Ana SayfaYazarlarCHP başka bir adayla kazansaydı AK Parti böyle davranmayabilirdi

CHP başka bir adayla kazansaydı AK Parti böyle davranmayabilirdi

 

Cevabını aradığım bir dizi soru, Gürbüz Özaltınlı’nın “Kaybedilen sadece Büyük Şehirler mi?” başlıklı yazısını (Serbestiyet, 8 Nisan) okuduktan sonra aklımı daha fazla kurcalar oldu: Hakikaten, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), nasıl oluyordu da ne kadar önemli olursa olsun kısa vadeli bir kazanım uğruna (İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı), orta ve uzun vadede kendini ateşe atma anlamına gelecek bir hamlede bulunuyordu? AK Parti gibi her zaman 5 yıl, 10 yıl sonrasını da hesaplayarak adım atan bir parti nasıl oluyordu da önümüzdeki ilk seçim için çok muhtemel bir felaket tablosunu kendi iradesiyle çizmeyi göze alıyordu? Koca parti nasıl oluyordu da aklını ıskartaya çıkartarak bütünüyle duygusal izlenimini veren bir tepkiyle hareket edebiliyordu?

 

Bu sorulara, tamamen sezgisel bir bilgiye dayanarak verdiğim, dolayısıyla da spekülatif olduğunu peşinen kabullendiğim cevabımı yazının başlığında ve spotunda imâ etmiş oldum. Şimdi de sıra o imâyı açmaya, ayrıntılandırmaya ve gerekçelendirmeye geldi.

 

Fakat ondan da önce, Özaltınlı’nın yazısına dönerek, AK Parti’nin başta “kutsal sandık” söylemi olmak üzere neleri ve neleri kaybettiğini gözden geçirelim ki, bütün bunları neden göze aldığı sorusunun önemi daha yi anlaşılsın.

 

İktidarın feci performansı

 

Özaltınlı, seçim gecesinden başlayarak, hepimizin gözleri önünde yaşanan feci iktidar performansının en fazla öne çıkan unsurlarını sıralıyor önce. Özet alıntılarla onları bir daha hatırlayalım:

Anadolu Ajansı’nın marifetleri: “Sorun o gece sayım verilerinin akışıyla başlamıştır ve tanık olduğumuz durum haber alma hakkının bunu üstlenmiş bir kurum eliyle gaspından başka bir şey değildir. Devlet bütçesiyle çalışan bir haber ajansından veri akışının birdenbire kesilmesi her türlü kuşkuyu davet eden sıra dışı bir durumdur. Bunun inandırıcı bir açıklaması bugüne kadar yapılmış da değildir.

 

Binali Yıldırım’ın seçim gecesi yaptığı açıklama: “Binali Yıldırım (…) rakibi ile oy farkı her gelen veriyle iyice azalmış ve her ne hikmetse ajanstan gelen veri akışı (üstte sorguladığımız üzere karanlık biçimde) kesilmişken çıktı kürsüye ve seçimi kazandığını ilan edebildi. Bu, Yıldırım’ın övünebileceği bir davranış mıdır? Bu, dillerden düşmeyen “milli iradeye” saygılı bir hamle midir?”

… Ve diğerleri: “Peki ertesi gün bütün İstanbul’un ‘teşekkür’ afişleriyle, ‘kazandık’ pankartlarıyla donatılması, ahlaken onaylanabilecek bir tutum mudur?

“Medyanın, seçimlerdeki resmi AKP propagandasının devamı olarak seçim sonuçlarını (yerel ölçekte hata veya  hile değil) incelikle düşünülüp planlanmış bir uluslararası komplo olarak sunması… Bu, zaten çoktan çürümüş ama nedense hala ‘medya’ diye andığımız propaganda ağının böyle çalıştırılması, ahlaki arıza belirtisi değilse nedir?

“Bu söylemin, propaganda ağıyla sınırlı kalmayıp, AKP’nin bu süreçte en görünür sözcülüğünü üstlenen Genel Başkan Yardımcısının bu seçimleri tarihin en şaibeli seçimi ilan etmesi; çok ince düşünülmüş bir planla karşı karşıya olduğumuzu öne sürmesi… Ahlaki bocalamayı göstermiyor mu?”

 

Özaltınlı bu dökümün ardından, AK Parti’nin İstanbul seçimleri performansının anlamına geliyor ve şöyle diyor:

“Kısacası AKP en demokratik hakkı olan, sonuçlara makul gerekçelerle itiraz yoluna gitmiyor. Bu hakkı kullanırken, önce ‘kazandık’ bağırışıyla manipülasyona, ardından da ‘komplo’ söylemine abanan, kışkırtıcı, yıkıcı bir kara propaganda yöntemi izliyor. Karar verecek kurullar üzerinde ağır bir baskı yaratmaya çalışıyor. (…) AKP açısından bu seçimin sonucu sadece büyük illerin kaybedilmesi olmadı bence. AKP, sadece kendi kazandığı seçimlere saygılı davrandığını düşündürtecek ne varsa hepsini yaptı. AKP’nin yeni ve büyük kaybı budur…”

 

Özaltınlı’nın yazısının çıktığı sabah Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya’ya giderken öyle bir laf etti ki, bütün bunların üzerine tuz ve biber ekmiş oldu. Yani turpun büyüğü heybedeymiş meğer: Erdoğan’a göre, “10 milyonu aşkın seçmenin olduğu bir İstanbul'da kalkıp da herhalde şöyle 13-14 bin oy farkla bir seçimi kazandım havasına kimsenin girmeye de hakkı ve selahiyeti olamaz”dı. (Bunu, seçim gecesi Binali Yıldırım’ın yaptığı “Seçimi 3 bin 500 oyla kazandık, hayırlı olsun” açıklamasıyla birlikte okuyun.)

 

Bütünüyle duygusal bir tepki değil…

 

Özaltınlı’dan aktardığım ve Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamasıyla birlikte daha da ağırlaşmış bulunan “AK Parti’nin ağır kayıpları” dökümünden sonra soruyu bir daha tekrarlayalım:

AK Parti gibi her zaman 5 yıl, 10 yıl sonrasını da hesaplayarak adım atan bir parti nasıl oluyordu da önümüzdeki ilk seçim için çok muhtemel bir felaket tablosunu kendi iradesiyle çizmeyi göze alıyordu? Koca parti nasıl oluyordu da aklını ıskartaya çıkartarak bütünüyle  duygusal izlenimini veren bir tepkiyle hareket edebiliyordu?

 

Benim bu sorulara cevabım şöyle: Evet, stratejinin bir boyutunu duygusal tepkiler oluşturuyor ama, akıl bütünüyle devre dışı değil… Evet, sadece kısa vadeyi düşünerek hareket ediyor gibi görünüyor ama orta ve uzun vade projeksiyonları tümüyle devre dışı değil…

 

Peki hangi akıl, hangi orta ve uzun vadeli projeksiyon AK Parti'yi şu anda devrede olan stratejiyi izlemeye sevk ediyor?

 

Bence bunun nedeni, Erdoğan’ın, dört buçuk yıl sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde karşısına çıkacak rakibin Ekrem İmamoğlu olacağına ve o takdirde seçimi kaybedebileceğine dair kuvvetli ve haklı kanaatidir.

 

Açıkçası, yolunu kesmek istediklerini düşünüyorum.

 

Bu noktada bana yöneltilebilecek yerinde soruların başta geleni şudur: İyi de, böylece İmamoğlu’nu “mağdur” konumuna sokup dört buçuk yıl sonraki seçimleri garantilemesini sağlamış olmazlar mı?

 

Benim bu yerinde ve haklı soruya cevabım şudur: Mağduriyet unsurunun seçimde oynayacağı rolü Erdoğan’dan daha iyi kimse takdir edemez. Fakat Erdoğan’ın böyle bir durumda şu kıyaslamayı yapmayacağı da düşünülemez: “Hangisine oynarsam rakibim seçimde daha büyük avantaj sağlar? Onun İstanbul’u yönetmesini engelleyerek mağdur konumuna getirmem mi? Yoksa İstanbul’u yönetmesine izin verip, İstanbulluların, onun performansını görmelerini beklemem mi?”

 

Bence böyle bir kıyaslamaya girişen bir Erdoğan, ikinci şıkkın riskinin birinciden çok daha büyük olduğunu düşünür ve böyle düşünmekte de haklı olur.

 

İşte bu nedenle diyorum ki, Erdoğan’ın ve AK Parti’nin, imajlarını böylesine yıpratmayı göze alarak İmamoğlu’nun başkanlığını ne pahasına olursa olsun engelleme kararlılıkları zannedildiği gibi tümüyle duygusal tepkilerden, tümüyle kısa vade hesaplarından kaynaklanmamaktadır.

 

Tam tersine, AK Parti orta ve uzun vadeyi dikkate alan bir akılla hareket etmektedir. O aklın nasıl bir sonuç vereceğini bilemem, fakat çok ciddi ahlaki problemlerle malûl olduğu hususunda hiçbir kuşkum yok.

- Advertisment -