Ana SayfaYazarlarYargıdaki ‘operasyonel eller’, iktidar ve iktidar basını

Yargıdaki ‘operasyonel eller’, iktidar ve iktidar basını

 

15 Temmuz’u izleyen yargılamalarda ortaya çıkan, her gün bir yenisine şahit olduğumuz hukuken izâhı zor kimi hamleler, yargıdaki henüz açığa çıkarılamamış “kripto FETÖ’cüler”in işi olabilir mi?

 

Bu hamlelerin en çok iktidara zarar verdiği tespitinden yola çıkan iktidara yakın gazeteciler, yukarıdaki soruya giderek daha sıklıkla “evet” cevabı veriyorlar ve onca tasfiyeye rağmen her nasılsa ayıklanamamış olan bu “kripto cemaatçi” hâkim ve savcıların da bir an önce açığa çıkarılmasını talep ediyorlar.

 

Bu tespit ve talep iki kritik soruyu davet ediyor…

 

Birincisi: Büyük tasfiyelere rağmen, Cemaat’in yargıda bu kadar etkili bir “operasyonel el”e kumanda ediyor olması mümkün mü?

 

İkincisi: Bazı yargısal uygulamaların iktidarı zor duruma düşürdüğü bu kadar açıkken, nasıl oluyor da iktidardan “ne oluyoruz” itirazları gelmiyor? Bu durumda, eleştiriyi sadece yargıyla sınırlı tutmak ve iktidarı eleştiriden esirgemek  eleştirinin içini boşaltmıyor mu?

 

Bir dönem Başbakan Tayyip Erdoğan’ın metin yazarlığını yapan (2007-2015) AK Parti milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal’ın geçtiğimiz hafta kaleme aldığı makalesi, tartıştığımız konuda muhafazakâr kesimden çıkan en dikkat çekici yazı oldu. Aydın Ünal, bir yandan bu işleri yapan hâkim ve savcıların “FETÖ’cü” olmadıklarını imâ ederek önceki eleştirilerden ayrılıyor, öbür yandan olan bitene “ne oluyoruz” demeyen iktidarı esirgeyerek önceki eleştirilerin taşıdığı problemi sahipleniyordu.

 

Bu yazıda ben, Aydın Ünal’ın makalesinden yola çıkarak, “İzahı zor uygulamalarla iktidarı zor durum düşüren yargısal süreçler”e dair tartışmanın geldiği aşamayı ve bu aşamadaki soru işaretlerini ele almaya çalışacağım.

 

Yeni bir 5 No’lu akıl mı devrede?

 

Aydın Ünal’a göre yargılamalarda, kitlesel bir toplumsal memnuniyetsizliğe ve kaosa bilinçli olarak malzeme sağlayan kasıtlı uygulamalar mevcuttu; tıpkı Diyarbakır’daki 5 No’lu Cezaevi uygulamalarında olduğu gibi:

“Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi, 33 yıldır devam eden, 50 bin insanın ölümüne neden olan, trilyonlarca dolar maddi kayba yol açan, uluslararası boyut kazanan, geniş bir sempatizan tabanı bulan, hatta siyasallaşan ve yüzde 10 barajını aşacak derecede partileşen kanlı bir terör örgütünü, Türkiye’nin en büyük ve en kanlı meselesini doğurdu.

 

FETÖ ile mücadelenin yargı süreci bana Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi’ni hatırlatıyor ve fevkalade kaygılandırıyor.

Elbette süreç birebir Diyarbakır Cezaevi sürecine benzemiyor. Elbette süreç hukuk içinde ilerliyor ve işkenceye en küçük bir taviz bile yok.

Ancak, kökünü kazımaya çalıştığımız kanlı ve tehlikeli bir örgütün, yargı ve cezaevi şartlarıyla daha da büyütülmesi, tıpkı PKK gibi Türkiye’nin geleceğine bela edilmesi gibi bir kaygı gittikçe yaygınlaşıyor.

İster istemez, Diyarbakır Cezaevi sürecinde olduğu gibi, farkına çok sonraları varabileceğimiz bir kirli aklın süreci idare ettiği şüphesi hepimizde oluşuyor. (…) Kaygım şu ki, kökünü kazımaya çalıştığımız bir kanlı örgüt, görülmeyen bir akıl tarafından, Türkiye’nin geleceğini, en az 100 yılını karartmak üzere adeta yeniden kurgulanıyor.

 

Hakim ve savcılarımızdan rica ediyorum: Ne olur, birkaç saatlerini ayırıp, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar ve sonuçlarını okusunlar.” (5 No’ludan ders çıkarmak, Yeni Şafak, 5 Haziran 2017).

 

Ünal hangi savcı ve hâkimlerden rica ediyor?

 

Yukarıda Aydın Ünal’ın, yazısında, iktidarı destekleyen gazetecilerin tersine, varsayılan “kirli operasyon”un “kripto FETÖ’cü” hâkim ve savcıların marifeti olmadığını imâ ettiğini söylemiştim. Bu sonuca, Ünal’ın, yargılamaları yürüten hâkim ve savcılardan “ricacı” olmasına bakarak varıyorum; onların Cemaatçi olduğuna inansaydı böyle bir ricada bulunmazdı.

 

Bu durumda Aydın Ünal ne tür hâkim ve savcılara hitap etmektedir? Herhalde, 15 Temmuz’u izleyen haftalarda kaleme aldığım 15 Temmuz ve İktidarı büyük çaresizliği başlıklı yazımda işaret ettiğim hâkim ve savcılardan söz ediyor Aydın Ünal:

“15 Temmuz gecesinin de gösterdiği gibi, aslında AK Parti’nin güvenebileceği yegâne güç, halk. Fakat yargılamayı (ve başka bir sürü şeyi) halkla yapamazsınız. O nedenle, aslında garip bir tabloyla karşı karşıyayız. Şöyle özetleyebiliriz: Bürokrasiyi oluşturan iki büyük güç (Cemaat ve eski müesses nizam) artık hangisi nöbetteyse, iktidarı devirmeye çalışıyor fakat halk kâh oylarıyla kâh tankların önüne yatarak buna izin vermiyor. Öte yandan devlet aygıtını halkın gücüyle yürütmek mümkün olamadığı için de iktidar partisi kendisini devirmeye çalışan güce karşı öbürüyle ittifak yapmak zorunda kalıyor. Gerçekten de ağır bir çaresizlik.”

 

Aydın Ünal, yazısında bir “kirli akıl”dan söz etttiğine ve mevcut yargıdan bu aklın oyununa gelmemesini rica ettiğine göre, yargıyı bu “kirli” sürecin bir aktörü olarak görmüyor.

 

Yani Aydın Ünal’ın analizine göre mevcut yargıya en fazla “kirli aklın” oluşturduğu kurguyu fark edememek eleştirisi yöneltilebilir ki, zaten Ünal yazısında doğrudan söylemese de bunu imâ ediyor.

 

Cumhurbaşkanı ve hükümetin pozisyonu

 

Demek ki Aydın Ünal’ın tartışmaya getirdiği yenilik iki noktada toparlanabilir:

Birincisi: “Kirli operasyon” tespitini kendisinden önce yapanların tersine, operasyonun yargıdaki “kripto FETÖ’cüler” tarafından yürütüldüğüne inanmıyor.

 

İkincisi: Yargıda şu anda etkili olan eski müesses devlet güçlerinin böyle bir operasyonun bilinçli parçaları olduğuna inanmıyor. Onların en fazla safça bu operasyona âlet olduklarını düşünüyor.

 

Öte yandan, başta da söylediğim gibi Aydın Ünal, “kirli aklın” yargıyı kullanarak yürüttüğünü öne sürdüğü “operasyon”u ele alırken iktidara hiçbir eleştiri yöneltmeyerek, benzer tespitleri yapanların hatalarını tekrarlıyor.

 

Çünkü “operasyonel eller” Gülenci örgütlenmeyle mücadeleyi bu ölçüde rayından saptırabiliyor, manipüle edebiliyorlarsa, bu ancak siyasi iradenin döşediği zemin sayesinde olabiliyor… Bu ancak siyasi iradenin, Gülen sempatizanlarını (da) Gülenciliğin teşkilat yapısına dahil eden ya da hiç olmayacak isimleri Gülencilerle işbirliği etmekle suçlayan genel söylemi sayesinde mümkün olabiliyor.

 

Cumhurbaşkanı ve hükümet, iktidara yakın gazetecilerin de şikâyetçi olmaya başladığı kimi yargısal uygulamalara ilişkin eleştirel bir pozisyon alsalardı, yargı aktörleri herhalde bu kadar pervasız davranmazlardı.

 

Bu yapılmadığına göre, tartışmanın bu aşamasında şu sonuca varabiliriz diye düşünüyorum: Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere iktidar, hatalarla dolu ve fakat “yıldırıcılık” özelliğini bilhakkın yerine getiren mevcut yargısal süreçten memnun… Bundan elde ettiği siyasi faydanın, bundan gelecek siyasi zarardan fazla olduğunu düşünüyor ve sineye çekiyor.

 

 

 

 

 

- Advertisment -