Ana SayfaYazarlar‘Bu sanatçılara ne oluyor böyle?’

‘Bu sanatçılara ne oluyor böyle?’

 

24 Haziran seçimlerinden sonra, iktidarla aralarındaki mesafeyi iyice daraltmış medya organlarında, laik-sol muhalefetin ‘bizden’ saydığı bir dizi sanatçıyla gerçekleştirilmiş söyleşiler yer aldı. Söyleşilerde, bu sanatçıların ‘toplumsal uzlaşma’ çağrıları ile  ‘kutuplaşma karşıtlığı’ gibi mesajları öne çıkarılıyordu.

Söyleşilerin tamamının zikrettiğim medya organlarında yer alması, kısa bir zaman aralığı içinde yoğunlaşması (9 Temmuz – 5 Ağustos arası) ve hepsinde aynı temanın öne çıkarılması, belirli bir amaç doğrultusunda gerçekleştirilmiş ‘güdümlü’ bir medya faaliyetiyle karşı karşıya olma ihtimalini de hesaba katmamız gerektiğini gösteriyordu.

Zikrettiğim sanatçılara karşı en sert ve en dışlayıcı yazılardan birini kaleme alan BirGün gazetesi yazarı Fatih Yaşlı’ya göre, bu bir ihtimal değil apaçık bir gerçekti. Amaç da itibarlı sanatçılar üzerinden iktidara meşruiyet aşısı yapmaktı:

“Röportajların üçünün de aynı gazetede çıkması (Ahmet Ümit, Mazhar Alanson ve Bülent Ortaçgil’le Sabah gazetesinde yapılmış söyleşilerden söz ediliyor -A. G.) ikisini ise aynı muhabirin yapması, ortada bir tesadüf olmadığını gösteriyor. Yeni rejim kendi yeni normalini ‘karşı mahalle’ye, kapsayamadıklarına, gidişata itiraz edenlere, tam da ‘karşı mahalle’nin okuduğu, izlediği, dinlediği, alanlarında saygın ve üzerine ‘yandaş’ etiketi yapışmamış, ‘tarafsız’ isimler üzerinden kabul ettirmeye çalışıyor.

“Çünkü yeni rejim o çok tartışılan ‘kültürel hegemonya’yı on altı yılda kuramadığını, bundan sonra da kuramayacağını çok iyi biliyor. Kendi romancılarının, yönetmenlerinin, şairlerinin, müzisyenlerinin olmadığının, daha doğrusu ellerindekilerin hepsinin vasatın altında olduğunun ve herhangi bir saygınlıkları bulunmadığının gayet bilincindeler. Tam da bu nedenle, hiçbir şeyin normal olmadığı bir ülkede her şeyi normalmiş gibi göstermenin yolu, Alişan’lardan, Nihat Doğan’lardan, Yavuz Bingöl’lerden değil, Ümit’lerden, Alanson’lardan, Ortaçgil’lerden, bunları konuşturmaktan geçiyor.” (BirGün, 1 Ağustos 2018).

 

Yer aldığı yayın organı ‘söz’ü lekeler mi?

 

Fatih Yaşlı, iktidar basınının bu söyleşilerden umduğu faydaya dair değerlendirmesinde  haklı olabilir. Fakat bu, söyleşi sahiplerinin sözlerini lekelemez… Onların, inanmadıkları şeyleri ‘biat ettikleri’ için dile getirdikleri anlamına gelmez; bu sanatçılara benzer soruları BirGün muhabirleri sorsaydı aynı cevapları almayacaklarını öne sürebilir miyiz?

Demek ki en iyisi, söyleşilerin hangi gazetelerde yayımlandığına değil onların içeriklerine bakmaktır.

İki bölüm olarak tasarladığım bu yazının okumakta olduğunuz ilk bölümünün bundan sonrasında, önce tam olarak neyi tartıştığımızı açıklığa kavuşturmak için sanatçıların tepki yaratan ‘söz’lerini yorumlamaksızın dikkatinize sunacağım… Ardından bütün tepkileri temsilen Fatih Yaşlı’nın eleştirisini yine yorumlamaksızın aktaracağım… Pazartesi günü, yani yazının ikinci bölümünde ise gerek sanatçıların söyleşilerini gerekse de onlara tepkileri kendi bakış açımdan ele alacağım.

 

Kim, ne demişti?

 

Fatih Yaşlı’nın yazısında, Birgün’deki yazısıyla aynı gün yayımlanan Fazıl Say söyleşisi ile, yazısından birkaç gün sonra yayımlanan Haluk Levent söyleşisinden doğal olarak söz edilmiyor. Yaşlı, yazısını daha geç bir tarihte yazsaydı, eminim bu iki sanatçı için de benzer eleştirilerde bulunacaktı… O nedenle ben burada, kendisinin zikrettiği üç sanatçının yanında Say ve Levent’in söyleşilerinden de kısa parçalara yer vereceğim.

Ahmet Ümit: “Beni milliyetçi de okuyor, solcu da. Okurlarıma insanı anlatmak ve empati duygusunu oluşturmak için yazıyorum. Ülkemizin içinde bulunduğu sorunları, birbirimizi olduğumuz gibi kabul ederek ve 'Bu ülke bizim, ülkemizin gelişmesi ve büyümesi hepimizin yararına olur' duygusuyla hareket ederek aşabileceğimize inanıyorum. Birbirimizi ayrıştırarak hiçbir yere varamayız. Eğer birleşirsek ve birbirimize empati kurarak yaklaşırsak güçlü bir ülke oluruz ve kimse bizi bölemez.

“Bu ülke ne sadece iktidarın, ne de muhalefetin. Zamanı geldiğinde iktidar ve muhalefet yer değiştirir ama ülke kalır. Türkiye yoksa biz de yokuz. Hepimiz aynı gemideyiz. Eğer sen geminin altını delmeye çalışırsan, hepimiz batarız. Ne iktidar kalır, ne de muhalefet. Sadece iktidarı eleştirmekle muhalefet yapılmaz. Muhalefet, nesnel bir bakış açısıyla yapılmalı. İktidarın eksik bulunan uygulamalarına karşı eleştiri yapılmalı ama doğru yaptığı icraatler de desteklenmeli. Ama iktidar da muhalefeti dinlemeli, diyalog yollarını açık tutmalı. Siyasette diyaloğun çok önemli olduğuna inanıyorum. Eğer birbirimizin istek, talep ve eleştirilerini dinlersek, birçok sorunumuzu çözeriz. Önyargılarımızdan ve ideolojik aidiyetimizden arınarak birbirimizi dinlemeliyiz, anlamalıyız.” (Sabah, 9 Temmuz, Ahmet Ümit’in Tuba Kalçık’a verdiği söyleşiden).

Mazhar Alanson: “Son dönemlerde kutuplaştık biraz tabii. Bunu çözmeliyiz. Türk insanını çok seviyorum. Başka bir örneğimiz yok dünyada. Dünya da bizim farklılığımızı anladı. Vesayet istemediğimizin farkına vardı. Üzerimizde bugüne kadar hep askerin baskısı vardı. Bu kalktı artık çok şükür. Hükümet bir şey yapardı. Askerin işine gelmez baskı yapardı. Ülke sağcı mı solcu mu belli değildi. Sol kalkarsa sol indirilir, sağ kalkarsa sağ indirilirdi. Seçimlerden sonra da, bu yeni dönemde de artık iyice ortaya çıktı ki, bu ülkenin çoğunluğu Müslüman ve Müslüman hayatı yaşıyor. Olayımız bu. Karşı tarafın kızmasının, dövünmenin alemi yok. Bu topraklarda o söyledikleri gibi 'laiklik de elden gitmez', gitmedi de. Kimse korkmasın. Ülkemizin gerçeklerini kabul edersek hepimiz daha mutlu olacacağız. Ben mesela, okullarda Atatürk sevgisini otomatikman pek çok çocuk gibi aldım bünyeye. Ama Peygamberime de aşığım, ne var bunda!” (29 Temmuz 2018, Mazhar Alanson’un Sabah’tan Göksan Göktaş’a verdiği söyleşiden).

Bülent Ortaçgil: “Türkiye'de geçmişten itibaren toplumsal kesimler çok fazla birbirine rakip oldu. Farklı görüşteyiz diye senin müziğin ayrı, benimki ayrı, senin sineman ayrı, benimki ayrı. Ama böyle olmaz, bunu kırmamız gerekiyor, uzlaşmak zorundayız. Muhalefetiyle iktidarıyla uzlaşmamız gerekiyor. Sandıktan çıkan sonuca saygı duyulmalı öncelikle. Oy olarak da baktığımız zaman yüzde 52'yi yok mu sayacaksınız? Ya da muhalefette kalan yüzde 48'i? Başkan yüzde 52 civarında oy alarak seçilmiş. Muhalefet bunu kabul etmeli. İktidar da muhalefetin istek ve taleplerini göz önünde bulundurursa bu sorun çözülür bence. Eskiden şu anda muhalefette olan yüzde 48, yüzde 52'yi yok saymıştı. Bu bir hataydı. Yüzde 52 oy alanlar, bu hataya düşmez ve yüzde 48'i yok saymayarak hareket ederse sorunlarımızı çözeriz. Siyasette diyaloğun artmasını bu anlamda çok önemli buluyorum.” (30 Temmuz, Bülent Ortaçgil’in Sabah’tan Tuba Kalçık’a verdiği söyleşiden).

Fazıl Say: “(Son aylarda) büyükelçilerimiz tekrar konserlerime gelmeye başladılar! Kendiliğinden. Bu durum onlara karşı beni de daha geniş gönüllü yaptı. Doğrusu da budur. Niye kavga edelim? (…) Benim bir beklentim yok, sadece dost olunsun istiyorum. Artık Türk halkı olarak birbirimizle uzlaşmalıyız. Biz, uzlaşı arayan bir toplumuz. Bunda karşı olunacak bir şey yok.” (Fazıl Say’ın 1 Ağustos’ta Hürriyet’ten Ayşe Arman’a verdiği söyleşiden).

Haluk Levent: “Toplumda kutuplaşma var ama bu kutuplaşmayı AHBAP’a yansıtmadık. (AHBAP, tam adıyla Anadolu Halk ve Barış Platfomu, öncülüğünü Haluk Levent’in yaptığı bir iyilik hareketi -A. G.) Aksine bizler kutuplaşmayı çözüyoruz. Ankara İl Başkanı tesettürlü bir kızımız, imam üyemiz de var. Sosyalistler de var, veganlar da…

(…)

“Ortalık linçlerle dolu. Ben linç edilmekten çekinmeyen bir adamım. Umrumda değil, fikirlerimi söylerim. Ama Yavuz Bingöl’ün üzerine çok gittiklerini düşünüyorum. Onunla aynı fikirleri taşımıyorum. Mesela ‘Sol bitti’ dedi. Hayır, sol her zaman var olacaktır. Bir alternatiftir, arayıştır. Ben de sola yatkın bir adamım. Mazhar abi de bizim pirimizdir şarkı konusunda. Ama Atatürk’le Peygamberi karşılaştırmak olmamış elbette. Biri dini lider, diğeri ülkenin kurucu lideri. Benim eleştirebileceğim tek şey bu olabilir, örnek yanlış. Ama onlar iktidarı sevme ya da birlikte hareket etme hakkına sahip. Ama onları linç etme hakkına kimse sahip değil. Eleştirin varsa yap geç.” (5 Ağustos, Haluk Levent’in Posta’dan Alev Gürsoy Cimin’e verdiği söyleşiden).

 

Fatih Yaşlı’nın eleştirileri

 

Fatih Yaşlı, işte bu türden görüşleri şöyle eleştiriyor:

“Seçimin nasıl yapıldığının üstünü örterek seçim sonuçlarının kabulünden söz etmek, uzlaşı denilen şeyin aslında biat olduğu bilindiği halde uzlaşı çağrısı yapmak, iktidarda normal bir parti varmış gibi muhalefetten de normal olmasını istemek, dinselleşme alıp başını gitmişken ‘Laikliğe bir şey olmaz’ diyerek muhalifleri rahatlatmaya çalışmak… Farkındalar ya da değiller -ki bence bal gibi farkındalar- bunları söylemeye ve hakikati tepetaklak etmeye mecbur ediliyorlar; onlar ise muhalif olmayı geçtim, suskunluğu bile tercih etmiyor, bu mecburiyete uyuyorlar.

“Bu isimlere ve bundan sonra benzer işlere girişecek olanlara seslenerek bitirelim yazıyı: ‘Alışmıyoruz’ diyenlerin, yani sizi esas olarak okuyanların, dinleyenlerin, takip edenlerin nazarında, belki sanatsal olarak değil ama politik olarak Nihat Doğan’la, Alişan’la, Yavuz Bingöl’le yan yana yazılacak adınız, şimdi ve gelecekte öyle anılacaksınız. Bundan büyük utanç var mı, tamah etmeye değer mi, onca emeğe yazık değil mi? Madem ‘Alışmayacağız’ demiyorsunuz, hiç olmazsa susun. Evet, hiç olmazsa susun.”

Yukarıda da dediğim gibi Pazartesi günü başta Fatih Yaşlı’nınki olmak üzere sanatçıların bu türden görüşlerine yöneltilen eleştirileri ele alacağım.

 

 

- Advertisment -