Ana SayfaYazarlarKendimle dalga geçme yazısı: ‘İltisaklıya veda zamanı’ymış!

Kendimle dalga geçme yazısı: ‘İltisaklıya veda zamanı’ymış!

Haberi ilk okuduğumda ‘rakamlarda bir yanlışlık olmalı’ diye düşündüm, fakat sonrasında bir düzeltme yapılmayınca herhangi bir yanlışlık olmadığına inandım.

Devletin resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansı’nın 15 Mart’ta Kemal Karadağ imzasıyla servise koyduğu “Yargı FETÖ’yle mücadeleye hız verdi” başlıklı habere göre, “Yargının, geçen yıl temmuz ayı itibarıyla darbe girişimi ve Fetullahçı Terör Örgütü'ne (FETÖ) üyelik nedeniyle işlem yaptığı kişi sayısı 171 bin 970 iken bu rakam son 8 ay içerisinde 402 bine yükseldi.”

Bugüne kadar haklarında işlem yapılanların sayısının büyüklüğü (402 bin) habere inanmayı zaten zorlaştırıyordu, fakat ilk bir yılla sonraki sekiz ayı kıyaslayınca, rakamlara inanmak biraz daha zorlaşıyordu: Darbeyi (15 Temmuz 2016) izleyen ilk bir yılda, yani hadisenin çok daha sıcak olduğu dönemde haklarında işlem yapılanların sayısı 172 bin iken, hadisenin soğuduğu sonraki dönemde bu rakam 230 bin olmuştu (üstelik ikinci dönem dört ay daha kısa bir aralığını kapsıyordu).

 

Sempatizan avı…

 

Gerek toplam rakamın yüksekliği, gerekse de suç ânından uzaklaştıkça suç isnat edilenlerin sayısının mutlak olarak artması bize sadece tek bir şey söyler: Savcılar, örgütün en dış halkasındaki sempatizanlarını bile soruşturmakta, onlarla örgütün gerçek yöneticileri ve üyeleri arasında hiçbir ayrım yapmamaktadırlar.

Ben, Gülen Cemaati’nin kriminal boyutuna karşı yürütülecek hukuk mücadelesinin haklı pozisyonda kalmasının önemine dair kaleme aldığım yazılarda, her şeyden önce bu ayrımın yapılması gerektiğini savundum. Yakın tarihte, böyle bir ayrımın hayati öneminin farkına varılmadığında yürütülecek hukuk mücadelesinin ne hale geleceğini gösteren örnekler (darbe davaları) ortadayken, aynı hatayı tekrar etmeyi anlamanın çok zor olduğunu ifade ettim.

Soruşturmaların böyle bir hatayla malûl olabileceğinin ilk sinyallerini aldığımız darbe sonrası aylarda kaleme aldığım ilk yazıda (Teşkilatı mı cezalandıracaksınız, zihniyeti mi?,  Serbestiyet, 5 Eylül 2016) gerçek suç ve suçlularla, ‘zihniyet polisliği’ marifetiyle ‘suçlu’ haline getirilmişlerin aynı çuvala konulmasının 2008’den sonra başlatılan darbe soruşturmalarını nasıl murdar ettiğini anlatmaya çalıştım. Orada da belirttiğim gibi, “Ergenekon şebekesiyle hiçbir örgütsel bağı olmamış, onun kriminal faaliyetlerine hiçbir biçimde katılmamış, dolayısıyla yasal bir suçlamaya maruz kalmamış ve kalmaması gereken”lerin de soruşturma kapsamına alınması, darbe davalarının meşruiyetine büyük bir gölge düşürmüştü.

O günlerde, yani 15 Temmuz’u izleyen ilk aylarda, eski musibetlerden türetilmiş böylesi nasihatlerin işe yarayabileceğine dair naif bir inancım vardı. Bunun boş bir beklenti olduğunu anlamak için bir üç-beş ay daha geçmesi yetecekti.

 

Yargıtay: Sempatizanı örgüt üyesiymiş gibi cezalandıramazsın!

 

İşler böyle giderken, geçtiğimiz ekim ayında ortaya çıkan bir hukuki gelişme, benim naif inancımı bir kez daha depreştirdi: Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 26 Ekim’de karara bağladığı bir davada, Cemaat’in tabanındaki sempatizanların örgüt üyesiymiş gibi suçlanamayacaklarına hükmetmişti.

Karar, 1 Kasım 2017 tarihli Hürriyet’te “Yargıtay’dan delil uyarısı: Sempati, örgüt üyeliğine yetmez” başlığıyla haberleştirilmişti:

“Burdur’da Ağlasun Tarım Müdürü Hakan Özcan, 3 Ağustos 2016 tarihinde ‘FETÖ üyeliği’ iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklandı. 2013 yılı öncesi ve sonrasında örgütün ilçe imamıyla telefonla görüştüğü, sohbet toplantılarına katıldığı, Zaman gazetesine abone olduğu ve kızını Altınbaşak adlı okula verdiği belirlenen Özcan, ‘yasadışı örgüt üyeliği’ suçundan cezalandırıldı. Bölge Adliye Mahkemesi’nde temyiz başvurusu reddedilen Özcan, Yargıtay’a gitti. Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi, Özcan’ın itirazını haklı bularak kararı bozdu. (…) Kararla birlikte Özcan tahliye edildi.”

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, kararında örgüt üyeliğiyle örgüte sempati duyma arasında net bir ayrım yapıyor ve “örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir”  tespitinde bulunuyordu.

 

Al sana ‘iltisaklıya veda zamanı!’

 

“’İltisaklı’ya veda zamanı mı?” başlıklı yazımı (2 Kasım 2017), işte bu Yargıtay kararı üzerine kaleme almıştım. Kararda tabii ki ‘iltisaklı’ sözcüğü geçmiyordu fakat kast edilenlerin bu kelimeyle anlatılanlar olduğu apaçıktı… 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hayatımıza giren ‘iltisaklı’ kelimesi, Gülen cemaatinin yalnız ‘kriminal merkez’ini değil, etrafındaki geniş sempatizan ağını da cezalandırma niyetini ve arzusunu ifade ediyordu. ‘Bitişik olan’, ‘temas eden’ anlamına gelen ‘iltisaklı’ kelimesi, kolayca anlayabileceğimiz nedenlerle 15 Temmuz’u izleyen aylar boyunca gayet işlevsel kalmıştı…

“’İltisaklı’ya veda zamanı mı?” başlıklı yazım şu naif hükümle bitiyordu:

“Fakat işte, ‘iltisak’ kelimesi, örgüt üyesi ile sempatizanlarını aynı torbada mütalaa eden bu ceza anlayışının ve uygulamasının sürdürülemez olduğunun farkına varılmasıyla yavaş yavaş hayatımızdan çıkıyor. 16. Yargıtay Dairesi’nin geçtiğimiz hafta verdiği karar, başka nasıl yorumlanabilir?”

Bu kararın başka nasıl yorumlanabileceğini, 15 Mart 2018 tarihli, “Yargı FETÖ’yle mücadeleye hız verdi” başlıklı Anadolu Ajansı haberinden öğrendik işte…

Bana gelince: Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına bile uyulmayan bir vasatta, savcıların Yargıtay’ın bir dairesinin verdiği kararı dikkate alıp ‘FETÖ sempatizanları’nın peşine düşmekten vazgeçeceklerine inandım ve cevabımı aldım: Al sana ‘iltisaklı’ya veda zamanı!

 

 

- Advertisment -