Ana SayfaYazarlarHaklılık duygusu, haklılık ve İdlib

Haklılık duygusu, haklılık ve İdlib

 

Kendi haklılığına hiçbir kuşkunun sızamayacağı ölçüde inanan birinin, kendisine “acaba inandığım kadar haklı olmayabilir miyim” diye sorup bu sorunun peşine düşmesi nadirattandır. Böyle insanlar genellikle fıkradaki ters yola girmiş sürücünün kendisini işaret eden trafik anonsları karşısında “Ne biri ne biri, hepsi hepsi” tepkisini hatırlatacak şekilde davranır. Yani haklılığına dair inancına destekçi bulamadıkça kendisinin haklı, kendisine hak vermeyen herkesin haksız olduğuna dair inancına daha fazla gömülür.

 

Haklılık söz konusu olduğunda elinde hep kendine yontan nalıncı keseri varmış gibi davranma eğiliminde olan insan, ailesi ve ülkesi gibi aidiyet hissettiği kurumlar söz konusu olduğunda da benzer biçimde davranma eğilimi içine girer.

 

Bu eğilim neredeyse insan doğasının bir parçası gibi algılandığı için, mesela çoğu ceza kanununda suçlu çocuklarını koruyup saklayan anne babalar yasalar karşısında suçlanmazlar.

 

Yani insan her durumda kendisinin, ailesinin ve ülkesinin haklı olduğuna inanma eğilimindedir. Aynı şekilde aileler ve ülkeler de başka aile ve ülkelerle çatışma anlarında kendi haklılıkları konusunda nadiren kuşku duyarlar.  

 

Ne var ki bu güçlü inanç üçüncü kişilerin, ailelerin ya da ülkelerin desteğini garantilemez. Hatta genellikle olan, arada büyük bir makasın bulunmasıdır.

 

Haklılık duygusu eylemlerimiz hakkındaki kendi öznel değerlendirmemizle ilgilidir. Oysa haklılık, eylemlerimizin, bizim de dahil olup onayladığımız ortak kabuller bütünüyle uyum içinde olup olmadığı tarafından belirlenir.

 

Türkiye’nin İdlib’deki şu anki pozisyonu

 

Türk halkının kahir ekseriyetinin ülkelerinin İdlib’deki pozisyonu hakkında beslediği yüksek haklılık duygusuna karşılık dünyada bu duygunun hiçbir şekilde paylaşılmıyor oluşu, işte ancak haklılık duygusu ile haklılık arasındaki farkla anlaşılabilir. Türkiye, İdlib’deki varlığının ve ona bağlı eylemlerinin, kendisinin de dahil olduğu ortak kabuller bütünüyle uyum içinde olup olmadığına bakmadığı için, pozisyonuna karşı gelişen tepkileri şaşkınlıkla karşılıyor.

 

Televizyonlarda konuyu ele alan bütün tartışmacılar, Türkiye’nin ne kadar haklı olduğunu anlatırken başlıca iki argümana yaslanıyorlar:

Birincisi: Türkiye’nin ilave iki milyonluk bir Suriyeli göçünü kaldıramayacağı, bunun ülkenin demografisini tehlikeli biçimde değiştireceğine dair endişeler.

 

İkincisi: Türkiye’nin İdlib’den çekilmesinin, önceki üç operasyonun kazanımlarını tehlikeye atacağına dair endişeler.

 

İşte bu nedenlerle Türkiye’nin Suriye ordusunu İdlib’in dışında tutmak için oraya müdahale edip kalıcı hale gelmesi kaçınılmaz sayılıyor.

 

Ne var ki akla ilk anda gelmesi gereken başka argümanlar tartışmaya zinhar sızamıyor. Mesela şu soru asla sorulmuyor: “Bir ülke, komşu bir ülkeden kendi topraklarına göçü engellemek için o ülke topraklarına girme hakkına sahip midir?”

 

Dünyanın en büyük gücü ABD, benzer bir problem karşısında (Meksika sınırındaki göç dalgası) gelenleri kendi sınırında durdurma seçeneğini tercih etmişken Türkiye’nin bu tercihi kabul görebilir mi?

 

Türkiye son yıllarda karakteri biraz farklı bir soruyu daha duymazdan gelmişti: “Bir ülke, başka bir ülkenin sınırları içinde gelişecek yeni bir idari yapılanmayı dağıtmak için o ülkeye müdahale edebilir mi?”

 

Bu soruyu Türkiye nispeten daha az hasarla atlatabildi, fakat şimdiki soru çok daha çetin.

 

Soruya inandırıcı bir cevap vermenin ne kadar zor olduğunu daha iyi anlatabilmek için pozisyonları tersine çevirelim… Diyelim ki PKK’nın 2015’teki ayaklanma çağrısı halkta karşılık buldu ve Türk ordusu yalnız PKK’ya değil ayaklanmış halka karşı da “dersini vermek” için duruma müdahale etti… Diyelim ki bir süre sonra ordu durumu kontrol etmeyi başardı ve milyonlarca insan Suriye, Irak ve İran’a sığınmaya başladı. Göçün bir aşamasında bu üç ülke aralarında anlaşma yapsa ve “ilave göç bizi mahveder” diyerek Türkiye topraklarına girip Türk ordusunun daha fazla ilerlemesini durdurmaya çalışsa?

 

Böyle bir durumda Suriye, Irak ya da İran’a hak verecek kaç Türk bulunur acaba? Türkiye’nin İdlib’deki mevcut pozisyonunun haklılığı konusunda hiçbir itiraz kabul etmeyen tartışmacılar, böyle bir durumda ne derler acaba? (“Soruya bak, ne diyecekleri belli değil mi” diyenler tamamen haklı).

 

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün (26 Şubat) yaptıkları açıklamaları hatırlattıktan sonra bir soru daha soracağım.

 

Çavuşoğlu, Türkiye’nin İdlib’deki amacının ne olduğu sorusuna cevap verirken “rejimin işgal ettiği yerlerden geri çekilmesi gerektiğini” söyledi… Cumhurbaşkanı Erdoğan da Kemal Kılıçdaroğlu’nun “adam kendi topraklarını savunuyor” sözlerini bir tür ihanet, gazilere ve şehitlere saygısızlık olarak niteledi.

 

Şimdi yukarıda tersine çevrilmiş pozisyonları tekrar hatırlayalım ve soralım: O koşullarda, Suriye, İran ve Irak yöneticileri kendi topraklarında ilerlemekte olan Türk ordusunun “işgal ettiği topraklardan geri çekilmesini” isteseler, Türkiye ve Türkler buna ne derdi?

 

Keza: Bu üç ülkeden birinin ana muhalefet lideri kalkıp “Yahu, adamlar kendi topraklarını savunuyor” deseydi, buradan oraya “bravo”dan başka bir tepki gider miydi?

 

Suriye ordusu durdurulursa kim sevinir?

 

Başka bir problem daha var: İdlib’deki mevcut pozisyon, Türkiye’nin İslamcı militanları koruyup kolladığı şeklindeki algıyı, silinemeyecek bir damgaya da dönüştürebilir. Çünkü şayet Türk ordusu Suriye ordusunun daha fazla ilerlemesini dudurursa, bu aynı zamanda bölgede “terörist” olarak kabul edilen silahlı İslamcı militanların da “rahat etmesi” anlamına gelecek; meğerki Türkiye, bu güçleri tasfiye işini bizzat üstlensin. Böyle bir şey olamayacağına göre de, dünya kamuoyu Suriye ordusunun ilerleyişinin durdurulmasını “Türkiye’nin teröristleri koruyup kollaması” olarak adlandıracak.

 

İdlib sorunu, haklılık duygusu çok yüksek bir Türkiye ve ona hiç hak vermeyen bir dünya tablosuna yeni bir fırça darbesi anlamına geliyor ve bunu sağlayan şeyin adı da milliyetçilik. Çünkü milliyetçilik, kendi ülkesinin her durumda mutlak olarak haklı olduğuna inanmanın ideolojisi. Fakat problem şurada ki bu güçlü inanç ve duygu sizin başkalarının nezdindeki haklılığınızı garantilemiyor. Çünkü haklılık duygusu başka, haklılık başka.

 

 

 

 

- Advertisment -