Ana SayfaYazarlar‘Daha fazlasını’ isteyip Kürtleri kızdırma sırası devlette...

‘Daha fazlasını’ isteyip Kürtleri kızdırma sırası devlette…

 

Geçtiğimiz Cuma akşamı (20 Mayıs) Akif Beki’nin CNN Türk’teki ‘Baştan Sona’ programının konukları Vahap Coşkun ile Mehmet Şahin’di.

 

Milletvekili dokunulmazlığı ile ilgili olarak Anayasa’da yapılan değişikliklerin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul edilmesinin akşamına rastlayan programın konusu da, Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının siyasi sonuçları ve bu tasarrufun Kürtlerin psikolojileri üzerinde yol açacağı değişikliklerdi.

 

Vahap Coşkun, Kürtlerin şehir savaşlarını onaylamadıklarını kanıtladıklarını, bu nedenle Kürtlerle PKK ve HDP arasındaki siyasi mesafenin açıldığını hatırlattıktan sonra, dokunulmazlık hamlesinin bu mesafenin kapatılmasına hizmet etmekten başka bir işe yaramayacağını savundu.

 

Mehmet Şahin ise tam tersine, HDP’li milletvekillerinin bazı söz ve eylemleri nedeniyle mutlaka yargılanmaları gerektiği kanaatini dile getirdi, dokunulmazlıkların kaldırılmasını savundu. Şahin’e göre, HDP’nin sınırlı sayıdaki mutlak destekçileri dışında Kürtlerin bu hamleye bir itirazları olmayacak, hatta onaylayacaklardı.

 

Programı izledikten sonra, Kürtlerin gerek PKK’dan gerekse de devletten gelen bazı talepler karşısında nasıl sinirlendiklerini, talep sahiplerine karşı nasıl tepki geliştirdiklerini hatırladım, benzer örnekler üzerinde düşündüm ve kesin olarak Vahap Coşkun’a hak verdim.

 

Şehir savaşları, Kürtler ve devletin abartılı algısı

 

Türkiye Kürtleri, kimliklerine saygı duyulan bir ülkenin eşit ve onurlu vatandaşları olarak yaşamak dışında bir emellerinin bulunmadığını her kritik aşamada kanıtladı. Fakat Devlet ve PKK kendisini avantajlı, karşı tarafı zayıf gördüğü her kritik aşamada Kürtlerden ‘daha fazlasını’ istedi, ‘karşı taraf’ı cezalandırmasını, hatta ondan kopmasını talep etti. Bu tavır her zaman ‘daha fazlasını’ isteyen tarafa karşı bir tepkiye yol açtı.

 

Şimdi, savaşı şehirlere taşıyan PKK’ya ve ona zamanında güçlü bir itiraz yöneltemeyen HDP’ye karşı bölgede yükselen eleştirel seslere güvenen devlet, Kürtlerden ‘daha fazlasını’ istiyor ve Kürtlerin, seçtikleri milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını ‘anlayışla’ karşılamalarını bekliyor.

 

Ne var ki bir kez daha devlet beklediği anlayışı bulamayacak, “Hani bu Kürtler PKK’ya ve HDP’ye öfkeliydiler” diye diye öfkenin yön değiştirip kendisine yöneldiğini görecek…

 

Biraz önce “bir kez daha” dedim, çünkü Güneydoğu’daki 40 yıllık çatışmalı tarih, Kürtlerin, kendilerinden ‘daha fazlasını’ isteyen devlete ve PKK’ya karşı kırgınlıklarının, kızgınlıklarının, öfkelerinin tarihi olarak da okunabilir.

 

Bu yazıda, en öne çıkan, en belirgin birkaç örneğin yardımıyla sözünü ettiğim tarihe kısa bir göz atacağız.

 

Birinci örnek: 2009 seçimlerindeki büyük düşüş

 

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Güneydoğu’da dramatik oy kayıplarıyla kapattığı 29 Mart 2009 yerel seçimlerini “bölgeyi yatırıma boğmak” perspektifi üzerinden yürüttü. Bu, altı boş bir propaganda cümlesi değildi. O kadar ki, o günlerde bölgeyi gezen Tarhan Erdem, bu muazzam yatırım hamlesinin seçimlerde mutlaka karşılığını bulacağını ve AK Parti’nin bölgedeki oylarının patlayacağını yazdı.

 

Belki de öyle olacaktı, fakat bu dev yatırım hamlesi, Başbakan Erdoğan’ın, AK Parti’nin bölgedeki oylarının patladığı 2007 seçimlerinden sonra başlattığı kampanyayla birleşince ters tepti. Erdoğan ve AK Parti, doğru, bölgeyi yatırıma boğuyordu ama bir yandan da halkın ve dönemin Kürt partisi Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) PKK’yı lanetleyip ona ‘terörist’ demesi için bastırıyordu. Oysa bu gerçekçi bir talep değildi.

 

O dönemde iktidar kanadından ve iktidara yakın basından bunu dile getiren pek az kişi vardı. Onlardan biri de 2002-2007 arasında AK Parti milletvekilliği yapan Yeni Şafak yazarı Resul Tosun’du. Tosun, 8 Eylül 2007’de şöyle yazmıştı:

 

“Önce soralım. DTP böyle bir açıklama yapabilir mi? Ya da yapmasının ne faydası olur? DTP’liler, kalkıp bir basın toplantısı yapsalar ve PKK’yı terör örgütü olarak ilan etseler. Buna hangimiz inanacağız? Bence onlardan bu talepte bulunmak onları takıyye yapmaya zorlamakla eş anlamlıdır. DTP karşısında yapılacak iki şey var. Ya PKK yanlısı diye doksanlı yıllarda olduğu gibi partilerini kapatıp vekillerini kodese tıkmak. Ya da terörü bitirmede ve sorunu çözmede DTP’den istifade etmek. Aklın yolu ikinci şıktan yana. Birinci şık denendi ve bir sonuç alınamadı.”

 

Bugünler için de ne kadar çok şey söyleyen bir paragraf, değil mi?

 

Ne var ki o günlerde kimse Resul Tosun’a aldırmadı ve 2009 yerel seçimlerine bu propagandayla girildi. Sonuçlar feci idi. AK Parti’nin 2007’deki büyük seçim başarısının yerinde yeller esiyordu. AK Parti ve DTP’nin karşılaştırmalı oyları son üç seçime göre şöyleydi:

 

2002 seçimleri: Yüzde 16’ya yüzde 56.

 

2007 seçimleri: Yüzde 41’e yüzde 43.

 

2009 seçimleri: Yüzde 30’a yüzde 59.

 

Bu düşüşün açık bir nedeni vardı: Bölgede ‘hizmet’in durmaksızın vurgulanması, “siz kimlik meselesine fazla takılmazsanız daha fazlasını da veririz”i ima ettiği ölçüde ters tepiyordu ve hükümet bunu bir türlü anlamıyordu.

 

Bu anlamama hali 2011 seçimlerinde de sürdü ve devasa yatırımlara rağmen sonuç yine değişmedi: Yüzde 32’ye yüzde 58. (Sonrasını biliyorsunuz: Çözüm süreci başladı ve AK Parti zaman içinde bölgenin en çok oy alan partisi haline geldi.)

 

Yani şöyle: AK Parti, 2009 ve 2011 seçimlerinde ‘daha fazlasını’ isteyip, yatırımlar karşılığında legal Kürt partisinin PKK’yı, halkın da ikisini birden ‘satmasını’ isteyince Kürtleri kızdırdı ve bölgeye yığdığı yatırımlardan umduğu siyasi faydayı göremedi. Ne zaman ki çözüm süreciyle birlikte ‘daha fazlasını’ istemekten vazgeçti, oyları da yükseldi.

 

 

İkinci örnek: Rojava

 

AK Parti’nin (ya da hükümetin, ya da devletin) ‘daha fazlasını’ isteyerek Kürtleri kızdırmasının en bariz örneklerinden birini de Rojava’da yaşadık.

 

Kürtler, hükümetin başlatıp yürüttüğü çözüm sürecinden memnundu, bölgede sürece destek yüzde 90’ı aşıyordu. Bu durum, tıpkı bugünkü gibi hükümette abartılı bir algıya yol açtı ve Türkiye Kürtlerinin Rojava’da olup bitene fazla aldırmayacağı varsayıldı. Oysa bu gerçekçi bir değerlendirme değildi. Nitekim Kürtler, çözüm sürecini tehlikeye atsa da Rojava hassasiyetinden vazgeçmediler.

 

Hükümet Kürtlerden bir kez daha ‘daha fazlasını’ istemiş, bu da bir kez daha Kürtleri öfkelendirmişti.

 

Üçüncü örnek: Bu defa PKK istiyor…

 

HDP’nin Haziran 2015 seçimlerindeki spektaküler başarısı, bu oyların kendisine verildiğini düşünen PKK’nın başını döndürdü. PKK, halkla ‘hakim sınıflar’ (devlet) arasındaki ‘suni denge’nin bir ‘devrimci halk savaşı’yla bozulmasının zamanının geldiğini düşündü ve silahlı hareketini şehirlere taşımaya karar verdi.

 

Kürtler’in PKK’ya müzahir kesimi, bu aşamada PKK’nın kırlardaki silahlı varlığına ‘anlayış’ gösterse de, savaşın yaşadığı kentlere taşınmasına razı değildi.

 

Fakat PKK Kürtlerin razı olabileceğinden ‘daha fazlasını’ istedi ve bu da Kürtleri kızdırdı: PKK’nın talepleri doğrultusunda, gerillanın içinde yüzeceği deniz olmayı reddetti, kenara çekilerek devletle PKK’yı yüzyüze getirdi.

 

Şimdi de sıra halkın PKK’ya kızgınlığını fırsat bilip Kürtlerden ‘daha fazlasını’ isteyen devlette… Hep birlikte göreceğiz; dokunulmazlıkların kaldırılmasını izleyecek süreç, Kürtlerin PKK ile aralarına koyduğu mesafeyi büyük ölçüde kapatacak.    

 

- Advertisment -