Ana SayfaYazarlarUlusalcılar boşa kürek çekiyor: Tabandaki ‘Erdoğan nefreti’ seyreltilemez

Ulusalcılar boşa kürek çekiyor: Tabandaki ‘Erdoğan nefreti’ seyreltilemez

 

“2014'ten itibaren Erdoğan'lar ABD'nin kontrolünden çıktı. Türkiye'nin kontrolüne girdi. Artık Erdoğan Türkiye'yi değil, Türkiye, Erdoğan'ı yönetmeye başladı…"

Vatan Partisi (VP) Genel Başkanı Doğu Perinçek, son aylarda sıklıkla dile getirdiği bir görüşü, 18 Temmuz 2017’de Denizli’de verdiği bir konferansta yukarıda okuduğunuz cümlelerle ifade etmişti. (Buradaki “Türkiye”yi “Devlet” olarak okumalısınız.)

“Ana akım” ulusalcılara göre, Türkiye’de “Avrasyacılar”la “Atlantikçiler” arasında büyük bir mücadele var. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) esasen Atlantikçi kanatta yer almasına rağmen koşullar onu Avrasyacılara yaklaştırmış durumda ve “objektif olarak” artık o da Avrasyacı… 

Perinçek’in benzer cümleleri, biraz da hayret imaları eşliğinde sık sık gazete haberlerine konu oluyor: “Erdoğanlar bizim mevzilerimize geldi, bundan ancak sevinç duyabiliriz”, “Erdoğanlar Amerika ile artık cephe cepheye mücadele ediyor”, “Erdoğan Atatürk devrimine teslim oldu”, vb.

 

“Erdoğan gitsin diye ABD’nin vize kararına sevinilir mi?”

 

Ne var ki, bu “büyük tarihsel buluşma”nın geniş ulusalcı tabanda benzer bir sevince yol açtığını gösterecek hiçbir şey yok… O tabandan, Perinçek’in AK Parti ve Erdoğan için tanımladığı değişimin öneminin anlaşıldığına dair de bir ses gelmiyor… Keza, mademki ortak bir noktada buluşuldu ve koşullar yeni bir ittifakı gerektiriyor, bu durumda geniş ulusalcı çevrelerdeki Erdoğan nefretinin eski haliyle sürmemesi gerekirdi, fakat öyle bir şey hele hiç gözlenmiyor.

Sözcü gazetesi yazarı Soner Yalçın ise işte bu duruma itiraz ediyor. Ona göre, değişen koşullarda bu nefretin aynen devam etmesi “takıntılı bir ruh hali”nin göstergesi. (Olumsuzluğa sevinmek, Sözcü, 12 Ekim 2017).

Oda tv’nin, Erdoğan gitsin diye ABD’nin vize kararına sevinilir mi? başlığıyla alıntıladığı yazısında Yalçın, 1904-1905’teki Çarlık Rusyası-Japonya savaşında  “Çarlık tarafından baskı altında tutulan burjuva liberallerin, iç siyasette ödünler koparabilmek için Japonya ile savaşta ülkelerinin yenilgisini (istemelerinden)”  türeyen “yenilgicilik” kavramının tekabül ettiği ruh halinin son zamanlarda Türkiye’de de baş gösterdiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:

 

“Ruh çöküntüsü, insanın kendine ihaneti”

 

“Bu ruh hali ne yazık ki son yıllarda Türkiye'de de görülmeye başlandı: ‘Erdoğan iktidardan gitsin de nasıl giderse gitsin!’

Bu doğru bir siyasi tutum mudur? Tartışmalıyız…

Temel çelişki emperyalizmdir.

-Çok hak vermiyor da değilim- kimilerinde Erdoğan takıntı haline geldi. Gözü hiçbir gerçeği görmüyor. Örneğin, dış politika… Erdoğan nefreti gözünü kararttığı için değişen bölgesel dengeler, yeni ittifaklar üzerine siyaset üretmek istemiyor. Sadece… Erdoğan'ın Suriye politikasının yanlışlığını tekrarlayıp duruyor. Peki, bunu kaç kez daha söyleyip, kaç kez daha yazacağız?

Evet, Erdoğan'ın dış politikası büyük hataydı. Türkiye'ye büyük zararı oldu. Ama. Bugün realite Erdoğan'ı; Rusya, İran, Suriye ile aynı masaya oturtuyor. Bu masaya gözümüzü kapatabilir miyiz? Bu dış politik gelişmeyi görmezden gelip aynı sözleri-yazıları tekrarlamayı mı sürdürmek lazım?

Bozan bozduğunu toparlamaya çalışıyorsa aynı sözleri tekrarlamanın kime yararı/faydası var?

‘Hangi nedenle olursa olsun’ bugün emperyalizm ile Erdoğan karşı karşıya geliyor ise, bu politik gelişme suskunlukla karşılanabilir mi? Ne yani, ‘yenilgicilikten’ medet mi umacağız?

(…)

Bu aklı durdurmaktır. Bu tek düşünce üretiminde saplanıp kalmaktır. Bu doğrudan korkmaktır. Erdoğan, İran, Rusya ve Suriye ile yan yana geliyorsa bu konuda suskun kalınabilir mi? Keza… “Erdoğan gitsin” diye ABD'nin vize ambargosuna sevinilebilinir mi? Yapmayınız. Bu ruh çöküntüsü, insanın kendine ihanetidir.”

 

“Erdoğan nefreti”nin seyrelmemesinin ikincil nedeni

 

Böyle yazıyorlar, fakat son aylarda ulusalcı cenahın önde gelenlerinden yükselen “Erdoğan’dan artık o kadar da nefret etmeyelim, çünkü o artık bir anti-Amerikan” seslerinin geniş laik-ulusalcı tabanda karşılık bulması imkânsız… Bunun asıl nedeni, oluşmasına bizzat bu “önde gelen”lerin büyük katkıda bulunduğu “Erdoğan nefreti”nin seyrelmesi imkânsız bir yoğunluğa ulaşmış, adeta taşlaşmış olması değil. Bu da bir neden ama asıl değil, ikincil…

“Asıl neden”e biraz sonra gelmek üzere “ikincil” dediğim neden üzerinde kısaca duralım…

Dürüst olalım, AK Parti iktidara gelir gelmez, henüz programını bile açıklamadan sırf kimliği nedeniyle dışlandı, düşmanlaştırıldı, darbe girişimlerine maruz kaldı. AK Parti’yi, herhangi bir parti gibi yapıp edeceklerini ölçü olarak alıp değerlendirmemek gerektiğini, bu partinin “öz” olarak “yanlış” olduğunu ve ondan herhangi bir “olumlu şey”in sâdır olamayacağını ulusalcı kitleler Doğu Perinçek gibi, Soner Yalçın gibi ulusalcılığın önde gelenlerinden öğrenmediler mi?

İşte onlar da şimdi o endoktrinasyonun gerektirdiği biçimde, Erdoğan’ın “Amerikan emperyalizmi”ne karşı nasıl bir tavır aldığıyla ilgilenmiyorlar. Nefretleri o kadar köklü ve yoğun ki, “Erdoğan’ı kim hal’ederse etsin, isterse Amerika etsin ve hangi yöntemle ederse etsin onaylarım, sorgulamam” noktasındalar…

O endoktrinasyondan başka bir sonuç çıkmazdı… Bence ulusalcı kitleleri “ruh çöküntüsü” içinde olmakla itham etmeden önce bunlar üzerinde düşünülse daha isabetli olur.

 

“Erdoğan nefreti”nin seyrelmemesinin asıl nedeni

 

Erdoğan’ın jeo-stratejik tercihlerindeki “olumlu” tercihlerin, “anti-Amerikancılığının” ulusalcı tabanda neden karşılık bulmadığının asıl nedenine gelince… Bunu da en isabetli biçimde, ismini doğrudan zikretmediği Doğu Perinçek’le Aydınlık gazetesinde bir tartışma yürüten Yavuz Alogan ifade etmişti:

“Siyasi partilerin halkla temas noktası ‘jeopolitik’ olamaz, siyasi partiler kendi programlarından, halkın günlük taleplerinden, korkularından, gelecek kaygılarından hareket ederler. ‘Jeopolitik’ siyasi partilerin ancak Devlet’le temas noktası olabilir; fazla ileri gidilirse, siyasi öznenin halkla, hatta kendi tabanıyla temasını zayıflatıcı bir etken haline gelir.” (Aydınlık, 2 Eylül 2017).

Yani, ideolojiyi ve temel siyasi tercihleri her şeyin önüne koyan bütün siyasi radikalizmlerde ne oluyorsa, şu anda ulusalcılığın ideolojik önderliğiyle geniş ulusalcı kitleler arasında aynı şey oluyor. Sol’un tarihsel pratiği de benzer örneklerle dolu…

Bu halin nispeten taze bir örneğini, 2015’teki “hendek savaşları”nda  geniş Kürt kitleleri “halk savaşı”na çağırıp hüsrana uğrayan PKK yaşamıştı.

Aynı şey: Orada PKK, burada ulusalcılar, parçası oldukları siyasi mücadelenin tabanında yer alanların önceliklerinin kendi maksimalist öncelikleriyle uyuştuğu hususunda tereddüt taşımıyorlar ve o nedenle neden tabanlarının kendileri gibi hissetmediklerini bir türlü anlayamıyorlar.

Oysa, Alogan’ın dediği gibi tabandaki geniş kitlelerin günlük talepleri, korkuları, gelecek kaygıları var ve bunlar yerine “jeopolitiği” ya da “halk savaşı”nı koyup tabanlarıyla onlar üzerinden temas etmeye çalışan siyasi hareketler başarılı olamıyorlar.  

 

“Erdoğan nefreti” yine de mutlak değil ama…

 

Yine de ve her şeye rağmen “Erdoğan nefreti” mutlak değil; seyrelebilir fakat bunun yolu Erdoğan’ın ulusalcıları sevindirecek jeostratejik tercihlerinden geçmiyor. Bunun yolu halkın günlük taleplerini karşılamaya, korkularından ve  gelecek kaygılarından arındırmaya yönelik siyasetlerden geçiyor.

Erdoğan, bu yolu denediği yıllar boyunca, kendisine asla oy vermeyeceği düşünülen milyonlarca insanın oylarını alabildi. Dahası da mümkündü ama, yeni jeostratejik tercihlerin (ya da “dava” siyasetinin) iç siyasetteki yansımaları nedeniyle, ulusalcı tabanın ona karşı tepkisi daha da koyulaştı. 

Yani, ulusalcıların “Erdoğan nefreti”ni seyreltmesini bekledikleri yeni jeostratejik tercihler, bu tercihlerin iç siyasete yansıyan yanları nedeniyle tam tersi bir sonuç veriyor.

Yani ulusalcılar boşa kürek çekiyor: Tabandaki ‘Erdoğan nefreti’, “artık aynı jeostratejik hedeflere sahibiz” diye seyreltilemez, nitekim seyreltilemiyor.

 

 

  

- Advertisment -