Ana SayfaYazarlar“Gırgır” dergisi kapanırken

“Gırgır” dergisi kapanırken

 

Mizah hem gündelik hayatımızın, hem de siyasal ve kültürel dünyamızın tuzu biberi, olmazsa olmazı. En sert konuları, tahammülü en zor durumları olmadık hallere sokarak kabullenmemizi; rahatsız olsak da sindirmemizi; hattâ acıtıcı olanı bile tebessümle karşılamamızı sağlayan, en zekice ve en yaratıcı insan eylemlerinden biri.

 

Günümüzde mizah, edebiyatın, tiyatronun, sinemanın, muhtelif sanatsal gösteri etkinliklerin, karikatürün, şiirin ve müziğin vazgeçilmezi. Ama, iş siyaset alanına gelince neredeyse hepsini geride bırakarak inanılmaz etkili bir silaha dönüşüyor. Öyle ki, giderek kendine mahsus özel bir alan, dil, etki gücü ve kitle tabanı yaratıyor.

 

Modernleşmenin sunduğu zemin

 

Modernleşmenin şafağı sökmeye başlayınca Batı’da boy veren mizah dergileri, çok gecikmeden Osmanlı’nın da kapısını çaldı. II. Abdülhamit’in Birinci Meşrutiyet’i ilân ettiği 1876-78 döneminde, Osmanlı’nın çok-dilli kültürel ortamında yavaş yavaş mizah dergileri de görülmeye başladı. Kendilerine biçtikleri rol ise, aşağı yukarı Batı dünyasındakine benzer bir roldü. Bu, en çok da iktidarla aralarında kurdukları ilişkide, özellikle iğneleme ve eleştirme zemininde kendini gösteriyordu.

 

O dönemden beri toplumumuz mizah edebiyatı ve yayıncılığı bakımından epey mesafe aldı. Siyaset geleneğimiz de her yönüyle bu sanat türünün süratle gelişmesi için bütün imkân ve koşulları sunuyordu. Bu nedenle de güçlü bir mizah geleneği, yaygın bir mizah çizerliği, iktidarlardan kaynaklanan değişik baskı ve engellemelere rağmen istikrarlı bir yayıncılık, son yüz elli yıllık hayatımızda hep oldu.

 

Nice ünlü dergiler,  yazarlar ve çizerler kültürel yaşamımızın bu mecrasında yer aldı. Zamanları dolunca da arşivlerdeki yerlerine ve toplumsal hafızamızdaki köşelerine çekilerek aramızdan ayrıldılar.

 

Gelenek yaratan dergi

 

Bunlardan sonuncusu,  yazar, çizer ve yönetici ekip değiştire değiştire günümüze kadar varlığını bir biçimde sürükleyen Gırgır isimli mizah dergisiydi. 15-21 Şubat 2017 tarihli son nüshasında yer alan Hz. Musa’yla ilgili tek karelik bir karikatürün neden olduğu tartışmaların ardından sahibi tarafından kapatıldı ve bütün çalışanlarının işine son verildi. 

 

Kapatılan bugünkü Gırgır dergisi, o efsaneleşmiş ve her sayısı gündem belirleyen; yazar ve çizerleri mizah geleneğimizi şekillendiren; doğurganlığıyla bu yayın alanını besleyen ve büyüten ilk Gırgır dergisi değildi. Ünlü derginin 1989 yılındaki yönetim değişikliğinden sonra kadrosu dağılmış, etkisini yitirmiş ve geriye sadece adı kalmıştı. Sahneden çekilen bir efsanenin sadece adı bile olsa, yine de insana bazı şeyleri hatırlatıyor.

 

İlk kez yayına başladığı 1972’den sonra belli bir dönem siyaset ve kültür hayatımızın son derece önemli parçası haline gelen Gırgır dergisi, geçirdiği once merhaleden sonra 45 yıllık inişli çıkışlı yaşamını noktaladı. Mizah dünyasında dergilerin ortalama ömürlerine bakınca bunun hafife alınacak süre olmadığı görülüyor.

 

Oğuz Aral ve efsanevi Gırgır

 

Gırgır dergisi ilk sayısından itibaren on yedi yıl boyunca Oğuz Aral’ın liderliğinde yayınlandı. Derginin el değiştirme olayı sonraki yıllarda birkaç kez daha tekrarlandı. Bir süre Sözcü gazetesinin eki olarak çıktı. Son bir yılı aşkın bir süredir ise bağımsız bir mizah dergisi olarak yayın hayatını sürdürüyordu. Lakin sonradan çıkarılan ve “Gırgır” adını taşıyan dergilerden hiçbiri, karikatürist Aral’ın yönettiği ilk Gırgır’ın düzeyini yakalayamadı.

 

Anlaşıldığı gibi, toplumsal hafizaya nakşedilen ve olağanüstü etkili olan mizah dergisi, Oğuz Aral’ın Gırgır’ıydı. Asıl ününü bu ilk dönemde kazandı. Bir dergi için inanılmaz olsa da, tirajı beş yüz bini buldu. Yine aynı dönemde SSCB’de yayınlanan Krokodil ve ABD’de yayınlanan Mad dergileriyle kıyaslandı; dünyanın en ömürlü, etkili ve çok satan üçüncü büyük mizah dergisi olarak tarihe geçti.

 

Oğuz Aral, Turhan Selçuk ve Ferruh Doğan tarafından 50’lı ve 60’lı yıllarda bir süre çıkarılan TEF isimli mizah dergisinde ifadesini bulan “toplumcu” ve muhalif yayın çizgisini sürdürdü. Argoyu, cinselliği, gündelik mahalle hayatı ve dilini, mizahın ve çizginin verdiği bütün imkânları kullanarak bu dergiyle toplumsal platforma taşıdı.  

 

Mizah dergiciliğinin okulu

 

Mizah dergiciliği, Türkiye’de çoğu kez dergi kurucularının muhtelif nedenlerle ayrılıp yeni dergiler çıkarmalarıyla büyüyen ve genişleyen bir sektör. Yayın kadrolarına, toplumsal saflaşmalarda tuttukları yere ve yayın çizgilerine bakıldığında bunu görmek mümkün.

 

Oğuz Aral’ın sanata, hayata ve siyasete bakışının hakim olduğu Gırgır dergisi de, mizah ve karikatür dergiciliğinde bir okul oldu. Sonraki yılları şekillendirecek çok sayıda kadronun yetişmesinde rol oynadı. Öyle ki, hem kendi içinden ayrılan çok sayıda çizer gidip başka dergiler çıkardı, hem de diğer dergiler Gırgır’ın sanatsal duruşu ve fikir hattından büyük ölçüde etkilendi. Bu bağlamda, şu anda bu sanatsal piyasada çalışmakta olup da Gırgır’ın rahle-i tedrisinden geçmeyen yok gibi.

 

Gırgır dergisinin sarı ve siyah renklerden ibaret özgün bir formu vardı ve bu yönüyle de bir marka haline geldi. O zamana kadar büyük ölçüde yazının yardımcılığıyla varoluşunu sürdüren çizginin, yazı olmaksızın da güçlü bir ifadeye sahip olacağını gösterek, ona bağımsız varolma zemini sundu. Uzun yayın hayatında kapağa taşıdığı konu ve hicvettiği kişilerle birçok defa siyasal gündemi belirledi ve toplumsal hayatı etkiledi.

 

Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli dönemeç noktaları ve öne çıkan konuları Gırgır’ın kapağında ve diğer sayfalarında daima öncelikli yer buldu. Öyle ki, öncelikle bu derginin ele aldığı sosyal, siyasal, kültürel, dinî ve iktisadi konular üzerinden giderek, yakın dönem tarihimizin ilginç ve hatâ payı küçük bir özetini çıkarmak pekâlâ mümkündür.

 

Tarihsel öncüler

 

Tabii ki Gırgır dergisinde ifadesini bulan sanatsal ve teknik yetkinlik bir günde ortaya çıkmadı. Onun da devraldığı bir miras, eğitiminden geçtiği bir mizah ve dergi okulu vardı.

 

Toplumculuk eğilimi mizah alanında daha çok 1950’li yıllardan başlayarak kendini gösteriyor. Bu dönemde dikkat çeken iki dergi var. Biri TEF, diğeri de İlhan Selçuk tarafından kurulan Dolmuş isimli dergi. Bu yayınlarda Bedii Faik, Ferruh Doğan, Ali Ulvi,  Tonguç, Turhan Selçuk, Mıstık ve Oğuz Aral gibi son derece yetkin yazar ve çizerler görev alıyor. Çok partili sisteme geçen Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yaşamına dair sorunları, dergilere kendi bakış açılarından yansıtıyorlar. İşte Gırgır dergisi yukarıdaki isimlerin arasında yer alan bir grup tarafından çıkarıldı.

 

Bu bağlamda, mizah dergiciliğimizin bir bakıma epey eskiye dayandığını söyleyebiliriz. Araştırmalar mizah yayıncılığının Batı’da meydana gelen gelişmelere bağlı olarak Osmanlı’ya da yansıdığını, Fransız ve Amerikan devrimlerinin bunda etkili olduğunu gösteriyor.

 

Modernleşme geliştikçe, dergi ve gazete toplumsal hayatın vazgeçilmezleri arasına girdikçe, mizah ve karikatürün de tarihi olaylar karşısında ve toplumsal algının şekillenmesinde yapısına uygun bir rol üstlenmesi ister istemez kaçınılmaz hale geliyor.  

 

Diyojen, Aydede, Akbaba ve Marko Paşa

 

İlk mizah dergimiz Diyojen’dir. Osmanlı vatandaşı Teodor Kasap tarafından çıkarıldı. 1869’da önce Rumca ve Fransızca, 1870-1873 arasında ise Türkçe yayınladı. Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik ve Ali Bey gibi zamanın ünlülerinin yazılarıyla yer aldığı dergi, politik sebeplerle üç kez kapatıldı.

 

Toplam 183 sayı çıkan Diyojen, çıkışını hazırlayan şartların ideolojik çerçevesine bağlı bir yayın çizgisi izledi ve bu özellikleriyle de kendisinden sonraki mizah dergilerini büyük ölçüde etkiledi. Büyükölçüde, zamanın padişahı II. Abdülhamit’i konu aldı; Batı’dan esinlenen, büyük ölçüde modernist içerik taşıyan bir dille, değişik cephelerden işledi.

 

Diyojen’den bugüne çok sayıda mizah dergisi çıktı. Bunlar hem doğurganlık, hem devamlılık sergiledi.

 

Aralarında en ilginç olanlarından biri Marko Paşa’dır. Kasım 1946 – Mayıs 1947 arasında 22 sayı yayınlandı. Baş hedefi, artık son yıllarındaki CHP iktidarıydı. Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz gibi isimler yazı kadrosundaydı. Bu kadronun sık sık politik sebeplerle hapsedilmesi derginin yayın periyodunu etkiliyordu. Bu şartlara rağmen zamanına göre büyük tirajlar aldığı alıyordu. Kapatılınca sırasıyla Merhumpaşa, Malumpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi isimlerle ard arda aynı ekip yeni derdi isimleriyle devam etti.

 

Bu yazının konusu mizah dergiciliğinin tarihi olmamakla beraber, Kurtuluş Savaşı döneminin siyasal yönelimi farklı olan Aydede’sini; onu takip eden ve 55 yıllık bir ömre ulaşan Akbaba’yı; onları ete kemiğe büründüren Yusuf Ziya Ortaç ve Refik Halid Karay’ı da hatırlamadan geçmek olmazdı.

 

Mizah, topraklarımıza ilk girdiği dönemden beri, ağırlıkla siyasal olayları kendine konu almıştır. Bu nedenle de, cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar veya zamanın başka yöneticileri, her dönemde mizahın ana maddesi oldu.

 

Mizah dergileri muhaliftir, ama nasıl…

 

Mizah dergileri genellikle kendilerini muhalif olarak tanımlayageldi. Mevcut iktidar ve uygulamalarını kişiliğinde toplayan şahsiyetlerin etrafında, söz ve çizgilerini oluşturdu. Ama bunun her zaman ilkeli olduğunu söylemek o kadar kolay değil.

 

Hem Osmanlı döneminde, hem de Cumhuriyet ve devamında toplumdaki politik ayrışma, ideolojik tercihler, kamplaşmalar mizah dergiciliğine de yansıdı. Bu da genel olarak muhalif olarak tanımlanan mizah dergiciliğinin belli dönemlerde belli olaylar karşısında tavıralışlarında kendini gösterdi. Örneğin iktidardaki güçle temel bazı konularda düşünsel bir ortaklık ve yakınlık söz konusuysa, mizahta çoraklaşma, sessizliğe bürünme, birçok şeyi küçültme veya görmezden gelme tutumu hakim oluyordu.

 

Yahut iktidarda karşı olunan güçler söz konusuysa, mizah dergiciliğinin yayınları, dili, çizgileri coşuyor ve neredeyse başlıbaşına bir muhalefet odağı haline geliyordu. Yani, toplumdaki bölünmenin yansıması aynıyla, hattâ daha inceltilmiş ve saldırganlaştırılmış ürünlerle, mizah platformunda kendine yer buluyordu. Mizah dergiciliği tarihimizin özeti kabaca böyle bir şeydi.

 

Tarihi Gırgır dergisi de (1972-1989) bunu dışında kalmadı. Sanatsal yönüyle, çizgi ve sözdeki yaratıcılığı ve vurgu gücüyle, teknik yeterliliğiyle, gündemi yakalama kapasitesiyle son derece başarılıydı. Satışı, kendinden söz ettirmesi, dünya ölçüsündeki başarı grafiği zaten bunları doğruluyordu.

 

Ama kapaklarının ve seçip işlediği konuların politik ve ideolojik içeriği, ya da verdiği bütünsel mesaj, Türkiye’de saflaşmanın belirlediği sınırların dışında değildi. Hattâ o çerçevenin pekişmesine yarıyordu; iyice kitleselleşmesinde ve istenen algıların oluşmasında etkin rol oynuyordu. Bu yönüyle de kendinden öncekilerden aldığını devam ettirdi ve kendinden sonrakilerin çoğunun da çerçevesini belirlerdi. Bu özel alanı inceleyecek olan araştırmacıların elde edecekleri ideolojik ve politik sonuçların, toplumumuzdaki genel ideolojik ve politik saflaşmanın neredeyse bire bir yansıması olması hiç şaşırtıcı olmaz.

 

Gırgır’dan geriye sadece adı kalmış olsa da, sonunda onun da hayatımızdan çıkması ister istemez insana bir hüzün veriyor.

 

NOTLAR

 

(1) 17 Şubat 2017 tarihli Evet nasıl anlatılıyor? yazımın “Vank’ın çocukları” başlıklı son bölümünde verdiğim bilgiler arasında geçen “Kızılbaş/Alevi” şeklindeki tanımlamaya Eray Gül isimli bir okurum gönderdiği mektubuyla, yalnızca “Alevi” tanımının kullanılmasının daha doğru olduğunu belirtti. Bu uyarıyı dikkate alacağım.

 

(2) Yusuf Kaplan isimli okurum da gönderdiği mektubunda ideolojik ve politik tutarlılık konusunun önemine değiniyor.Toplumumuzda yarılmalara yol açan, tarihsel bakımdan da önemli politik sorunlarda sık rastlanan çifte standardlı davranış ve değerlendirmelerin, inandırıcılık ve samimiyet sorunu yarattığına işaret ediyor. Bunlara katılmamak mümkün değil.      

 

- Advertisment -