Ana SayfaYazarlarIŞİD’li esir kadınların vicdan rahatlığını nasıl açıklayabiliriz?

IŞİD’li esir kadınların vicdan rahatlığını nasıl açıklayabiliriz?

 

IŞİD, Irak’tan sonra Suriye topraklarından da silindi. Silahlı İslamcı örgütten geriye kalan sınırlı sayıda militan, Bağuz adlı bir köyde ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) bağlı savaşçılar tarafından tamamen kuşatılmış durumda.

 

SDG, geçtiğimiz pazar akşamı (10 Mart) Bağuz’da IŞİD’e karşı nihai saldırının başlatıldığını duyurmuştu. Fakat Amerika’nın Sesi’nin dün (13 Mart) verdiği haberlere bakılırsa, SDG, köydeki sivil varlığı nedeniyle operasyonun sınırlı düzeyde kaldığını ve birkaç hafta sürebileceğini duyurdu. Yine bu habere göre Bağuz’da 500 kadar silahlı IŞİD militanının olduğu ve bunların sonuna kadar savaşmaya kararlı oldukları kaydediliyor.

 

Mağlubiyetin kesin, ölümün mukadder olduğu bir savaşı göze alan bu kişilerin eşleri ve çocukları ise geçtiğimiz hafta köyden çıkıp SDG güçlerine teslim oldu. IŞİD mensubu bu kadınların kameralar karşısında dile getirdikleri, yıllardır buralarda yaşananlar düşünüldüğünde kan donduran bir içerikteydi. Aralarında nedamet getiren, olanlardan üzüntü duyduğunu söyleyen yoktu, hepsi doğru yolda olduklarını ve bu işin bitmediğini savunuyorlardı.

 

Aynı günlerde, IŞİD’in elinden kurtarılan çoğunlukla Yezidi kadın ve çocukların görüntülerini de izledik. Onlar da nasıl kitlesel tecavüzlere uğradıklarını, eşlerinin kafalarının nasıl kesildiğini anlatıyorlardı.

 

“Kurban ve vecd iniltilerinin birbirine karıştığı” bir an

 

Yani, Rumen Felsefeci Cioran’ın deyişiyle “Kurban ve vecd iniltilerinin birbirine karıştığı” tarihsel bir andı tanıklık ettiğimiz şey…

 

Cioran’ın tarif ettiği şeyi kavramak ve kabul etmek zor görünebilir: Bir tarafta çok ağır bir şiddete ve zulme uğrayan kurbanlar… Öbür tarafta, onlara uyguladıkları şiddetten hiçbir pişmanlık duymayan, tam tersine sevinçle kendinden geçen failler… Böyle bir şeyi kavramanın hiç kolay olmadığı açık. (Vecd: “Bir şey karşısında duyulan hayranlık veya sevgiden dolayı kendinden geçme durumu” –Kubbealtı Lugatı).

 

Peki, kurban ve vecd iniltileri ne zaman, hangi durumlarda birbirine karışır? Şöyle de sorabiliriz: Bir topluluğun başka bir topluluk üzerinde uyguladığı şiddeti “vecd” duygusu eşliğinde sürdürebilmesi için o topluluğun ne tür bir maneviyatla donanmış olması, nasıl bir kaynaktan beslenmesi gerekir? (Burada artık IŞİD’li kadın ve erkeklerin içinde bulunduğu vecd halini, dinî vechesiyle tanımlamamız gerekir. (Vecd: “Hiçbir iradi çaba olmaksızın Allah’tan bir lütuf şeklinde kalbe gelen coşkunluk hâli” – Kubbealtı Lugatı.)

 

İnsanın nihai selâmet (kurtuluş) saplantısı

 

Cioran’a göre insanların şiddeti vecd duygusu eşliğinde uygulayabilmelerinin âmillerinden biri, onların selâmet (kurtuluş) saplantısıdır…

 

Beş yıl kadar önce, insanların selâmet saplantısının onları nasıl vecd eşliğinde şiddet uygulayıcıları haline getirdiğini ele alan bir yazı yazmıştım. Konu yine IŞİD şiddetiydi.

 

O günlerde IŞİD, “nihai kurtuluş” uğruna giriştiği savaşta  çok güçlü bir dönemindeydi. Bugün ise askeri olarak yenilmiş olmasına rağmen, bağlıları, onun önerdiği “kurtuluş ideolojisi”ne sahip çıkmaya davam ediyorlar.

 

Zaten zikrettiğim yazının başlığı da bu ideolojinin gücünü anlatmayı amaçlıyordu: “IŞİD ve 21. yüzyılın 'kurtuluş' ideolojisi…”

 

Beş yıl önceki o yazının başlangıç bölümünü, tam zamanı diyerek bir kez de Serbestiyet okurlarının dikkatine sunuyorum…

                                                                         ***

 

IŞİD ve 21. yüzyılın 'kurtuluş' ideolojisi, Al Jazeera Turk, 15 Eylül 2014

 

Her toplumsal-siyasi şiddetin zamana, coğrafyaya, toplumsal gelişmişlik düzeyine vb. bağlı özgül-görünür kaynaklarının yanı sıra; daha genel, daha kuşatıcı, diplerde-derinlerde işlediği için ilk bakışta fark edilmeyen kaynakları vardır.

 

Rumen felsefeci Emil Cioran, bu kaynaklardan birini “insanın selâmet (kurtuluş) saplantısı”yla açıklar. Ona göre yaşadığımız dünya, “insanın selâmet saplantısının hayatı soluksuz bıraktığı bir yer”, toplum ise bir “kurtarıcılar cehennemi”dir.

 

Cioran’a göre, insandaki “selâmet saplantısı”nın nedeni, “kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve sonucu zannetmeye bilinçsizce meyilli olmamız”dır:

 

“Reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dönüştürür. Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilseydik; eğer kıyaslamak, yaşamaktan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimizin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak, kendi boyutlarına karşı körleşmektir.”

 

Bir ‘kurtuluş’ ideolojiniz varsa…

 

İnsanoğlundaki “selâmet saplantısı”, tarihin çeşitli dönemlerinde milyonlarca insanı etkisi altına alan kurtuluş ideolojilerine dönüşür. Bütün kurtuluş ideolojilerinin ortak noktası, onları vaz’edenlerin, insanlığa sonsuz bir barış ve huzur dönemi vadetmeleridir.

 

Söylemeye gerek yok: Bir selâmet (kurtuluş) ideolojisine sahip olmak için öncelikle çok güçlü bir inanç gerekir. İnanç din temelli de olabilir, sık sık din gücüne ulaşabilen seküler temelli de… Mistik boyutları nedeniyle, din temelli kurtuluş ideolojilerinin şiddeti genellikle çok daha dizginsiz, amansız olur. Böyle anlarda “kurban iniltileri ile vecd iniltileri birbirine karışır…”

 

IŞİD’in akıllara durgunluk veren şiddetinin performans sahnesinden böyle bir sesin yükseldiği ve böyle bir şiddetin ancak “vecd” duygusu eşliğinde uygulanabileceği apaçık değil mi?

 

Bütün insanlar için ebedi kurtuluş vaat eden bir ideolojiniz varsa, bir canavara dönüşmeniz işten bile değildir. Çünkü o kadar yüksek bir toplumsal ideale inanıyorsunuz ki, o idealin bir an önce kuvveden fiile çıkması için engel teşkil edebilecek tek tek bütün bireyler, sizin için üzerine basılıp geçilecek bir nesneden başka bir şey değildir. Size katılsalardı, şiddetsiz, sonsuz bir barış döneminin kutlu kurucuları payesine erişeceklerdi, fakat şimdi şiddete son verecek o “son şiddet”in kurbanları haline geldiler. Cemil Meriç, “şiddete son verecek şiddet” inancı için “yalanların en alçakçası değilse, vehimlerin en şairanesi” demişti…

 

Yirminci yüzyılda bu “vehim”in öne çıkan temsilcileri, Nazizmi ve komünizmi bir kurtuluş ideolojisi olarak benimseyip uygulayanlardı, yirmi birinci yüzyılda ise onların yerini İslâm’ı bir kurtuluş ideolojisi olarak benimseyip uygulayanlar almış görünüyor.

 

Buradan, İslâm'ın bir "kurtuluş ideolojisi" olduğu ve ona inananların otomatik olarak herkesi "kurtarmaya" soyunacağı sonucu çıkmasın. Öyle olsaydı bütün Müslümanlar IŞİD’çi olurdu. Ben sadece IŞİD'in ve benzerlerinin İslâm'ı bir "kurtuluş ideolojisi" olarak araçsallaştırdıklarını söylüyorum.

 

IŞİD ve benzeri örgütlenmelerin, bu araçsallaştırmayı nasıl bu kadar yaygınlıkla başarabildikleri ayrı bir mesele… Burada hiç kuşkusuz küresel ekonomik adaletsizliklerin, kültürel aşağılamaların, jeopolitik hesapların vb. rolü de var. Fakat bunların hiçbiri, IŞİD şiddetinin neden bu kadar amansız ve dizginsiz olduğunu izah edemez.

 

Tekrar pahasına kendi izahımı özetleyeyim: Bu şiddetin bu kadar dizginsiz olmasının nedeni, ideoloji haline getirilmiş bir inancı bütün bir insanlığın kurtuluşunun yegâne yolu olarak benimsemek ve oradan bir "aşırı haklılık" duygusu peydahlamaktır.

 

NOT. Yukarıda Al Jazeera Turk’ten bir bölümünü aktardığım yazının uzun versiyonunda, filozof Zizek’in IŞİD üzerine bir makalesinden yola çıkıp şu tartıştığımız konuya dolaylı olarak bağladığım bir başka tartışma daha vardı. Yazının tamamını okumak isterseniz: http://www.aljazeera.com.tr/gorus/isid-ve-21-yuzyilin-kurtulus-ideolojisi

 

 

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik