Ana SayfaYazarlarYengem, ah yengem…

Yengem, ah yengem…

 

Sen gideli ne hallerden ne hallere ilkin savruldu, neyse ki sonra sonra evrildi memleket.

Siyasi üslup , her partide değilse de, hep geriledi ama, neylersin?

Şimdi yeni bir seçimin eşiğindeyiz, olmak yahut sürünmek seçimi…

 

Bugün 23 Haziran Cumartesi, yarın herşey  esaslı biçimde değişmiş olacak.

 

O vakit kızardım sana, meğer sezgilerin, halkçı sağduyunla doğru düşünürmüşsün…Halkçıyım diyen, ama, halktan bîhaber partiye hiç yazılmasan da, sen halkın ta kendisiydin.

 

Amcamın arkasında dağ gibi dururdun, ikisi öğretmen biri subay, sonradan o subay morgeneral oldu, buçuk kalkışımcı Aydemirzede, evladı tek maaşla, kooperatif evin borcunu ödeyerek yıllarca, çiçek gibi büyüttün, yetiştirdin, onlar ekmeğini kazanınca ‘oh!’ dedin, aslında tartışılır, ne kadar oh dediğin…

 

Bence oh diyemedin, kendin için bir şey ne bekledin, ne umdun, ne de istedin.İstemeyi bilmezdin ki zaten, hep verirdin, sınıfın iftihar listesine asılmasa da fotografin, benim gönül galerimde on yıldız pekiyi ile geçtin, bütün derslerden, hayat okulunun da iftiharlık öğrencisiydin sen, hem güzel, hem akıllı, hem çalışkan yengem. Bazı insanları yazması zor, hayal etmesi, anlatması, hatta hatırlaması daha zor. ‘Yengem, geçimler, seçimler, yetinmekler, hep beklemekler’, belki başlık böyle daha iyiydi, ama, öbür taraftakilere yazdığım Pazar mektubuna uymazdı.

 

Başın açık mıydı, örtülü mü, anlamazdık; pazara giderken çatmalı bir geniş örtü atardın saçlarına,  normalde ve İzmir’e geldikte çene altından bağladığın eşarbın olurdu başında, çoğu zaman saçların açıktı, fotografilerde hep öylesin.

 

 Yunanistan göçmeniydin, bana öyle gelirdi ki bu topraklara ayak bastığın gibi ekmek yoğurmaya, leğen başına çöküp çamaşır çitilemeye koyulmuştun, seni bir an bile boş otururken görmedim, iki  iş arası ayağını uzatıp dinlenirken tığ dürterdin, gene yorularak dinlenirdin, papatyalı orlon tutacakları, simli iple işlediğin sehpa örtülerini  gözüm gibi sakınarak kullanıyorum, ellerinin izi silinmesin dercesine.

 

Ne severdin amcamı, hoş o da sevilmeyecek adam değildi ya, ne sayardın hem onu hem başta çocuklar, herkesi…Nasıl hayata  dört elle sarılmıştın…

 

Tek sevmediğin paşanın partisiydi. Günün anlam ve önemine uysun diye yazmadığımı en azından sen biliyorsun, varsın gayrısı inkârdan gelsin.‘Kedimi emanet etmem size, kedimi!’ diye bağırdığını, bir seçim konvoyu kapının önünden geçerken, hiç unutmam. Meğer tura araç veren partili genç ada adamın  dünürcüsünü kapından  çevirirken söylediğini   söylüyormuşsun, değil kız, kedi bile emanet edilmezdi ce ha pe’ye, sana kalırsa…

 

O zaman sana yakıştıramadığım bu isyanda nece haklı olduğunu acı deneyimlerle öğrendik, unutmamasıya belledik, bunlarda varsa yokluk,  yoksa hüsran.İstemeyi bilir, yapmayı, vermeyi bilmez. Çamaşır makinan olmadı, elde yudun yıkadın, gene de ne güzeldi ellerin.

 

Yazılır, sıraya girerdik, çamaşır makinası için, çıkmazdı, bana da çıkmadıydı,  elde yıkayıp, kazanda kaynatırdım. Buzdolabın sonradan sonraya oldu, su aşlamaydı, tel dolap baştacıydı, zaten günlük pişerdi herşey ve  çeşit olmazdı, olamazdı. Aksi gibi herkes başındaydı, kızların öğretmen arkadaşları, oğlunun askeri kampa gelen sınıf arkadaşları, İzmir’den cümbür cemaat gelen bizler, kasabandaki ahbaplar, DP’li ilçe yöneticileri, sonradan AP’liler…Herkese yeterdin, et de neymiş, gül gibi sebze ve kadın elinin hüneri  hamurişi varken? Tek çeşide talim ederken ne mutluyduk, bir alay insan, süzme pilavını unutamam, bir de çırpıştırma turşunu, hani patlıcanla biberi haşlayıp, sarımsak ve ekşiyle tatlandırıverdiğini…Elini hep hamurlu, evini hep ekmek kokusuyla hatırlarım, oysa ekmek çarşıdan gelirdi…

 

Bildiğim, sana hiçbir şey hazır gelmedi, elinin emeği, gözünün nuruydu  herşey. Malum partiye öfken de o partinin kendi el emeği göz nuru idi, o gün ne idiyseler, şimdi de öyleler, bir adım ileriyse üç adım geri…

 

Kıbrıs harekâtı sırasında, ‘kaçın, düşman geliyor!’ anonsuyla, hangi akılsız yaptırdıysa o anonsu artık, traktörlere binen halk dağlara çekilirken, sen koşmuş, bedensel  engelli torununu kucaklamış,  hıh ederek, nasıl kucaklayıp sarılmıştın, unutamam. Biz gitmemiş, sizin evde kalmış, sabahaca bahçede oturup yıldız saymıştık. ‘En akıllı işi siz tuttunuz,  ben çocuklarla gitmesem olmaz şimdi ’ deyip gitmiştin, o gün bugün akıllı iş tutmadı senin kavgalı oldukların, zaten ne aklı, ne işi Alla’sen, ‘ne umuyon bacından, bacın ölüyo acından’, akıllı iş tutmak şöyle dursun, akıllı olmayı becerseler.Teröristlere oy istemeseler!

 

Ayıbı bilseler, ayıbı, ayıbı!

 

Kız isteyenlerin de o partiden oldu, kısmet…

 

‘Onlar ya faidesiz iş tutar, ya derneklerinde kağıt oynar, attıkları nutuk da işe yaramaz, dümene geçtikleri de…Kedimi emanet etmem, kedimi, değil ki kızımı.’Neleri, ne çok ayrıntıyı hatırlıyorum, keşke hatırlamasam…

 

‘Etme böyle, canına yazık, insan unutmayı bilmeli ’ dediğini duyar gibiyim, etmekle olmuyor ki, herşey derin yazılıyor, koğsan gitmiyor, nasıl bir yük, sen anlarsın…

 

Etmekle olmuyor, belki ekmekle…Ekmeği öpüp başa koyan, emeğin farkında ve insanının yanında olanlarda var ne varsa.Bu seninkiler, nerden seninki oluyorsa artık, bir önceki ortak adayda ‘ekmek için Ekmeleddin’ deyip nasıl çuvallamıştı, bir göreydin…Ekmeği de araya verdiler, Ekmeleddin’i de…

 

Nasıl unutulur, demokrasiye ve partiye verdikleri hasarlar, yaptıkları hatalar, arş-ı âlâya çıkan gaflar? Darbelerin şakşakçısı olmalar?Yarınki seçim için edilen ürpertici vaadler…

 

Koalisyonlar, vekil alım satımları, Meclisten başörtülü kadın vekil kovmalar, en olmayacak kişiyi devletin başına seçtirip, sonra Anayasa kitapçığı fırlatmaca oynamalar, hele sonradan başa getirilenlerin gafları, lafları, içten pazarlıkları, küfürleri, çığırtkanlıkları, boş atıp bomboş tutmaları.

 

Hadi o zamanın az da olsa siyasete uygun söylemi vardı, şimdi alenen terör örgütünden yanalık, hatta kaptanlık, kayırıcılık, tıpışçılık edip,  hesap sorulması gerekenleri can baş üzre  Meclise buyur etmeleri yok mu…

 

12 Eylül’ü görmedin neyse ki…

 

15 Temmuz işgalini görmediğin  de iyi oldu, hele bu sonuncuda kalpten giderdin ya da nüzül inerdi bi yanına. Çıkar direnirdin, adım gibi eminim, işgalcilerin üstüne yürürdün. Morgeneral oğlunun son üniformasıyla şapkası, ölene dek başucunda asılıydı.Omuz üstü yıldızları çiçekten taktın, bu da bir rütbe almaktı, o hep teğmen kaldı. Aydın neyse ne, ama, onca sevdiğin İzmir, en az seninkiler gibi.

 

Bir de afiş asıldı ki artık, ‘her yer İzmir gibi olsun!’ diye, okudukça gülüyorum, aman Allah esirgesin…Al rafı koy rafa dendiği hesap, bak İzmir’e gör hal_i pür melalini…

 

Yunanistan’daki yakının ölünce eline para geçti, senin olan ve elbet eve harcadığın paran…Hep boğaz tokluğuna kadının kısmeti, memlekette. Sigortan bile olamadı. O para gelince mutfağını yaptırdın, yemekler çeşitlendi, hep et koydun önümüze, ama, inan o patlıcan ekşilemesi daha tatlıydı.Yunanistandan bir san dık dolusu giysi geldiğinde sana, on’lu yaşlarımda, inceciktim, ( anamdan 38 beden doğdum sanırdım, değilmişim demek), o giysiler ancak bana uydu ve bahçendeki, o fırdolayı oda, mutfak eklenerek, bahçeye koca bir Z harfi gibi yayılan evin, ince uzun taşlığında defile yaptım, siz de komşu kadınlarla alkışladınız, neler vardı o parçalarda hepsi aklımda, bir hazineydi aslında, kimbilir nerelere savruldu?

 

Hamfendi oldu, saraylı oldu bu kız, dediniz, sonra hamfendiliğin akılla olacağını konuştunuz, bu yorum oradaki genç kızlara göndermeydi, ne çare akıl kökten sürmeyse iş görüyordu, sonradan yahut kondurmaca akıl işe yaramazdı, siyasi partilerde de sonradan akıl nasıl işe yaramıyorsa, tıpkı öyle…

 

O bahçe defilesindeki genç kızlar ah edip iç çektiydi, belki hamfendiliğin iyi kısmet yahut iyi eğitimle olduğunu bu trenin de ya kaçtığı, ya kasabalarındaki istas yona uğramadığını düşündüklerinden.

 

Tek ampulün aydınlattığı bahçede arpa şehriye döktüydük sonra, şimdi anlatsan anlamaz kimse, en iyi de çocuklar döküyordu, yani biz, sol elin iki parmağıyla incelttiğimiz hamuru sağ elin baş ve işaret parmağı arasında koparıp, sofra bezi üstünde kurumaya bırakılan dökme arpa şehriyeyi…

 

İnsanlar emek emek kazanıp, çokluk sağdıç emeği edilen alın terlerini kuruş kuruş harcedip, yahut tasarruf edip yaşıyor, ülkeyi onlar , öylelikle ayakta tutuyordu, siyasi partiler esir gürlüyor, saçıp savuruyordu… Ah, demokrasiyle vatandaş arasındaki aşk, son 16 yıldır olduğu gibi olaydı hep, ah…Ah ve keşke ağacı yeşerseydi, ah keşke…

 

O kıvrımlı evin, o minnak bahçenin ortasında çakıl taşı döşenmiş çiçekli fasıldaki minicik sehpasının sığdığı sofrasında demlenirken amcacığım, mandolin çaldırırdı bana, ‘ama’ derdi, ‘evin en uzağına git, orda çal, mandolinin sesi uzaktan hoş gelir…’

 

Demokrasinin, dünyayı kucaklayan ufuk sahibi olmanın, insanına gür güven beslemenin, büyük hayallere kanat çalmanın o hep karşı çıktığın partinin semtine uğraması bile nâmümkün…

 

Bunlar tıpkı mandolinin sesi gibi, uzaktan hoş geliyor onlara. Dilde var, ama, elde yok…Dediğim dedik, çaldığım düdük, çığırdığım üfürük… 

 

Yıkarım dedim mi yıkarım, vururum dedim mi vururum, sökerim dedim mi sökerim, şaa’parım dediğim herşeyi şaa’parım, durmayın önümde, beni uçuran tek şey öfke,  kapı taşlarım, Roma’yı da yakarım, ona göre…

 

Aman öte git yıkıcı başı, git hesabını göreceğinle dalaş, kimin kapısını taşlarsan taşla, devlet  had kapısı, hal kapısı, marifet kapısı, eftik edip lavgar olma yeri değil…Hayali de  büyük kuran akıllıya kurdurmalı, mührü ona vurmalı, yengem bilirdi, bilmeyenler bilsin.

 

Her dönemin güçlüsünden ve her iki makamdan   kıvıran , basının bazı akıldâne yazarlarına, danışmanım sananlara, bildiği eylediğine yetmeyenlere, çifte camb abaza ip kurup, gerenlere, dıştan ihanet, nefret, düşmanlık, bölücülük pompa layanlara aldırmayın, şettirin gitsin onların hepsi…Avucu kınalıları hele hiç iplemeyin , ki zaten duyulup uyulacak şey değil dedikleri, ipe dizip boyna takmalık…Siz toprağa verdiğimiz kınalı kuzulara kulak verin, silahın tankın hainin  karşısına dikilip memleketi savunanları unutmayın!

 

Kardeşi kardeşe kırdıranlara, ülkeyi satmaya kalkışanlara değil, birlikten, sahici sevmekten sözedenlere, bunu gerçekleştirenlere bakın, o safta alın yerinizi. Yoksa kediler köpekler güler halimize…

 

‘İnsan unutmasını  bilmeli’ öğüdünü tutmuyorum yengem, hatırlıyorum, acı verse de …Siz de unutmayın ey insanlar! Unutmayın ki unutulmaz hallere düşüp düşürmeyin kendinizi…Kedinizi güvenmeyeceklerinize harcetmeyin oyunuzu …Kedinizin , kendinizin , hepimizin ve ülkemizin selameti için…

 

Unutmamak en doğrusu!

 

 

 

 

- Advertisment -