Ana SayfaYazarlarSevgili Asırlık Mimar Niemeyer,

Sevgili Asırlık Mimar Niemeyer,

 

Nerden nereye, değil mi, bizim memleketten sizin gerçek dünyanıza, tanış olmayan birinden merhaba? Merhaba da sevdalar gibi kimden kime gideceği, kimin kime tutulacağı bilinmiyor.

 

Sizi, ‘Hayatın Gizli Hazları’ kitabında, T.Zeldin’in (Ayrıntı yayıncılık) okuyalı , aylar oldu.

 

Ama içimi size dökmek için bir İzmir yetti…(Belki bir demektense, yarım, yahut 0,75 demesi daha doğrudur…)Bir İzmir, binbir ah…Yakışır.

 

Brezilya 1907 doğumlusunuz, Oscar Niemeyer.

 

104 yıl ömür sürmüşsünüz, 2012’ye kadar ve öleceğiniz güne kadar büronuza gitmiş, bina tasarlamış, heyecan duymuş, heyecan sunmuşsunuz, imrendim…Bu, diyor Zeldin, yaşlılık korkusuna karşı en iyi örnektir.

 

Her zaman ne istediğinizi bilmişsiniz, benimsediğiniz değerlerin peşinde olmuşsunuz.

 

Derdiniz tasanız, binaları köşeli konuma sokan dik açı egemenliğinden kurtarmakmış…

 

Binaların, evlerin niye çiçekler, kadınlar, doğadaki öteki şeyler gibi kıvrımları neden olamıyor? Bu sorunun peşinde biçimlenmiş meslek hayatınız.

 

Neden, yapısal mantık ve işlevselliktense, salt güzellik amaçlanamıyor?Neden şaşırtamıyoruz ve doğayla uyum içinde olmayı niye göz ardı ediyoruz?

 

Ne asil sorular…Belki bu soruları tam olarak yanıtlayabilmeniz için size asrı aşan ömür bahşedilmiş, öyle bir ömür ki, dakikası ziyan edilmeyen ve 104.yılın bitimine dek düşünüp, tasarlayabildiğiniz…

 

Sizinkiyle kıyaslanamaz ve nafile sorular içindeyim bir haftadır, İzmir şehrindeyim ve bu şehrin mimari açıdan da ruh ve sanatsal açılardan da hangi yıla yaraştığını düşünüp, içinden çıkamıyorum, savaş dönemi İzmir’inden bile daha yerlerde, sebebolanlara kargış…

 

Ne Niemeyer çare bu hale, ne Zaha Hadid…

 

Elbet kendi mimarlarımız var, olmaz mı, ülkesinin yapı dokusunu tanıyan, ne görkemli tasarımlara imza atan…Alaylı mimarımız bile var, o da sizin yakada artık, Nail Çakırhan diplomasız mimar olarak Ege evleri tasarladı, yaptı ve Ağa Han mimarlık ödülünü aldı…Varolmasına var da, bu iki isim, tılsımlı iki mimar, siz ve Zaha Hadid, elinizde T cetveli ve kalem olduğu kadar, bir tılsımlı çubuk olduğuna inanıyor gönlüm.

 

Biz kim, mimari hele hele onun üstadları üstüne kalem oynatmak kim?Tek ilgimiz odtü mimariyi kılpayı kaçırdığımızı sanmak, ki o,  sıfır virgül bilmem kaç puan için meğersem on liste oluyormuş, yani kapıda ilk kalan değilmişiz, kapıda kalanların ellincisiymişiz, olsun, bu bile mimariye gönülden bağ kurmaya engel olamadı.

 

Mimarlık size göre amacı haz olan bir sanat ve heyhat ömrünüzü betondan bir sanatçı olarak yaşamışsınız.Siz de salt betonla üstesinden gelinebilecek mucizeler sunmuşsunuz insanlığa…

 

Mucize olsun da, varsın betondan olsun, ona da razıyız…Hem sanat yapmayı istemişsiniz hem toplumu değiştirmek. Eşitsizliği bitirmek için komünist partiye katılmışsınız, bu ideoloji eskise de bağlı kalmışsınız.

 

Ülkenizi sevmişsiniz, dünya görüşünüze bağlı kalmışsınız ve yaratmışsınız, üstelik beton alfabesiyle güzellik destanı yazmışsınız, ne mutlu …Yabancılar ülkeniz için kötü konuştuğunda küplere binermişsiniz…

 

Okumak bir gereklilik, sizin için ve yazmak da bir o kadar öyle…Hem çizimle hem kelimelerle tasarlamak arasında mekik dokuyorsunuz. Önceliğiniz ama, ne siyaset ne sanat, her zaman aile ve ömür boyu arkadaşlık, sizin önceliğiniz…Rabbim döktürdü mü döktürüyor işte böyle, ya komple muamele ya sol eliyle yapıvermek, bu da onun trajedisi olabilir mi?Yok yok sormayınız, malûm oluyordur kendilerine ve kavuştuğumuzda verir elbet ağzımın payını…

 

Mimarlık, çakma estetikçiler elinde tanınmaz olanlar gibi, ne yapılsa kurtulamayacağımız çirkinlikler abidesi olmamalıydı, bildiğimiz buydu, yıksan yıkılmaz, görmezden geleyim desen inadına görülür, bu kalfa işi, mimarinin M’siyle uyuşmaz yapılar, bizim ülkede, ille de İzmir’de…

 

Bir de, derler ya, siz mimari dehalar der ya hani, ‘bir ülke insanlarının zekası, kaldırımlarının yerden yüksekliğiyle ters orantılıdır…’İşte bu sözün derin anlamını Ayvalık’ta anladık, hem öyle derin anladık ki, yirmi sene kaldırımları üç basamakla indik, ama, çıkamadık, olağanüstü idi kaldırımlarımız, tam ortasına da o kazulet palmiyeler dikilmiş, yürü yürüyebilirsen, ancak kanat takılırsa…Şimdi büyükşehir özene bezene kaldırımların doğrusunu yaptı, resmini çekip eşe dosta atıyoruz, denizi değil, kaldırımı paylaşıyoruz, işe bakın.

 

Hayat, size göre üstadım, ‘mimarlıktan daha önemli, hayat nasıl davranacağını bilmek, cana yakın ve adil olmaktan keyf almak.’ Ve siz, yüz dört yaşınıza rağmen, hayatın kısalığından sıkılmışsınız. Ölüm size göre sürekli bir endişe…Henüz on beşinizdeyken insanlığın kaderini düşünmekten acı çeker mi insan?Siz çekmişsiniz…Derinlerde bir yerde kaygı taşısanız da, insanlığa dair, neşeli ve günü gün eden bir hayat sürmüşsünüz…

 

‘Sanat, yalnızlığın sanatıdır’, evet, öyledir…

 

Yaşlılık herne kadar bir dinginlik yaratıyorsa da, eşin dostun birer birer eksilmesi acı verir elbet, vermez mi? Benim ananem de kimi özlesem öbür tarafta,  der tasalanırdı, o da siz gibi, 95 yaşında ‘ömür kısa, bir kelebek uçuşu’ derdi. Evet, buyurduğunuz gibi, ‘hayat, kaderin bize verdiğidir.’ Ananem de öyle derdi, ‘kader katipleri iltimas geçtiyse, yaşadın, değilse, poponu yırtsan fazlası olmuyor…’

 

Bir firavun veziri varmış, Hateb, M.Ö.2450 yılında yaşlanmanın insana şeytanca işler ettiğini söylermiş, güçsüzlük, unutkanlık ve acı…Firavun muavini haklı, o zaman antiaging’ler icadolmamış, aklı güçlendiren haplar da yok, taa 4470 sene öncesi, söylerken insanın dimağı uyuşuyor…Ama gene de yaşlanma geciktiren kırışık kremleri onun döneminde bulunmuş, tıpkı sinek bacaklarının kirpiklere yapıştırılarak gür kirpikli görünmenin de o dönem yapılması gibi…

 

Tersinden düşünürsek, gençlik de yaşlılık gibi güç, kimi zaman devasız olabilir mi?İçinde kıyametler kopan, yönünü bulamayan genç de, sessizlikle konuşan, gönlü genç olsa da eli ayağı tutmayan, sahipsiz yaşlı gibi acı çekmez mi?

 

O gençler ki, sizin deyişinizle, ‘bir gençlik kültürüne bile sahip değiller…’

 

Hem gençler hem yaşlılar, size kalırsa, aktif çalışan kesim dışına itildi; gençler eğitimle, yaşlılar emeklilikle…Yerden göğe haklısınız…İnsanların kaç yıl yaşadığı değil, nasıl yaşadığı düşünülürse, yeni bir gelecek vizyonu ortaya çıkar, haklısınız…Zihnimiz biblo dolu antikacı dükkanı, farklı yüzyıl hatıraları, alışkanlık ve masallarıyla dolu bu dükkan. Bazı davranışlarımız belli ölçüde geçmişten miras…Kimse yalnızca şimdiki zamanda yaşamaz, bu yüzden insanların tek bir yaşı yok, birçok yaşı var…İşte bu son cümleniz muhteşem, ben de buna inanıyorum, aynalar ve karşımızdaki genç insanlar farklı görüp, yalınkat düşünse, hatta bu görüşe gülüp geçse de…Hadi bu fakir yaşlanmaya koyulurken züğürt tesellisi olarak böyle söylüyor, ya siz?Yüksek zeka, bir deha hem de hayatı her gününü farklı yaş ve kimlikle belki, farklı nice hayalle tam 104 yıl yaşamış, düşünerek, tasarlayarak hatta aşkla…Sizin dediğinize nasıl karşı çıkılır?

 

‘Bir hayatın kalitesi, kısmen de olsa, insanın hatıralarının ne kadar ustaca ve ne kadar ağrısız, ne kadar incelikle bir araya getirildiğine bağlıdır ve bunların hiçbiri, insanın hayatta olduğu yıl sayısıyla ölçülemez.’

 

Ah, bu derinlikli yorumlarınız gökyüzüne silinmez, ışıklı harflerle yazılabileydi…

 

Ananem, ‘hayal kurması mecburidir’ yazsa ya, şu gökyüzünde fink atan jetler’ derdi, tıpkı onun gibi…O üstelik, ümmi bir hanımdı ve hayat onu hep budayıp indirmişti…

 

Yüze merdiven dayamış yakından tanıdıklarımı düşünüyorum, Dağlarca ve Gülfem halamız da içinde,  yanı sıra toplumda, dünyadaki asırlık gençleri, sizler hepiniz, bambaşka bir mayadan, çok özenmiş hamurdan dökülmüşsünüz, öyle valla…

 

İnsanın fiziksel yaşı fikirlerinin yaşı hakkında ne söyleyebilir?Size kalırsa hiçbir şey söylemez, bence de öyle…

 

Cinsel doğurganlık gençliğin meyvesiyken, entelektüel bereket geçmişle bugün ve gelecek arası sessizliği bir müziğe çeviren unsur, burada da on ikiden vuruyorsunuz.Herkes sürekli geçmiş düşüncenin mirasını benimsiyor yahut görmezden gelip, yanlış anlıyor ya da, çok ender yeni düşünce yaratılıyor, Konfüçyüs’e göre…Bu geçmiş düşünce mirasını yeniden düzenleyerek şaşırtan, meydan okuyan, yatıştıran ya da alevlendiren bir sohbet, insan hayatında neyin eksik olduğunu o insanın görmesine yardımcı olabilirmiş, Zeldin’e göre, sizi yazdığı kitabında öyle diyor, Konfüçyüs’ten de el alarak…Biz ne kadar vitamın de alsak, diploma da alsak, semizotu da yesek, Omega 3 için, beyhude, üstadım, temelde bir şey var ki farklı olmalı, hamurda bir özeme, bir ekşi maya eksik ki, o da kıvamında olmalı…Ama, biz biz dediğime bakmayınız siz, dünyanın çivisi çıktı, her yerine bir bomba sıkıştırdılar dünyanın, ne öğretiler ne vicdanlı insanlar çare…

 

Daha ilginç sonuca zihnimiz ötesindekini keşfetmekle ulaşırız, varlığını hayal dahi edemediğimiz başka fikirler ve bize çok uzak diyarların efsaneleri, fikirlerin temeli olabilir belki, yalnız kendimizi tanımayı amaçlamak tarihte yankılanıp duran öteki çığlıklara kulak tıkamaya neden olabilir, buyurduğunuz gibi…

 

Hepimizin bir aynaya, bir akıl hocasına ve bir ilham perisine ihtiyacımız olduğu gibi.

 

75 yıllık evlilikten sonra, eşinizi kaybedince, 99 yaşınızda yeniden evlenmişsiniz…

 

Bizim, onlara yaraşmayan yaşlı evlerinde ölümü bekleyen insanlarımızdan erkek olanlar ara ara evlenirler, huzurevinde. Hem çöplerini çatarız, hem anlı şanlı düğün yaparız onlara, mutlu olsunlar diye. Ama her zaman bir hayal hezimetiyle dedikleri aynıdır:’İhtiyarlığın evliliği ne olacak ki? Olsa olsa kucak sobası…’

 

Olsun, bir yoldaş olsun da, varsın öyle olsun, dediğinizi duyar gibiyim.

 

Günümüzde insanlara yaşını sormak yerine, ne kadar canlı olduğunu, yeni düşüncelerden ne zaman vazgeçtiğini sormak belki daha yararlıdır, sizin de dediğiniz gibi…Yaş bir kamuflajdan ibaret, evet…

 

Ve ne mutlu sağ gözü sol göze muhtaç olmadan yaşlanabilene, insanından ayrı düşmeden kocayana, duvarlarla konuşmak zorunda kalmayana, aklı gideceğine canı gidene, devletinin tıpışladığı, sahiplendiğine, ne mutlu…

- Advertisment -