Ana SayfaYazarlarParodi tadındaki gerçeklerin ülkesinde ‘Türkiye’ kelimesini nasıl bölmeli?

Parodi tadındaki gerçeklerin ülkesinde ‘Türkiye’ kelimesini nasıl bölmeli?

 

Gerçekte var olan bir durumu asla gerçekleşmeyeceği düşünülen ölçülerde abartırsanız (gerçeğin parodisi), o durumun var olan haliyle de dalganızı geçmiş olursunuz.

 

Gerçeğin parodisi, karikatürcülerin, komedyenlerin her zaman “bir koyup üç aldıkları” bir komedi türü; gerçeğin iyi kotarılmış bir parodisi hiçbir zaman müşterisiz kalmaz.

 

Bu söylediğimi en iyi, yönetenlerin, kötü giden her şeyi Atatürk ve Atatürk sevgisiyle görünmez kılmaya çalıştığı 1990’lar sonu Türkiye’sinde karşıma çıkan bir Yiğit Özgür karikatürüyle anlatabilirim:

Berber tıraşı bitirmiş, sıra enseye ayna tutarak müşterinin onayını almaya gelmiştir. Fakat o ne? Berber ayna yerine müşterinin ensesine, çerçeveli bir Atatürk fotoğrafı tutmaktadır. Karşısındaki büyük duvar aynasında ensesini değil Atatürk’ü gören müşteriyle berber arasındaki diyalog şöyledir:

–     Berber: Nasıl olmuş?

–     Müşteri: Anam! Atatürk!!

–     Evet, Ulu Önder… Bugün buradaysak birçok şeyi ona borçluyuz… Unutmayalım, unutturmayalım…

–     Lan, eğri büğrü kestin di mi enseyi?

–     Diyagonal.

 

Evet, gerçek hayatta bu kadarı olmaz. Berber, işini berbat bir tarzda icra etmesinin üstünü bu düzeyde bir Atatürk sömürüsüyle örtmeye çalışmaz. Bu bir abartıdır, biz bu abartıya güleriz, fakat sanatçı işte bu abartı sayesinde o düzeyde olmasa da ülkede bir Atatürk sömürüsünün var olduğunu da bize anlatmış olur.

 

Gerçeğin parodi tadına bürünmesi

 

Fakat bazen bu boyut aşılır ve gerçeğin kendisi parodi tadına bürünür. Artık, bir parodi sanatçısı tarafından yazılıp oynansaydı, “o kadarı da olmaz” desek bile güleceğimiz, fakat parodide anlatılanın gerçekten de yaşandığı durumlarla karşı karşıyayızdır… Böyle bir “gerçek-mizah”ın eline hangi parodi su dökebilir?

 

Aklıma, tıpkı bugünlerde olduğu gibi Türkiye’nin bölünemezliğine dair hassasiyetin had safhada olduğu eski yıllardan bir örnek geliyor. Bu kez bir parodiden yahut karikatürden değil, gerçek bir olaydan söz edeceğim. Olay gazetelere “Bu pastayı kesemem Türkiye’yi bölemem!” başlığıyla şöyle yansımıştı:

“Bolu Valisi, Cumhuriyet'in 78. yıldönümü resepsiyonunda önüne getirilen Türkiye şeklindeki pastayı kesmeyip geri gönderdi…

“Abant Palace Otel'de verilen resepsiyonda ortasında Atatürk fotoğrafı da bulunan pastayı kesmeyi reddeden Bolu Valisi Mehmet Ali Türker, ‘Görüntüsü çok güzel olmuş. Emeği geçenlere teşekkür ederim. Ancak, Türkiye haritası içinde Atatürk'ün fotoğrafının da bulunduğu pastayı kesemem. Vatanımı bölemem’ dedi.

“Salona ışıklar söndürüldükten sonra mumlar eşliğinde getirilen 15 kiloluk pasta, tam 15 günde yapılmıştı ancak pastayı yemek kimseye nasip olmadı.

“Davetliler Türker'in sözlerini alkışlarken, otel aşçısının yaptığı pasta yine mumlar eşliğinde mutfağa götürüldü.” (Milliyet, 31 Ekim 2001).

 

Düşünün şimdi: Bu gerçek olay henüz yaşanmadan, o yıllardaki bölünme paranoyasını gırgıra almak için mesela Yiğit Özgür kalkıp böyle bir karikatür çizseydi? O karikatürü görenler “Yok, bu kadarı da olmaz tabii ama iyi gırgıra almış bölünme paranoyasını” demezler miydi?

 

Fakat gördüğünüz gibi olay gerçekte yaşandı. Eh, böyle bir “gerçek-mizah”ın eline hangi Yiğit Özgür karikatürü su dökebilir ki?

 

“Niye sustun” soruşturması

 

Daha taze bir örnek…

 

Malûm, bu dönemde “parodi gibi gerçekler” faslında yargı, siyasetin de önünde gidiyor… Alın mesela en son Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun başına gelenleri… Şu habere bakın:

“Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında, dokunulmazlığın kaldırılması talebiyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan soruşturma fezlekesinde, gerekçe olarak Eş Genel Başkan Pervin Buldan’ın yaptığı konuşmaya ‘tepki vermemesi’ gösterildi.”

 

Savcı’ya göre Buldan konuşmasında terör örgütü propagandası yapmış, Gergerlioğlu da ona tepki vermemiş, sözlerine itiraz etmemiş; eh, bu durumda onun da terör örgütü propagandası yaptığı açıkmış!

 

Düşünün: Bu olay gerçekleşmeden önce bir karikatürist kalkıp savcıların tuhaf uygulamalarını, bir milletvekili hakkında “sustuğu için” soruşturma açıldığı hayali örneği üzerinden  anlatmaya çalışsaydı biz yine “bu kadarı da olmaz ama komik olmuş, yargıdaki garip uygulamalar böyle bir abartıyı hak ediyordu” demez miydik?

 

Derdik, fakat bir karikatüristin böyle bir “abartı”yı çizmesine de bizim o karikatürü böyle yorumlamamıza da hacet kalmadı, çünkü bu olay aynıyla yaşandı.

 

Medya-Milli Eğitim ve çocukla çocuk olmak

 

Parodi gibi gerçeklerin mümbit toprağı Türkiye’de bu fasıldan son örnek, geniş bir sosyal medya ilgisi sayesinde hayli popüler oldu. Yine de henüz duymamış olabilecekler için ben olayı kısaca hatırlatacağım…

 

Olayımız şu: Elazığ’da Hazardağlı İlköğretim Okulu öğrencisi, 8 yaşındaki Hiranur İrgören, heceleme ödevinde listedeki “Türkiye” kelimesini hecelere ayırmamış. Nedenini soran öğretmenine de "Türkiye bölünmez. Türkiye tek hecedir. Bu nedenle Türkiye kelimesini hecelere ayırmadım” cevabını vermiş.

 

Peki, biz Hiranur’un bu çocukça ve naif tepkisini nasıl ve ne surette öğreniyoruz? Medya marifetiyle tabii… Habertürk, Hiranur’un bu “duygulandıran” davranışının bütün Türkiye tarafından bilinmesini uygun görmüş ve okurları için altı dakikalık bir mizansen video ile olayı ölümsüzleştirmiş.

 

Video, sınıf öğretmeninin sınıf kapısını açıp içeriye girmesiyle ve bunun sınıfa konuşlandırılmış kameralar marifetiyle kaydedilmesiyle başlıyor… Olayın nasıl geliştiğini, öğretmenin anlatımıyla ayrıntılı olarak öğreniyoruz. Keza öğretmenin duygularını da:

“Çok aşırı derecede gururluyum. Meslek hayatımın ilk yıllarından beri hep söylemişimdir; akademik başarı ikinci plandadır. Önce milli ve manevi değerlere sahip bireyler yetiştirmek gerektiğini savunmuşumdur. Çok şükür ben bu günleri görüyorum. Çocuklarımın kalbine ektiğim vatan millet sevgisi, bayrak sevgisi tohumlandı, büyüdü, koskoca bir çınar oldu.”  

 

Bitmedi. Videonun sonlarına doğru aralarından birinin Elazığ İl Milli Eğitim Müdürü Feyzi Gürtürk olduğunu öğrendiğimiz birkaç kişi, ellerinde “örnek davranışı” için Hiranur’a verilecek hediyelerle birlikte içeri giriyorlar. Video, Milli Eğitim Müdürü’nün kısa konuşmasıyla son buluyor.

 

Yukarıdaki örneklerde baş vurduğumuz akıl yürütmesine bu örnekte de başvuralım… Beka-bölünme üzerine yürütülen mütemadi propagandanın ulaştığı boyuta mizahi bir darbe indirmek isteyen bir tiyatro grubu, bu gerçek olayı, olay yaşanmadan önce parodi kılığında oyunlaştırsaydı biz ne derdik? “Bu kadarı da yaşanmaz ama komik olmuş, beka-bölünme ajitasyonunun tadı hakikaten çok kaçmıştı” demez miydik?

 

Derdik, fakat bir tiyatro grubunun böyle bir “abartı”yı canlandırmasına da bizim o abartıyı böyle yorumlamamıza da hacet kalmadı, çünkü olay aynıyla yaşandı.

 

Böylece biz bir kez daha anladık ki, ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir mizah bir “gerçek-mizah”ın yerini tutamaz.

 

NOT. “Hiranur’un suçu ne” diye itiraz edecek okurlar tamamen haklı. Benim lafım da zaten sadece çocukla çocuk olan medyaya ve Milli Eğitim’e…

 

 

 

- Advertisment -