Ana SayfaYazarlarBelki de ‘akim kalmış bir darbe’den başka çare yoktu (3)

Belki de ‘akim kalmış bir darbe’den başka çare yoktu (3)

 

Akim kalmış 15 Temmuz darbesinin, ‘Bir daha ihtilal üretemeyecek bir ordu’ hedefi doğrultusunda sağladığı meşruiyet zeminine bakarak sorduğum ‘deli soru’ üzerinde gezinen yapan üçüncü ve son yazı bu…

 

O ‘deli soru’yu bu dizinin ilk yazısında şöyle formüle etmiştim:

 

“Bedelini düşündüğümüzde söylemesi çok acı ama, Türkiye’nin böyle bir yola girebilmesi için akim kalmış bir darbenin gerek-şart olduğunu söyleyebilir miyiz?”

 

Sorduğum soruyu yine ilk yazıda ‘söyleyebiliriz’ diye cevapladığımı da hatırlayacaksınız:

 

“On dört yıllık AK Parti iktidarında bu yolda hangi adımların yıllara yayılarak ürkekçe atılabildiğini, bunlara karşı ne türden refleksler geliştirildiğini ve nihayet 14 yıldan sonra Türkiye’nin hiç görmediği gaddarlıkta bir darbe teşebbüsünün hayata geçirilebildiğini hatırladığımızda, yukarıdaki soruyu ‘saçma’ deyip bir kenara atmak pek mümkün görünmüyor… On dört yılın özeti, akim kalmış bir darbenin yarattığı meşruiyet zemini olmasaydı, daha nice 14 yıllar geçse de önümüzdeki aylarda atılacağı muhakkak olan adımların atılamayacağını gösteriyor bize.”

 

O ilk yazıda ‘önümüzdeki aylarda atılacağı muhakkak olan adımlar’dan söz ediyordum ama, hiç o kadar beklemeye gerek yokmuş: Ordunun sivil denetimi denince akla hemen gelen bir dizi uygulama kanun hükmünde kararnamelerle uygulamaya kondu bile…

 

‘Ordunun sivil denetimi’ yeter mi?

 

Bu dizinin ikinci yazısında, akim kalmış darbenin sağladığı meşruiyet zemininden güç alarak, yıllardır ‘ordunun sivil denetimi’ başlığı altında tartışılan uygulamaların hayata geçirilmesinin, ‘bir daha ihtilal üretemeyecek bir ordu’ hedefi için yeterli olup olmayacağı meselesini tartışmaya başlamıştık.

 

Kişisel kanaatim, ‘dar perspetkif’ dediğim bu yaklaşımın yeterli olmayacağı yönündeydi. Hatta bir miktar hata payını göze alarak, bu yaklaşımı, toplumsal sorunların salt güvenlikçi politikalarla halledilebileceğine inananların yaklaşımına benzetmiştim.

 

‘Dar perspektif’ dediğim bakış açısının karşısında, ordunun sivil denetimini gerek-şart olarak görse de, hükümetlerin a) bu denetimi nasıl ve ne surette yürüttüğünün, b) hükümetlerin ülkeyi nasıl ve ne surette yönettiğinin de önemli olduğunu söyleyenlerin yer aldığına işaret etmiştim. ‘Geniş perspektif’ dediğim bu bakış açısını da, siyaset bilimci Evren Balta’nın 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kaleme aldığı uzun makalesinden yola çıkarak 1 Ağustos pazartesi tarihli yazımda ele alacağımı söylemiştim…

 

Bu uzun özetten sonra sıra ona geldi.

 

Fakat başlamadan önce bir uyarıda bulunayım: Buradan sonra okuyacaklarınız, “FETÖ’cü generaller olmasaydı Türkiye’de herhangi bir darbe girişimi olmazdı, şimdi o da ordudan kazınacağına göre artık ne kısa ne de uzun vadede  bir darbe tehlikesi yoktur, dolayısıyla darbe ihtimalleri üzerinde ‘geniş perspektif’le falan düşünmeye de ihtiyaç yoktur” diyenlere göre değil. Böyle düşünenler, bu yazıyı okumayı burada bırakabilir.

 

‘Darbe mekaniği’ni harekete geçiren başka faktörler

 

Evren Balta, birikimdergisi.com’da yer alan makalesinde, önce, “Türkiye’de askeri darbeleri genellikle ordu bürokrasisine ‘düzen koruyucu’luk vasfı atfeden devlet geleneğine bağlayarak” açıklayan bakış açısını ele alıyor. Balta’ya göre, bu bakış açısı Türkiye’deki darbeleri anlamada çok önemli bir işlev görse de başka birçok açıyı analiz dışında bırakıyordu. Kendi cümlesiyle:

 

“Hiç kuşkusuz asker-sivil ilişkilerinin kurumsal doğasına odaklanan analizler ‘darbe mekaniğini’ anlamakta önemli ama yeterli değil.”

 

Evren Balta’ya göre, bu bakış açısının taşıdığı bir problem de, ‘askerin sivil denetimi’ panzehiri ile, kendisine ‘düzenkoruyuculuğu’ vehmeden ordunun siyasete müdahale etme ya da darbe yapma yeteneğinin ortadan kaldırılabileceğine inanılmasıydı… Oysa bir orduyu darbeye kışkırtan, heveslendiren yegâne şey, üzerindeki sivil denetimin zayıf olması değildi.

 

Evren Balta, makalesinde, ordu üzerindeki sivil denetimin zayıf olmasının yanı sıra, ‘darbeyi mümkün kılan temel faktörler’den başlıca üçüne dikkat çekiyor: a) İç tehdit ve ordunun güçlenmesi, b) Uluslararası alanın yapısal dönüşümü, c) Hukukun üstünlüğünün bizzat sivil otorite tarafından ihlal edilmesi.

 

Şimdi bunları sırasıyla ele alalım…

 

İç tehdit ve ordunun güçlenmesi

 

Evren Balta, bu başlığı açarken siyaset bilimci Michael Desch’e baş vuruyor:

 

“Daha yakın zamanda asker-sivil ilişkilerini analiz eden Michael Desch askerin sivil siyasetteki ağırlığının temelde bir iç düşmanın varlığı ve çatışma durumu ile doğru orantılı olduğunu yazmaktaydı. (…) Asker-sivil ilişkilerinde hatrısayılır bir sivilleşme gerçekleşse bile, asker kaybettiği gücünü büyük bir hızla yeniden kazanacaktır.

 

“Bir diğer deyişle siyasal sorunların ‘siyasetle değil tankla çözüldüğü’ durumlar askere kurumsal otonomisini ve gücünü yeniden kazandırıyordu. Askerin siyasete müdahale için sokağa çıkması ordunun özgüvenini artırıyor, ülke için kendilerinin önemli olduğu algısını pekiştiriyor, siyasetin sorunları çözemediği fikrini kurumsal hafızaya yerleştiriyordu.”

 

Balta, bu perspektifi Türkiye’nin son 15 yılına şöyle uyguluyor makalesinde:

 

“AK Parti’nin özellikle 2000’li yılların başında sivilleşmede hatrısayılır oranda bir başarı sağlayabilmiş olmasının ve (o zamanda var olan) darbe tehdidini bertaraf edebilmiş olmasının en temel nedeni de Kürt sorununu siyasi bir sorun olarak görüp, sorunun çözümünde orduyu bir aktör olmaktan çıkarmasıdır. Türkiye’nin 7 Haziran’dan itibaren çatışmacı bir ortama girmesi ise tıpkı Desch’in söylediği gibi askerin siyasal sorunların çözümünde kendisini ana aktör olarak görmesine, ‘ölen biziz konuşan onlar’ hissini yaşamasına neden olmuş olabilir.”

 

Uluslararası alanın yapısal dönüşümü

 

Aslında ilave cümlelere pek fazla ihtiyaç yok… ‘Darbeyi mümkün kılan temel faktörler’den biri olarak ‘uluslararası alanın yapısal dönüşümü’nden söz ettiğimizde, ulusal siyasetin, değişen uluslararası (siyasi/iktisadi) düzene ‘ayak uyduramaması’ndan söz ediyoruz. Türkiye örneğinde bu, herkes kendi meşrebince farklı yorumlara tâbi tutsa da, Türkiye ile Batı bloku (bilhassa ABD) arasında oluşan ve giderek sertleşen bakış açısı farklılıklarına tekabül ediyor.

 

Evren Balta’ya göre, iktidar da bu farklılıkların ‘darbe mekaniği’ne güç katan bir rol oynamakta olduğunun farkındaydı:

 

“Kanımca AK Parti kadroları ulusal siyasi hat ile uluslararası düzen arasındaki bu makasın açıldığının ve bu durumun Türkiye’yi bir darbe mekaniğine soktuğunun uzun zamandır farkındaydı. Bu makasın açılmasının en önemli sonucu da (otoriteryanizm ile aşılmaya çalışılan) ciddi bir yönetim krizinin ortaya çıkmasıydı.”

 

Hukukun üstünlüğünün ihlal edilmesi

 

Evren Balta, herhangi bir ülkede ‘darbe mekaniği’ni harekete geçiren unsurlar faslında son olarak, zannımca hepimizin üzerinde uzun uzun düşünmemizi gerektiren bir noktaya işaret ediyor:

 

“Dünyadaki darbelerin tarihsel olarak hangi siyasal gelişmelerin ardından yapıldığını analiz eden çalışmalar, darbelerin hukukun üstünlüğünün bizzat sivil otoriteler tarafından ihlal edildiği, sivil otoritenin gücü merkezileştirme adımları attığı ve siyasal iktidarın seçimler yoluyla dönüşümünün önünün kesildiği dönemlere denk geldiğini gösteriyor. Böyle dönemlerde hukuku (kendi kurumsal geleneklerine, kapasitesine bağlı olarak) askıya alan pek çok merkezkaç güç beliriyor.”

 

Türkiye’nin, ‘siyasal iktidarın seçimler yoluyla dönüşümünün önünün kesildiği’ bir ülke olduğu elbette söylenemez. Fakat toplumun yarısının görünür bir gelecek için iktidar umudu taşımadığı, ilaveten iktidarın kendi tercihlerine ve taleplerine saygı göstermediğine inandığı bir ülke tablosunun da meşruiyet dışı savrulmalara zemin hazırlayabileceği göz ardı edilemez.

 

‘Kazanan hepsini alır, kaybeden hepsini kaybeder’ci bir çoğunlukçu demokrasi anlayışının yol açabileceği savrulmaları Evren Balta şöyle anlatıyor:

 

“Özellikle siyasal aktörlerin sistemi ‘kazanan her şeyi alır, kaybeden her şeyi kaybeder’ mekanizmasına sokması çatışmacı toplumlarda sivil siyasetin artık işe yaramadığı hissinin güçlenmesine ve darbeden iç savaşa dek uzanan çatışmacı bir siyasi hattın egemen olmasına neden olabiliyor. Kolektif grupların ve belirli sınıfsal öbeklerin sivil siyasetin kendi hak taleplerini ve görünme arzularını tamamen dışarda bıraktığını düşünüyor olması ve bunun yarattığı öfke ve adaletsizlik hissi hem darbenin hem de iç savaşın beslendiği ana damarlardan…”

 

Benim, Evren Balta’nın makalesinden çıkardığım sonuç şöyle: İktidar, a) Kürt sorununu siyasetle çözme anlayışına dönmedikçe, b) Toplumsal kutuplaşmayı azaltacak yeni bir yaklaşım ve yönetim modeli geliştirmedikçe, c) Aşırı tepkisel dış politika yaklaşımlarını gözden geçirmedikçe, ordunun sivil denetimi faslında hangi adımlar atılırsa atılsın, ‘darbe mekaniği’nin hareket halinde olmasını engelleyemeyecektir.

- Advertisment -