Ana SayfaYazarlarAtaerkil bir öfke mi, rasyonel bir hesap mı?

Ataerkil bir öfke mi, rasyonel bir hesap mı?

 

Duygu ve davranışları ataerkil zihniyet içinden şekillenmiş insanların, otoritesi altındaki başka insanların  “nankörlüğü” karşısında nasıl davrandıkları bilinir: “Nankörlük” kolay kolay affedilmez, hatta ataerkil bireyin “nankör”e önceki sevgisi ne kadar çoksa, onu ne kadar çok koruyup kollamışsa, öfkesi de o oranda şiddetli olur.

Ataerkil birey vermekten hoşlanır, çünkü bu onun gücünü gösterir… Fakat ataerkil bireyden bir şey talep edilmesi, ya da “doğru” olarak belirlediği davranış çerçevesinin dışına çıkılması onun öfkelenmesinden başka bir sonuç doğurmaz. Ataerkil babalarla oğulları arasındaki sıcak ilişkinin, oğulların olgunlaşmaya, bireyleşmeye başlamalarından itibaren bozulmaya yüz tutmasını bu analiz çerçevesinde açıklamak kaba bir indirgemecilik sayılmamalıdır.  

Af dilemeyip nankörlüğe devam eden yoldan çıkmışları pusuda bekleyen ikinci itham ise çok daha ağırdır: İhanet… Denilebilir ki, ataerkil bireyin, bir süre öncesine kadar kendinden gördüğü, fakat artık ihanetle suçladığı birine karşı hissettiği husumet, düşmanına karşı hissettiği husumetten bile daha güçlüdür. Çünkü o artık bir “iç düşman”dır ve iç düşmana beslenen öfkenin tadı hiçbir öfkeyle kıyaslanamaz!

 

Osman Kavala’nın gözaltına alınmasındaki “akıl”

 

Akıllı davranışı, “aklı kendi yararına olacak tarzda kullanmak” diye tarif edersek, karar alma süreçlerine akıldan çok duyguların yön verdiği ataerkil zihniyet sahiplerinin, sık sık kendi menfaatlerine aykırı kararlar almalarında şaşıracak bir şey görmeyiz.

Bütün bu özellikler elbette siyasette ataerkillik ve ataerkil zihniyet sahiplerinin yön verdiği yönetimler için de geçerlidir.

Etyen Mahçupyan, Sizce akıllı mıyız? (Karar, 22 Ekim) başlıklı yazısında, aklı “bir canlının kendisi ve türü için iyi olanı yapma veya onu sağlama becerisi” olarak tanımladıktan sonra, Türkiye’nin son Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) politikalarının böyle bir “beceri”yi değil ataerkil bir tepkiyi yansıttığını söylüyor.

Neden öyle olduğunu Mahçupyan’ın yazısından okuyabilirsiniz, ben o bölümleri atlayıp yazısının sonuna koyduğu “not”a ve oradan da başlıkta biraz muğlak bıraktığım bugünkü yazımın konusuna gelmek istiyorum.

Mahçupyan’ın “not”u şöyle: “Medyada istihbari manipülasyon sonrası Osman Kavala, ardından ORSAM Başkanı Şaban Kardaş… Akıllı mıyız diye sormaya gerek kalmadı galiba.”

Yazının bütünüyle birlikte okunduğunda, bu not, tıpkı “Irak ve IKBY politikaları”nda olduğu gibi, son gözaltıların da aklı devre dışında bırakmış ataerkil bir öfke patlamasının ürünü olduğuna işaret ediyor. Yani böylece iktidar, kendisinin ve ülkenin menfaatlerine aykırı olacak biçimde “akılsızca” davranmış oluyor.

Ben, son gözaltıların (ve önceki benzer uygulamaların) “yoldan çıkmış evlat”larını cezalandırmaya pek hevesli ataerkil, akılsız bir öfkenin ürünü olduğu hususunda o kadar da emin değilim. Peki, öyle değilse ve bu işlerin arkasında rasyonel bir hesap (akıl) varsa, bu ne olabilir?

Bu soruya cevap vermeden önce, izahı hiç kolay olmayan ve iktidarı özellikle Batı’da güç durumda bırakacak temelsiz yargısal suçlamalar ve hoyrat uygulamalarla ilgili olarak iktidar medyasında bir ara uç veren, fakat sonra bir daha sözü edilmeyen “polis ve yargıdaki kripto FETÖ’cülerin işi” argümanına dair kısa bir hatırlatmada bulunmak ihtiyacı duyuyorum. Çünkü bu hatırlatmalar, “bu işlerin arkasında rasyonel bir hesap olabilir mi?” sorusuna birazdan vereceğim “olabilir” cevabını destekler nitelikte…

 

“Kripto FETÖ’cüler” argümanının yükselişi ve çekilişi

 

İktidara yakın yazarlar bir ara (kabaca 2017’nin başıyla bahar ayları arasında), temelsiz ya da özensiz kimi yargısal uygulamaları, Sibel Erarslan’ın veciz ifadesiyle (Star, 2 Nisan 2017), “At iziyle kurt izini bilinçli bir şekilde birbirine karıştıran operasyonel eller”e bağlamak gibi bir eğilim içine girdiler. Yine Erarslan’a göre, “İlgili ilgisiz herkesi gözaltına alarak, toplum nezdinde FETÖ soruşturmalarını ve davasını sanki haksızlıkmış çerçevesine oturtmaya çalışan (bir) irade” devredeydi…

Bu yazarların yazılarındaki ortak tema, iktidarı bu türden “yanlış” yargısal uygulamalardan esirgemekti… Baş vurdukları mantık ise en azından ilk anda kolayca yabana atılır cinsten değildi. “Ne yani” demeye getiriyorlardı, “uluslararası planda iktidarı güç duruma sokacak bu uygulamaları iktidar neden onaylasın ki? Belli ki bu işin içinde başka bir iş var, muhtemelen yargıda hâlâ ayıklanamamış FETÖ’cüler var ve onlar faaliyet halinde…”

 

“İlgiliyi ilgisizi gözaltına alma”daki iktidar iştahı

 

İktidara yakın yazarların, “İlgili ilgisiz herkesi gözaltına alarak, toplum nezdinde FETÖ soruşturmalarını ve davasını sanki haksızlıkmış çerçevesine oturtmaya çalışan irade”nin varlığına dikkat çekerken, aslında olan bitenden hükümetin de hoşlanmadığını imâ etmeleri, iktidardan gelen seslere bakıldığında hiç ikna edici durmuyordu. O günlerde, şöyle itiraz etmiştim bu yaklaşıma:

“Benim gördüğüm şu: ‘Operasyonel eller’ Gülenci örgütlenmeyle mücadeleyi bu ölçüde rayından saptırabiliyor, manipüle edebiliyorlarsa, bu ancak siyasi iradenin döşediği zemin sayesinde olabiliyor: Siyasi iradenin, Gülen sempatizanlarını Gülenciliğin teşkilat yapısına dahil olmakla ya da hiç olmayacak isimleri Gülencilerle işbirliği etmekle suçlayan genel söylemi sayesinde mümkün olabiliyor…

“Oysa siyasi iktidar böyle bir zemin yaratmasaydı, ‘toplum nezdinde FETÖ soruşturmalarını ve davasını sanki haksızlıkmış çerçevesine oturtmaya çalışan irade bu kadar rahat çalışamaz, iyot gibi açığa çıkardı.  Evet, bu irade Sibel Eraslan’ın dediği gibi ‘koy torbaya’ düsturuyla hareket ediyor ama bunu, siyasi iradenin ‘koy torbaya’ düsturuyla hareket etmesi sayesinde yapabiliyor.” (Serbestiyet, 4 Nisan 2017).

Nitekim, iktidarın olan bitenden hiç de rahatsız olmadığı yavaş yavaş ortaya çıktıkça, iktidara yakın yazarlar da “ilgili ilgisiz herkesin gözaltına alınması”nın altında “kripto FETÖ’cüler”in imzasının bulunduğu iddialarını geri çektiler, çok uzun bir süredir hiçbiri bu yönde yazmıyor. Tam tersine, artık kim gözaltına alınırsa alınsın, iddiaların zayıflığına, temelsizliğine bakmaksızın, hatta ortada henüz herhangi bir iddia bile yokken onların “ihanet”lerini ortaya dökmek için yarışa giriyorlar; Osman Kavala örneğinde bunu bir kez daha gördük.

 

Ataerkil bir öfke değilse ne?

 

Peki, iktidar her şeyin farkındaysa ve çok eleştirilen yargısal süreçleri sonuna kadar destekliyorsa… Öte yandan bütün bu süreçler uluslararası planda kendi ayağına kurşun sıkmaktan başka bir anlama gelmiyorsa, iktidar bunu niye yapıyor?

İki ihtimalden biri: Ya ataerkil bir duygusallık ve öfkeyle, dolayısıyla da “akılsızca” davranıp kendisi ve ülkesi için “iyi” olanı yapma “beceri”sini gösteremiyor… Ya da, bu işin arkasında duygusallık değil akılcı bir hesap var.

Böylece yukarıda sorduğum sorunun kendimce cevabına gelmiş bulunuyorum…

Bence ikincisi geçerli: İktidar, içeride daha da otoriterleşmeye kararlı ve bu yöndeki yürüyüşünün önünde engel olarak gördüğü Batı’nın “ne halin varsa gör” diyeceği ve böylece Batı’nın dilinden kurtulacağı koşulları olgunlaştırmaya gayret ediyor.

 

- Advertisment -