Ana SayfaYazarlar‘Halka rağmen halk için’ci bir örgüt olarak PKK

‘Halka rağmen halk için’ci bir örgüt olarak PKK

 

PKK’nın, kendisine müzahir Kürtlerin bile tepkisini çekecek eylemlere yönelmesinin mantıklı ve makul gerekçelerini bulamamak, bu eylemleri izah etmeye çalışanları mantıksız ve makul olmayan argümanlarla düşünmeye sevk ediyor.

 

Bu argümanlardan birine göre, PKK açısından artık sıradan Kürtlerin hiçbir önemi yoktur. Çünkü PKK Kürtlerin içinden çıkmış olsa da “Kürtler için bir örgüt” olmaktan çıkıp “kendisi için bir örgüt” haline gelmiştir ve dolayısıyla eylemlerinin Kürtler tarafından benimsenip benimsenmemesini fazlaca umursamaz.

 

Bu yaklaşım sahipleri, özellikle çözüm ihtimalinin güçlendiği koşullarda PKK’nın “by-pass edilme” kuşkusuyla eylemlerini artırıp “ben buradayım” mesajları gönderdiğini hatırlatıyorlar; onlara göre bu da PKK’nın “Kürtlerin hakları”ndan çok kendi “örgütsel hakları”nı önemsediğini gösteriyor.

 

Doğru; PKK ‘bensiz olmaz’ diyor da…

 

Tespit doğru. Gerçekten de bazı ateşkeslerin bozulmasında ya da çözüm süreçlerinin baltalanmasında PKK’nın ne kadar heveskâr olduğunu gösteren az örnek yaşamadık. Fakat unutmayalım ki, bu dönemlerde devlet tarafı da hep “Bak, uğruna mücadele verdiğini söylediğin şeyler bir bir oluyor, bu durumda sen de yavaş yavaş buharlaş” dedi PKK’ya… 2013 Nevruzu’nda, barışın elle tutulacak kadar somutlaştığı koşullarda, sorunun çözümünü en fazla isteyen siyasetçilerden Bülent Arınç bile “Peki PKK’lılar ne olacak” sorusuna “nereye defolup giderlerse gitsinler” cevabını vermedi mi?

 

Bu yaklaşım sahipleri, PKK’ya zımnen şöyle hitap etmiş oluyorlar:

 

“Sen, Kürtlerin siyasi, kültürel vb. hakları için ortaya çıktığını, bu amaç doğrultusunda idealistçe bir mücadele içine girdiğini söylemiyor musun? Madem öyle, seni dışarıda bırakacak olsa da senin taleplerini içeren bir çözüm ihtimali ortaya çıktığında neden huzursuzlanıyorsun? Senin meselen ‘haklar’ değil mi, öyleyse sen buharlaşıver şöyle, çekil kenara, devlet de senin talip ettiğin hakları Kürt halkına versin!”

 

“Çözüm mözüm yok”, “muhatap Kürt halkı”, “sorunu halkla çözeceğiz” çıkışları hep bu temelde oluşturulmuyor mu?

 

Doğru; PKK kendisi için de istiyor…

 

Henüz o noktada değiliz ama, diyelim ki devlet, kimlik talepleri dahil, Kürtleri bu ülkenin eşit yurttaşları haline getirecek bütün adımları atmaya hazır hale geldi ve bir noktada da attı: Bu koşullarda dahi PKK’dan “uzamasını”, “buharlaşmasını”, “kenara çekilmesini” istemek gerçekçi midir?

 

Bu soruyu PKK’nın uzun süredir yürürlükte olan ateşkesi Temmuz 2011’deki Silvan saldırısıyla bozmasından sonra da sormuş, şu cevabı vermiştim:

 

“Hayır, değildir; meğerki PKK’lılar iktidar hırsları olmayan, yıllardır dağda zor koşullarda yaşayıp savaşmaları karşılığında hiçbir şey talep etmeyen derviş ruhlu insanlar olsunlar.

 

“Oysa değiller… Onlar da insan ve herhangi bir siyasi mücadelenin bütün yürütücüleri gibi, onların da amaçladıkları siyasi-toplumsal düzen gerçekleşme aşamasına doğru ilerledikçe yeni düzen içinde yer alma ve giderek ‘yönetme’ arzuları daha da büyüyor… Hangi mücadelenin önderleri ve fiili yürütücüleri mücadele sona erdikten sonra kenara çekilmiş ve her şeyi, adına savaştıkları halka bırakmıştır?”

 

Özetle: PKK’lıların kendileri için (de) taleplerde bulunmaları, PKK’yı “kendisi için” bir örgüt haline getirmez.

 

İkinci argüman: Bir kukla ‘olarak’ PKK

 

Bu bakış açısından öne sürülen ikinci argümana göre ise, PKK artık hiçbir iradesi olmayan bir örgüt haline gelmiştir; çeşitli istihbarat örgütlerinin kuklasıdır ve eylemlerini onların emirlerine göre belirlemektedir…

 

Bu argümanlar, PKK’nın, Kürtlerin yaşadığı bölgeleri yönetme gibi temel bir hedefinin olmaması durumunda anlamlı olabilirdi (eskiden “bağımsızlık” diyorlardı, şimdi “özerklik”). Oysa hepimiz biliyoruz ki PKK’nın en temeldeki hedefi bu ve hiçbir örgüt, yönetmeye talip olduğu bir halkın eğilimlerini tümüyle hesap dışı tutamaz.

 

Elbette bazı hesaplar başka bazı hesaplarla çelişebilir ve bu durumda bazı tercihler kaçınılmaz olabilir. Mesela Suriye’de bir iç savaş patlak vermeseydi ve PKK’nın Suriye’ye dair hesaplarıyla Türkiye’ye dair hesapları çelişmeseydi, son bir yılda şahit olduğumuz şiddeti yaşamayabilirdik. Fakat bu, PKK’nın Türkiye Kürtlerini ve onların haklarını artık önemsemediği, “kendisi için bir örgüt” haline geldiğini göstermez. Sonuçta PKK bir tercih yapmıştır ve bu tercih (şehir savaşları ve öbür terör saldırıları) bizzat kendi iradesinin sonucudur.

 

Şimdi, baştaki soruyu, buraya kadar yazdıklarımla birleştirerek yeniden sorayım: PKK’nın, kendisine müzahir Kürtlerin bile tepkisini çekecek eylemlere yönelmesini, a) iradesini tamamen yabancı istihbarat örgütlerine teslim etmiş olmasıyla ve b) artık “kendisi için bir örgüt” haline geldiği için Kürtlerin tepkisini umursamamasıyla açıklayamıyorsak, neyle açıklayacağız?

 

Benim cevabım şöyle: Şehir (hendek) savaşları da, iktidar siyasetçileri için ölüm emri çıkarmak da, bunun bir sonucu olarak bayram sabahında ziyaretçi süsü verilerek gelinen evde 12 yaşında bir çocuğun gözleri önünde babasını öldürmek de dahil, PKK son bir yıldaki şiddet eylemlerine, bir “kukla” örgüt olduğu için değil, Kürtlerin tepkilerini umursamadığı için de değil, “doğru” eylemler oldukları düşüncesiyle başvurmuştur.

 

Peki bu nasıl oluyor? Sınanıp halk tarafından onaylanmadığı kesinleşen eylem biçimleri, nasıl oluyor da bu tepkiye rağmen sürekli hale gelebiliyor?

 

Bunun nedeni, PKK açısından “doğru eylem”in ölçüsünün halkın o eyleme karşı nasıl bir tutum aldığından bağımsız olması… PKK gibi iradeci politik hareketlerde bir eylemin doğru ya da yanlış olması, hareketin önderlerinin o eyleme ilişkin kendi değerlendirmeleridir. Halk, bir eylemi yanlış bulabilir, fakat hareketin önderleri onun doğruluğunda ısrar ediyorlarsa o eylem “doğru”dur. Çünkü onlara göre halk olaylara gündelik bir gözden ve gündelik çıkarlarıyla bakar, dolayısıyla bazı eylem biçimleri gerektiğinde “halka rağmen” sürdürülmelidir.

 

Şehir savaşlarının öbür yüzü

 

Öte yandan savaşın PKK tarafından şehirlere taşınması ve suikastlere başvurulması, PKK ile PKK’ya müzahir Kürtler arasında da yeni bir ilişki anlamına geliyor.

 

Savaşın eski haliyle, yani PKK ile asker arasında dağlarda sürdüğü koşullarda PKK ile PKK’ya müzahir Kürtler arasında gerilim yoktu. Fakat savaşın şehirlere taşınması, bu açıdan da ciddi sonuçlar doğuruyor… Çünkü PKK’nın yeni tercihi doğrudan doğruya Kürtlerin gündelik hayatını etkiliyor, hatta onların evsiz-barksız kalması sonucunu doğruyor.

 

PKK, şehirlerde devletin silahlı güçleriyle karşı karşıya geldiğinde Kürtlerin kendisinin yanında direneceğini ummuştu; fakat öyle olmadı, halk, PKK’nın “serhildan” çağrılarına icabet etmedi.

 

Böyle bir tablo, adım adım PKK’nın tabanıyla arasının açılmasını imâ eder. Çünkü PKK’nın söylemine göre Kürtlerin yaşadığı bölgeler “düşman” işgali altındadır ve PKK, “düşman”a karşı mücadele eden direniş örgütüdür. Dolayısıyla, savaşın şehirlere inmesiyle birlikte PKK’nın kendisiyle birlikte direnmeyenlere karşı hissiyatı, bir dış düşmanın fiili işgali altında bulunan bir ülkedeki direniş örgütünün kendisiyle işbirliği yapmayan yerli halka karşı geliştireceği hissiyata yaklaşacaktır.

 

Fakat burada PKK çok büyük bir problemle karşı karşıya, o da şu: Halk, kendini bir dış düşmanın işgali altındaymış gibi hissetmiyor.

 

PKK, “halka rağmen halk için” ısrarını sürdürdükçe kendi tabanıyla arasındaki gerilim daha da büyüyecektir.

 

- Advertisment -