Ana SayfaYazarlarİnkârcılığın ‘onur’la bir ilgisi var mı?

İnkârcılığın ‘onur’la bir ilgisi var mı?

 

Toplumların, geçmişlerinin ahlâken savunulamayacak parçalarını  unutmaya çalışmalarında ya da inkâr etmelerinde olumlu bir yan bulunabilir mi?

 

Hrant Dink bu soruya “evet, bulunabilir” cevabı veriyor, 1915 olaylarına dair bugünkü inkâr dilinin kaynaklarından birinin de inkârcıların gerçekte soykırım gibi bir fiilden nefret etmeleri ve böyle bir fiili ne kendilerine ne de atalarına yakıştırmaları olduğunu söylüyordu. “Türklerin doktoru Ermeniler, Ermenilerin doktoru Türkler” başlıklı konuşmasında dediği gibi:

“(…) Ermenilere diyorum ki, Türklerin ‘Hayır, bu bir soykırım değildir’ demelerinde de bir onur görmeye çalışın. Nedir o onurlu duruş? ‘Bir Türk olarak ben soykırıma karşıyım, ırkçılığa karşıyım, soykırım Allah’ın belası bir şey, nasıl ya, benim atalarım böyle bir şey yapamaz, çünkü ben yapmam.’ Dolayısıyla burada da bir onurlu duruş vardır.”

 

1915’tekine benzer bir olayın (1938’de Dersim Alevilerine karşı gerçekleştirilen askeri harekât) yeni ortaya çıkmış belgesi üzerinden sergilenen kitlesel öfke ve inkâr hali, bana Hrant Dink’in bu ilginç yaklaşımını hatırlattı. Açıkçası, ortaya çıkan tablo, Hrant’ın şimdiye kadar hak verip onayladığım bu yaklaşımını sorgulama ihtiyacı hissettirdi bana.

 

Yakın tarihimizin en tartışmalı sayfalarından birini aydınlatabilecek bir belgeden söz ediyoruz… Normal bir ülkede böyle bir belge basının en önemli konuları arasında yer alırdı. Fakat burası Türkiye olduğu için böyle bir şey olmadı ve dolayısıyla birçok insan belgenin varlığından bugün dahi bîhaber. Bu nedenle öncelikle belge konusunda biraz bilgi vermem gerekiyor.   

 

Çağlayangil: “Ordu bunları fare gibi zehirledi”

 

Alman kamu televizyonu ARD, bu ayın ilk günlerinde Thorsten Mack ve Karaman Yavuz imzalı bir habere yer verdi. Haber, Reisicumhur sıfatıyla Atatürk'ün de imzasının bulunduğu 7 Ağustos 1937 tarihli bir hükümet kararına dairdi. Kararda, Adolf Hitler’in başbakan olduğu Nazi Almanyası'ndan 20 ton zehirli gazın satın alınması öngörülüyordu.

 

ARD bu haberi, ısmarlanan zehirli gazın 1937-38’de Dersim Alevilerine yönelik yok etme harekâtında kullanılmış olma ihtimalini hatırlatarak vermişti ki bu irtibat da gazetecilik açısından gayet makul ve yerindeydi. Çünkü o harekâtta, daha sonra Dışişleri Bakanı olacak İhsan Sabri Çağlayangil’in de söylediği gibi zehirli gaz kullanılmıştı ve o tarihte Türkiye’de zehirli gaz imalâtı mümkün değildi.

 

2011’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde büyük bir Dersim-1938 tartışması olmuş, Çağlayangil’in sözleri bu vesileyle yeniden hatırlanmıştı. Hatırlatanlardan biri de T24 sitesiydi:

“Kendisi de Dersimli olan Kemal Kılıçdaroğlu, 1986 yılında, Dersim olayları sırasında Malatya Emniyet Müdürü olan eski Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Vekili İhsan Sabri Çağlayangil ile görüştü. Çağlayangil'in Yalova'daki evine giden Kılıçdaroğlu, bu konu üzerinde çalışan bir arkadaşına vermek üzere ses kaydı yaptı. Ses kayıtlarına göre, Dersim katliamından önce Malatya Emniyet Müdürü olarak Dersim'e giden ve Kürt aşiretleriyle bazı görüşmelere katılan Çağlayangil, Kılıçdaroğlu'na, ‘Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi’ dedi."

 

“Yağsız yağ” reklamı gibi: “Habersiz haber

 

Böyle durumlarda hep olduğu gibi topa ilk olarak Hürriyet girdi. Hürriyet’te pek çok şey değişmişti, fakat bu refleks taptaze olarak yerli yerinde duruyordu.

 

Hürriyet’e göre ARD’nin yaptığı iş “densizlik”ti, çünkü Alman kamu televizyonu haberde “Atatürk ile Hitler’i kıyaslıyor”du. (Haberde böyle bir kıyaslama yoktu. ARD editörleri bu iddialar üzerine haberin sonuna bir açıklama koydular ve “kıyaslama” iddiasını reddettiler.)

 

Haber, Hürriyetvari bir ustalıkla kurgulanmıştı. O kadar ki, haberin asıl iddiası olan Atatürk’ün imzasının da bulunduğu hükümet kararını yansıtan belgeden hiç söz edilmemişti. 1990’larda televizyonlarda “yağsız yağ” diye bir reklam vardı, Hürriyet’in haberi ona benziyordu, habersiz haber:

 “Atatürk’ü Hitler ile kıyaslayan belgeselde, Türkiye’nin Hitler Almanya’sından zehirli gaz satın aldığı ve bunu Dersim’de kullandığı iddia edildi.”

 

İddianın, Türkiye tarafından yalanlanmayan tarihi bir belgeye dayandırıldığı söylenmeyince, okurların bunu nasıl algılayacağı açık: Türkiye’ye iftira atmaktan bir türlü vazgeçmeyen Alman medyası şimdi de böyle bir şey uydurup kötülüklerine devam etmiştir.

 

Hakikat gizlenemedi de ne oldu?

 

Bu devekuşu gazeteciliği, bir haberin en önemli unsurunu gizleyip okurlarını manipüle ettiğini sanıyor ve bir türlü insanların habere ulaşma imkânlarının günümüzdeki sınırsızlığını idrak edemiyor. Nitekim Hürriyet’in okurları da öbürlerinin yanı sıra kısa bir süre içinde belgenin varlığından haberdar oldu, yani hakikat gizlenemedi.     

 

Hakikat gizlenemedi de sonrasında ne oldu? Türkiye’nin İslamcıları, milliyetçileri, ulusalcıları ve onların partileri tabularını bir parça olsun sorguladılar mı? Ne gezer? Hepsi de, ortada gerçekliğine itiraz edilmeyen bir belge olduğu halde sanki o yokmuş gibi davrandılar ve “Atatürk’le Hitler’i kıyaslayan” televizyon kanalını protestoya giriştiler. Yani var olanı (hükümet kararı) yok, olmayanı (Hitler-Atatürk kıyaslaması) var sayarak ortalığı birbirine kattılar. Hürriyet’in haberinin bu bölümü de şöyleydi:

“Atatürk’ü eli kanlı bir diktatör gibi gösteren filme karşı Türk sivil toplum kuruluşları bu akşam yerel saatle 15.00’te ARD’nin Berlin binası önünde protesto gösterisi yapacak. Yarın da Köln’de saat 14.00’te ARD ve WDR televizyonlarının önünde CHP Kuzey Ren Vestfalya Birlikleri, Atatürkçü Düşünce Dernekleri ve İyi Toplum Gönüllüleri protesto gösterileri düzenleyecek.”

 

Haberde, CHP Almanya Birlikleri’nin tepkisine de yer verilmişti:

“Filmin ‘Tamamen kasıtlı ve tek yanlı olduğunu’ vurgulayan CHP Almanya Birlikleri bir açıklama yaparak, ‘Böyle bir film bizi çok derinden sarsmıştır. Bu tür tek taraflı yayınlar sosyal barışı tehdit ediyor. Bizim Almanya’da yaklaşık 10 bin üyemiz var ve bunlar televizyon vergisi ödüyor. Filme karşı protestomuzu mektupla ilettik ve devamı gelecek. Bu konuda ARD’den nasıl böyle tek taraflı bir yayın yaptığına dair açıklama istiyoruz.”

 

Hangisi geçerli?

 

Şimdi söyleyin, geçmişindeki, inkâr edegeldiği bir felaketin gerçek olabileceğini gösteren çok güçlü bir belge karşısında tepkisi bu olan bir toplum, Hrant Dink’in dediği gibi “onurlu” bir tavır sergiliyor olabilir mi:

“Bir Türk olarak ben soykırıma karşıyım, ırkçılığa karşıyım, soykırım Allah’ın belası bir şey, nasıl ya, benim atalarım 1937’de böyle bir şey yapmış olamaz, çünkü ben yapmam.”

 

Buradaki duygu bu mudur, şu mudur:

“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır. Vatan söz konusu olduğunda bazı can sıkıcı şeylere göz yumulabilir. Fakat biz bunları hep inkâr etmeliyiz, çünkü birini kabul edersek arkası da gelecektir.”

 

Bence ikincisi… Sizce?  

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -