Tiyatora!

 

Ananemin böyle söylediği tiyatro hayat mı, aşk mı?

Her ikisi de.

Kiminin kaderi, ne silinir, ne de onsuz edilir.

Kimi kaçar, tiyatro onun peşine düşer, yoluna çıkar. Kimi ölüp bayılır, dikiş tutturamaz, cevher yoktur, o yüzden.

Bizim gibi göçebelikten yerleşikliğe geçişi daha dün olan, yazıyla ülfeti pek olmayan toplumlarda öncelik sıralamasında tiyatro sonlarda. Hoş, kitap da onun iki üstünde ya…

 

Baksanıza, on parmağında on marifet  olan Ülkü Tamer’in şiir, tiyatro, çeviri ve ülkeye tanıklık serüveninin hikayesi ‘Yaşamak Hatırlamaktır’ bir yılda yirmi dokuz adet satmış, üzüntüsünü sosyal medyada paylaşan yüzlerce, ama, güzelim kitabı merak eden yok.

 

Ondan olmalı hem kütüphaneler haftasını hem 27 Mart’ı buruk yaşadığım.Yetmişli yılların ortalarında İzmir Kız Lisesinde tiyatro gruplarını, tek kişilik oyunları izlerdik, okuma tiyatrosu yapardık, sahne emrimizdeydi, yetmez gibi tiyatro gazetesi çıkarırdık, el yazması ve resimli, en kör noktasında giriş salonunun, ışıksız, merdiven altında.Gene de kuyruk olup okurdu kızlar. Kültür merkezlerinde sahnelenen oyunları izler, eleştiri yazardık, Demokrat İzmir de bizi hesaba alıp basardı, bu yazıları.M.Ali Erbil’in gencecik yaşında ödüle layık görüldüğü Küheylan’ını bu merkezlerin birinde izleyip hayran kalmıştık.Sonradan turneyle geldiklerinde Adile Naşit’e taziye ziyaretine gittiğimde, Erbil’in sahneye bir girişi, bir duruşu vardı, boş salona bir bakışı, anlatılır gibi değil, kendinin bile farkında olduğunu sanmam, o duruşunun…

 

Üniversiteliler tiyatro tutkunuydu, salonlar hep dolardı, biz AST’ta amatördük.Kazanç yoktu, ancak dönerdi tiyatro, ama, tutku bedavaydı, herkese de nasibolmazdı.

 

Ast sahnesinin unutulmaz ustalarındandı, Erkan Yücel.Sonradan salon dışına çıktı, gezgin tiyatroyu savundu, hayata geçirdi. Ondaki tılsım ve oyuncu cevherine sahip insan yok denecek kadar az.

 

Hoca Naum, Hasköy, Şark, Ortaköy tiyatroları, Ermeni kadın oyuncularımızın ilklerinden Kınar Sıvacıyan'ın arkadaşlarıyla 1867'de kurduğu Yeni Osmanlı Tiyatrosu, sonrasında Gedikpaşa, Şan, Muhsin Ertuğrul’un, İzmir Mülga Şehir Tiyatrosunun ,Ayanoğlu, Kemal Dirim tiyatroları, Sururi’nin, Kenter’lerin açtığı yoldan gelen, kökten sürme bir aktördü. Ufukta Ankara Birlik Sahnesi, Ortaoyuncuları,Dormen tiyatrosu, Poyrazoğlu, Ferhan Şensoy görünmekteyken.

 

Ülkeyi darbeye hazırlarken kimileri, sokakların fin fin etmesiyle, silah seslerinin hem gün hem gecelere damga vurmasıyla salonların boşalması aynı zamana denk geliyor.Kör topal televizyon yayınlarının başlaması da elbet. Bunu ustalar dile getiriyor, biz tanığız ancak.

 

27 Mart’ı kutladık kutlamasına, ama, tiyatroya ah edenimiz az. Belki bilenler ve hala sevenler. Star gazetesinin 1 Nisan günlü Pazar ekinde Fatma Ersoy kapsamlı bir söyleşi yapmış, üç tiyatro insanımızla.Metin Akpınar sayısal bakıyor, ‘batı formunda istatistik, nüfusun % 10’unun aktif koltuk ve sanatçı sayısı olması gerektiğini söyler.On milyonluk bir ülke olsak, günümüzün rakamları 25-30 bin koltuk ve 2000 sanatçı demektir.80 Milyon nüfusta sözkonusu sayılarla tiyatromuzun varlığından sözetmek zor.’deyip, ekliyor.’Zihinsel devrim ve kültür ihtilali şart!

 

Hem eğitimden başlayacak, hem siyasi otoritenin böyle bir kararı olacak.Siyasi partiler yelpazesi gibi tiyatronun da bir yelpazesi var ve bu geniş bir yelpaze.Operası, balesi, dramatik tiyatrosu, kabare tiyatrosu, korku tiyatrosu, hepsi olacak, yetmez, hepsinin eğitimleri de olacak,  oyuncu, sanatçı yanında teknik elemanları da  yetiştirecek okullar açılacak.

 

'Sahne, dünyanın aynasıdır, ayna gerçeği gösterir, kabare tiyatrosu dev aynadır, içbükey ayna. Biraz büyütür, abartır, herşeyi milletin gözüne sokar ki, kendini sorgulayıp doğruyu, iyiyi seçsin, insan.Bir ülkede kabare tiyatrosu yoksa, o ülkede ciddi eksik vardır.’

 

Zihni Göktay usta daha dokunmadan bin ah ediyor.Salonsuzluktan dem vuruyor, devletin tiyatrodan aldığı vergiden, tiyatrocuların Don Kişot olup yeldeğirmenleriyle savaş ettiğinden.Zor iş, pahalı iş olduğundan, ancak aşk’la yapılabileceğinden.Yerli yazarların kollanması gereğinden, öz milli tiyatromuzu kurmak gerektiğinden…Tiyatronun artmasının seyircinin de artması demek olmadığından…

 

Bir oyun süresince hem cep telefonunu kapatıp hem kıpırdamadan oyunu izlemenin bizim seyirciye zor geldiğinden…Belki babasıyla tiyatroya gitmeyince böyle olunduğundan…

 

İBB Şehir tiyatroları genel sanat yönetmeni Süha Uygur ‘tiyatro kompleksleri’ yapılma gereğinin altını çiziyor.Şehir tiyatroları oyunlarını bu yıl dolu salonlara oynadıklarını, seyircinin tiyatrosuna sahip çıkışının altında onların sevip mutlu olacağı oyunların yattığını belirtirkendışarıya açılmak , dışardan yönetmenlerle çalışarak, festivallere katılma gereğini vurguluyor.Tiyatromuzun dış tanıtımında eksiklik olduğunu düşünenlerden o da.

 

Tiyatora, derdi ananeciğim. Onun açısından küçük kızıyla arasına giren suçluydu, yetmiş yıl önce İzmir’de tiyatro gişe memureliğinden sahneye kanat çırptığını affetmiş olmalı. Teyzemin kanadının biri aşk olsa da diğeri izlediği oyunların tılsımıydı. Sonradan tiyatro bölümü tutan iki torun çocuğunun üniversitede o dalı okumasına soğuk baktı ama, ‘alaylısından gönendik, okullusu kusur kaldı’ dedi hep.Kastı kazanç değildi, emeğin ödeşilmesi olsa da, itibardı, çalımdı, kendi açısından. Asker, hekim, muallim demek var, bir de anlayıp anlatamadığı oyuncu demek var.Hoş, sonradan damadı Kemal Dirim inandırdı onu, en tatlı, en dilbaz, en insan canlısı ve akıllı kişilerin ‘tiyatoracılar’ olduğuna…Gene de ‘aritmetik öğretir gibi’ dediği devrimci tiyatrolardansa, operetleri sevdi, olsun, sevdi ve benimsedi ya.

 

Belki tiyatroyu ah etmeden anmak, vazgeçilmez bulmak, tiyatroyu öğretip sevdirmeye, ayak alıştırmaya, onsuz edememeye büyükannelerden başlayarak olur…

 

O zaman görün bakın, dünya ne güzel olur…

 

 

- Advertisment -