol açması, doğruluğuna ve haklılığına iman edilmiş bir ‘dava’nın ön planda tutulduğu siyasi hareketler ve partiler için neredeyse kaçınılmazdır: Otoriter yönetimler, inandıkları ve toplumu ikna etmeye çalıştıkları ‘tek doğru’yu yıpratacak her içeriden eleştiriyi ‘akıl dışı’ diye damgalarlar ve sahiplerini cezalandırırlar.

Buna karşılık, odağına ‘dava’yı değil de toplumsal talepleri alan (pragmatik?) siyasi hareketlerin otoriterliğe kaymaları çok daha uzak bir ihtimaldir.

 

Toplumsal taleplere odaklı siyaset, ‘dava siyaseti’, ‘davaizm…

 

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), toplumsal taleplere odaklı bir siyasi parti olarak doğdu, kabaca 10 yıl boyunca bu hatta devam ettikten sonra yönetme zorluklarının da etkisiyle ‘dava’ odaklı bir siyasete yöneldi ve bu da kaçınılmaz olarak otoriterleşmeye yol açtı.

AK Parti’nin, kabaca son dört-beş yılında ‘dava’yı toplumsal taleplerin önüne geçirerek siyasetin merkezi haline getirmesi, yani ‘dava siyaseti’, partinin toplumu yönetebilme kapasitesinin giderek daralmasıyla birlikte yeni bir aşamaya varmış görünüyor. Partide, içeriğinin tartışılmasına izin verilmeyen bir ‘dava’ya mutlak itaat talep eden bir anlayış hâkim olmuş durumda ki, buna ‘davaizm’ demek hiç abartılı olmaz.

AK Parti’nin güncel toplumsal taleplere duyarlı bir siyasi anlayıştan (birinci aşama, kabaca 2002-2011/2012 arası) kopup ‘dava siyaseti’ne (ikinci aşama, kabaca 2012-2016/2017 arası) yönelmesinin en önemli sonuçlarından birinin otoriterleşme olduğunu önceki yazılarımda ele almıştım.

Şimdi ise, özellikle cumhurbaşkanığı adaylığı bağlamında Abdullah Gül’ün üzerine düzenlenen seferberlikle iyice kristalize oldu ki, artık ne olduğu bile tarif edilemeyecek kadar amorf bir hal almış ‘dava’ya dair ‘içeriden’ birkaç eleştirel cümle kurmak için linççi bir dışlanmayı göze almak gerekmektedir. İşte, ‘dava siyaseti’nin bu aşamasına ben ‘davaizm’ diyorum (üçüncü aşama, kabaca 2016/2017 ve sonrası).

 

‘Dava siyaseti’ ve otoriterleşme…

 

‘Davaizm’ meselesine bu yazının sonunda tekrar döneceğim, fakat ondan önce, ‘davaizm’in bir önceki aşaması olan ‘dava siyaseti’nin neden kaçınılmaz olarak otoriterleşme üreteceğini ve ürettiğini ele almak istiyorum.

Serbestiyet’teki “Bir otoriterlik kaynağı olarak ‘dava siyaseti’” (25 Ocak 2018) başlıklı yazım şu cümlelerle başlıyordu:

“Tarihteki bütün büyük anlatılar (davalar), ister bir milletin büyük idealleriyle, isterse de bütün bir insanlığın büyük idealleriyle bağlantılı olsun, daima otoriter siyasi sistemleri beslediler, onlara kaynaklık ettiler.

“Çünkü büyük anlatılar büyük (‘aşırı’?) haklılık duygusuyla birlikte yürürler ve bu duygu, büyük anlatının sahiplerine, büyük anlatının hedefleriyle uyumlu olmayanları susturmada esaslı bir meşruiyet kaynağı sağlar.”  

 

Şükrü Hanioğlu’nun tespitleri

 

Zikrettiğim yazıyı, Şükrü Hanioğlu’nun “Bütün kötülüklerin kaynağı ne?” (Sabah, 22 Ocak) başlıklı yazısının verdiği ilhamla kaleme almıştım.

Hanioğlu yazısında önce “Türkiye’de son 200 yıldır otoriter iktidarların kısa aralar hariç birbirini izlediğini”, “‘özgürlük’ vaadiyle iktidara gelen değişik siyasal hareketlerin ‘tümü’nün süreç içinde ‘otoriter’liğe savrulduğu”nu hatırlatıyor ve böylesi sürekli bir otoriterliğin “günah keçisi” söylemiyle anlaşılamayacağı tespitini yapıyordu. Hanioğlu’na göre bunun yapısal bir nedeni olmalıydı.

Hanioğlu, “sürekli otoriterliği” açıklamak üzere bu noktada benim “büyük anlatılar” diye ifade ettiğim, kendisinin “mega toplumsal projeler ve söylemler” dediği yaklaşımları sorumlu tutuyordu:

"(…) ’Siyaset’in kitlelere yukarıdan bakan bir dönüşüm ve toplumsal mühendislik projesi biçimini alması, onun güncellik ile ilişkisini azaltmakla kalmamış, taleplere cevap verme özelliğinin de göz ardı edilmesine neden olmuştur. Bu ise mega projelerin sahiplerinin kitlelerle ‘hedefler büyük, karşılıksız destekleyin, mutlu sona ulaşalım’ temelli, ‘tek yönlü’ bir ilişki kurarak, otoriterliğe kayması neticesini doğurmuştur. (…)

“Bâb-ı Âlî diktatörlüğü, II. Abdülhamid rejimi, İttihadçılık, Tek Parti idaresi değişik ‘mega’ söylemler çerçevesinde büyük dönüşümler gerçekleştirme iddiasıyla ortaya çıkmışlar, buna karşılık, ‘güncel’ ve kitlesel talepleri göz ardı etmişlerdir. Bunun, günümüze uzanan bir gelenek ve içinden çıkılamayan bir otoriterlik sarmalı yarattığı ortadadır.”

Hanioğlu’na göre, “Mega projeler ve ‘dava’lara odaklı, toplumsal talepleri ikinci plana atan, bunun yanı sıra ‘çoğulculuk’ ve ‘hukuk’u araçsallaştıran ‘yüksek siyaset’in otokratik karakter kazanmaması mümkün değildir.”

Hanioğlu, yazısının sonunda AK Parti iktidarını iki döneme ayırıyor ve onun da bu eğilimin dışında kalamadığını anlatıyordu:

“Toplumsal taleplere duyarlı, dolayısıyla çoğulculuğa ve çok sesliliğe açık” ilk dönem ile “Mega projeler ve ‘dava’lara odaklı, toplumsal talepleri ikinci plana atan, bunun yanı sıra ‘çoğulculuk’ ve ‘hukuk’u araçsallaştıran” ikinci dönem.

 

Ve üçüncü dönem: ‘Davaizm…’

 

AK Parti’nin izlediği ‘dava’ odaklı siyaset 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yeni bir biçime bürünmeye başladı. Artık dışarıdaki AK Parti ‘düşmanları’nın susturulması yetmiyordu, içerideki ‘mış gibi’ yapan AK Partililerin de partilerinin ‘sözde’ iyiliği için öne sürdükleri görüşlere tahammül edilmiyordu. Çünkü ortada ‘yanılmayan’ bir lider vardı ve dolayısıyla onun görüşleriyle uyum içinde olmayan herhangi bir görüşün doğru olması ihtimali yoktu.

Liderin, çelişkiler içerse de istediği zaman istediği tadilatı yapabildiği ‘dava’yı içeriden eleştirmek için siyasi linci, dışına çıkıp ona alternatif  önermek için ise ihanet suçlamalarını göze almayı gerektiren bir siyasi vasat… Ben işte buna ‘davaizm’ diyorum.

Bir siyasi hareket, varlığının devamı için ‘davaizm’e sığınmak zorunda kalmışsa, o siyasi hareket için çanlar çalıyor demektir.

AK Partililerin bunu anlamaları için, 2000-2001’de ‘Milli Görüş davası’nın dışına çıkmaya karar verdiklerinde, Erbakan ve çevresinin onlara karşı ‘davaizm’ silahına sarıldıklarını hatırlamaları yeter.

Sonrasında olanları hepimiz biliyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -