Ana SayfaYazarlarAdresini arayan uyarı!

Adresini arayan uyarı!

 

Seçimin kaybedeni, kazananı kim, anlamaya çalışıyoruz.

 

Eskiden muhalefet seçim sonuçlarını kolay kolay kabullenmez; olur olmadık her sorunu tartışma ve itiraz konusu haline getirirdi.

 

Şimdi işler tersine döndü.

 

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) açıklamasına rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Millet İttifakı adaylarının kazandığı İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlığı sonuçlarına “hakkımız yendi, oylarımız ziyan oldu” diye itiraz etmekte.

 

Tamam, bu da demokratik bir haktır ve normaldir.

 

AK Parti’nin aldığı oyun önceki seçimlerin pek altında olmamasına karşın, sonuçlar pek memnun etmemiş olacak ki, o çevreden esen rüzgâr ağır bir yenilgi havasını yansıtıyor.

 

Ne söylediğinin farkında olmayan şuursuz bazı iktidar yandaşı gazeteci ve yazarlar ise “Sandıkta darbe yapıldı” diyerek, dünyanın en komik iddiasını ileri sürüyor. Buna karşılık iktidar partisinin soğukkanlı bir görünüm sergileyen resmi sözcüleri, durumu genel ve yuvarlak ifadelerle geçiştirip, itirazlarının sonucunu bekliyor.

 

Seçim süreci ve gecesinde itidali ve serinkanlılığına şahit olduğumuz Ekrem İmamoğlu’nun, daha mazbatasını almayı bile beklemeden, İstanbul Belediye Başkanı sıfatını kullanarak Anıtkabir’e koşmasını, şimdilik tartışmada el yükseltme aculluğu ve acemiliğine bağlayalım.

 

Türkiye’yi anlatan şehirler el değiştirdi

 

Türkiye’ye rengini veren büyük şehirlerin el değiştirerek muhalefete geçtiği kabul edilmeli. Bu gerçek demokratik bir olgunlukla sindirilmeli. Anayasa, yasalar, gelenekler ve değerler çiğnenmeden, bir an önce bu hakikatle yaşamaya çaba gösterilmeli.

 

Yani, “biz merkezi iktidarda olduğumuz sürece size rahat yok!” eda ve davranışından süratle vazgeçilmelidir.

 

Anlıyorum, 17 yıldır iktidarı kimseye kaptırmayan AK Parti’nin yerel yönetimler konusunda aldığı bu yaranın, o cenahta şiddeti gün geçtikçe artan bir travmaya yol açması pekâlâ mümkün.

 

Bunun emareleri de şimdiden mevcut.

 

Dolayısıyla bu sonuçların AK Parti’nin hegemonyasını sarsması; Türkiye’nin genel politikasını, iklimini, dengesini ve gündelik alışkanlıklarını değiştirmesi de mümkün. İzleyip göreceğiz.

 

Eleştiri masasında neler var?

 

Söz klişe, ama seçmenin iktidara güçlü bir uyarıda bulunduğu gün gibi ortada.

 

AK Parti camiası bu durumun sorumluları kim diye alttan alta araştırmaya girişmiş bile. Medyaya muhtelif isimler servis ediliyor. 

 

Şöyle göz ucuyla bile bakıldığında, yerel yönetimlerde izlenen sorunlu politikalar, aday seçimi, yurttaşı kutuplaştırma, ekonomik açmaz, eş dost akraba kayırmalar ve medyadaki rezalet görülmeyecek gibi değil.

 

Yasa ve hukuk tanımazlık, adaleti ve özgürlüğü aranır hale getirmek, seçmenin umursamadığı “beka” tartışmasında ısrar, seçime girme hakkı elde etmiş adayları suçlama ve tehdit…. Bunlar olağanlaştı, vatandaşın adalet ve hakkaniyet duygusu ise hiç umursanmadı.  

 

Enflasyon yükselmiş ve yoksulluk artmışken seçmene değmeyen, toplumda ciddi bölünme yaratan “beka” söyleminde ısrar edilmesi; özellikle batıda yaşayan Kürt seçmenin görmezden gelinmesi; öte yandan, Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) AK Parti’nin sırtından yükselmesine seyirci kalınması; olan biten karşısında dostça uyarılarda bulunan partili ve destekçilerin dışlanması… kırgınlık yarattı.

 

Ve beklenen oldu.

 

Peki, bu ağır uyarının AK Parti mahallesindeki adresi kim?

 

Ne denirse densin, 31 Mart 2019 yerel seçimleri AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan için çok şey anlatıyor.

 

Bir zamanlar AK Parti’de…

 

Erdoğan’ın AK Parti’yi 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidara taşıyan ve sonra girdiği bütün seçimlerde de Türkiye siyasetinin birinci partisi konumunu elde etmesini liderlik yeteneği ve kapasitesini biliyoruz.

 

1994’te İstanbul belediye başkanlığını kazanmasından itibaren, farklı bir siyasi aktör olarak hayatımızda yer alacağı az çok belli olmuştu.

 

AK Parti, nitelikleri ve yetkinlikleri birbirine yakınmış gibi görünen bir öncü kadro grubuyla Milli Görüş geleneğinin içinden çıkıp yeni bir kimlikle siyaset sahnesinde yer alırken, Erdoğan diliyle, kitlelerle kurduğu ilişkinin farklılığıyla, siyasal öneri ve tercihleriyle hep başrolü oynayacağının işaretini veriyordu.

 

17 yıldır elde edilen tüm başarıların muzaffer lideri olarak, partisinden ve büyük bir seçmen topluluğundan hep ilgi gördü ve takdir topladı.

 

Kritik gördüğü durumlarda bizzat sahaya atlayıp ipleri eline aldı. İl, ilçe, kasaba demeden meydan meydan dolaştı. Anayasa, yasa, siyasi gelenek, hukuki ve etik sınır tanımadan, rejimdeki resmi konumunun ötesine geçerek, sert ve köşeli söylemleriyle partisini ve seçmenini etrafında konsolide etti. Partisinin girdiği bütün yarışlarda ipi önde göğüslemesinde asıl pay hep ona aitti.

 

O nedenle, dindar ve muhafazakâr seçmenin dünyasında onsuz bir siyasal gelecek düşünülemez oldu. Erdoğan, zaman içinde hem güven duyulan hem korkulan, partisini aşan bir özerkliğe sahip, kültleşmiş bir kişilik haline geldi. 

 

Tek seçici…

 

Yola çıktığı önde gelen arkadaşlarından çoğu adım adım çevresinden ayrıldı. Parti içindeki tek seçici ve karar verici konumu gün geçtikçe pekişti. Parti bunu yadırgamış gibi görünmedi.

 

Dışarıya pek bir şey yansımadı. Rahatsızlıklarını ifade etmeye teşebbüs edenler, partinin öğütücü mekanizmalarıyla yüz yüze geldi. Sonuçta, sessizliğe bürünme, göze çarpmama, risk almama tavrı partinin her düzeyine hâkim oldu.

 

Ülke olarak son yıllarımız da bir hayli çalkantılı geçerken, bütün kritik eşiklerde Erdoğan atak ve mütehakkim kişiliğiyle rejim ve parti kurumlarının ötesinde bir rol oynadı.

 

Türk tipi başkanlık rejiminin bu topraklarda kök tutması bakımından iktidar çevrelerince hayati görülen 31 Mart 2019  seçimlerinde aday belirleme, propaganda stratejisi oluşturma ve öncelikli söylemleri kararlaştırmada tâyin edici aktör gene Genel Başkan Erdoğan’dı.

 

Yani, ne dediyse o oldu. Yüz binlerce insanı barındıran parti mekanizması, belediyeler ve diğer bağlı kurumlar hep o doğrultuda çalıştı.

 

Seçim stratejisi ve temel politikalar kimin eseri?

 

Bugün tartıştığımız 31 Mart seçiminde AK Parti’nin hanesine yazılan her şeyin, evvelemirde Erdoğan’ın karar, tercih ve söylemlerinin sonucu olduğu söylenebilir.

 

Kendi partisinin seçim stratejisinin şekillenmesinde, seçmenin önüne taşınmasında ve Cumhur İttifakı’nda MHP’ye biçilen değerde, hep Erdoğan’ın vizyonu tayin edici oldu.

 

Hafifçe gerilere gidecek olursak, parlamenter sistemin terk edilip Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine, diğer bir ifadeyle bütün iplerin tek kişinin elinde toplandığı bize özgü otoriter başkanlık modeline geçilmesini de onun arzusu belirledi.

 

Tek at, tek mızrak!

 

Bir zamanlar ideolojisini ayaklar altına aldığı MHP ile birlikte bu yolu yürümek, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından zarurî görüldü.

 

15 Temmuz 2016 darbesine karşı düzenlenen Yenikapı Mitingi’ndeki geniş birlikteliği sonlandırıp, muhalefeti dış güçlerin işbirlikçisi, Kandil’in kuklası, ülke ve bölgeye yönelik tehdit ve tertiplerin oyuncağı; beka sorununu görmeyen, anlamayan, tersi yönde çabalar içinde bulunan şer güçleri olarak tanımlayan da Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.

 

Seçtiği sloganlar, kullandığı dil, yakın ve uzak tarihten aldığı referanslar…  partisinin ve birlikte yürüdüklerinin ortak, şaşmaz ve tartışılmaz politik düsturu haline geldi.

 

Seçimler yereldi; seçilecek olanlar belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve muhtarlardı. Ama AK Parti’nin lideri ve liderliği öyle uygun gördüğü için, yerel değil genel seçim havasına büründürüldü. Vatandaşların yıllardır yapageldiği olağan tercihlerin hayat memat meselesine çevrilmesi, dindar/muhafazakâr seçmenin arzusunu yansıtmıyordu; bu, liderliğin gündem yaptığı bir husustu.

 

Meydanları savaş alanı, seçmenleri cephedeki askerler gibi gören bu ötekileştirici mantığın, dönüp dolaşıp MHP’nin güç devşirmesine hizmet edeceği görülmedi, görülmek istenmedi. 

 

Çok sayıda büyükşehir, il, ilçe söz konusu olduğu halde, sahne ağırlıkla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ındı. Seçim meydanlarında AK Parti adına Erdoğan’ın tek at, tek mızrak görüntüsü değişmedi. Açılışı o yaptı, o sürdürdü ve o bitirdi.

 

Kritik eşik

 

Eşit ve adil bir seçim yaşamadık. Muhalefetin sesini duyurma imkânları son derece kısıtlıydı. Devlet medyası da, özel medyanın çoğunluğu da ekranlarını ve sayfalarını Cumhur İttifakı’nın dışında kalanlara kapamıştı. Ama seçim sonuçları kabul edelim ki halkın adaletini yansıtıyor.

 

Bu sonuçlardan hareketle siyasal iktidarı değiştirecek bir adım elbette atılamaz. Ama AK Parti iktidarı için alarm zilleri yüksek sesle çalıyor.

 

Muhalefet bu durumu nasıl değerlendirir henüz bilmiyoruz ve zaten bu yazının konusu da bu değil.

 

Artık toplum olarak ötekileştirici ve aşağılayıcı dilden bıktığımız görülmeli. Kutuplaştırıcı politikalar bizi tüketiyor. Bir an evvel her alanda demokratik, barışçı ve toplumsal uzlaşmaya yönelik adımlar atılmalı. Siyasal bakımdan taraf olmak güzel ama medyanın parti örgütü gibi çalışması bu ülke demokrasisine hiç mi hiç hizmet etmiyor.

 

Bu koşullarda sandığa giden seçmen, tercihiyle bir şey söyledi. 17 yıldır bu ülkeyi yönetenlere ağır bir uyarı vardı söyledikleri arasında.

 

Öncelikli soru şu: Bu uyarı AK Parti mahallesinde adresini bulabilecek mi!

 

Diyelim ki buldu… Etkisini görmek mümkün olacak mı?

 

   

- Advertisment -