Ana SayfaYazarlarAmerika Türkiye’yi nasıl kazanabilir?

Amerika Türkiye’yi nasıl kazanabilir?

 

Son günlerde gerek devletin tepesinden, gerekse siyasi cenahtan yapılan açıklamalara baktığımda şu duyguya kapılıyorum: ABD canımızı çok kötü bir şekilde acıtıyor. Ama bir şey yapacak durumda değiliz!

 

Aklıma Şule Gürbüz’ün adından söz ettiren romanının başlığı geliyor: Öyle miymiş? Gerçekten bu kadar çaresiz durumda mıyız? Sanmıyorum. En azından, ABD’ye bizimle işbirliğine yanaşmamasının yaratacağı maliyetler olabileceğini hissettirebiliriz.

 

Nasıl mı?

 

Suriye’den çekilirsiniz. Suriyeli hiçbir muhalif oluşuma kadro, silah, mühimmat, lojistik ve finansal destek sunmazsınız. Ne haliniz varsa görün der, Suriye ile aranıza çok kalın bir çizgi çekersiniz.

 

İki şey olur bu durumda! Ya Türkiye’de askeri darbe, ya da ABD ile ilişkilerde yeni bir sayfa açılır.

 

                                                            *          *          *

 

Bu iddialı sonuca şu realiteyi analiz ederek ulaştım:

 

Türkiye Suriye’de ABD ile (Amerika’nın Kürt koridoru oluşturmaya destek sunması yüzünden) karşı karşıya. Ama arka planda da, ABD’ye bu sonucu yaratması için destek sunan taraf. Biliyorum, olmaz öyle şey diyorsunuz.

 

Bu paradoks şu şekilde gerçekleşiyor: Bugün Suriye’de ABD lehine sonuçlar doğuran stratejik üç aktör var. Biri Suudi Arabistan, ikincisi Katar, üçüncüsü Türkiye. Amerika’nın Suriye politikası Suudi Arabistan ve Katar üzerinden hayata geçiyor.

 

Bu ülkeler (ABD’nin sadece Kürtlerle iyi ilişkiler kurmadıkları için mesafeli durduğu) El Nusra ve Ahrar el İslam  gibi muhalif örgütlerin de içinde bulunduğu gruplara finansal ve askeri destek sunuyor. Bunu da Türkiye üzerinden hayata geçiriyorlar. Türkiye’nin desteği olmadan bu iki ülkenin muhaliflere desteği hayata geçirmesi mümkün değil.

 

Hayata geçirilen politikalar sanki Suudilerle, Katarın politikaları imiş gibi görünüyor. Oysa o politikalar söz konusu iki ülkenin değil, aslen ABD ve İsrail’in politikaları… Biz sadece yapılandırılmış imajı görüyoruz. Suudi Arabistan’ın ABD ve İsrail’in bölgedeki ajanı olduğu yönünde çok yaygın bir kanaat olduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım.

 

                                                             *          *          *

 

Eğer biz Suriye’den çekilme kararı alırsak, artık muhalifleri örgütleme, eğitme, silahlandırma çabalarına destek vermezsek, inanın ki bir günde Suriye’deki dengeler değişir. Çok açık yazayım: ABD ve İsrail Suriye’deki savaşı kaybeder!

 

Diyeceksiniz ki, ya Halep? Güzel kardeşim, Halep’le arana bir Kürt koridoru giriyor. Sen Halep’e direkt ulaşabilirsen, Halep’in sana sunacağı stratejik bir değer olabilir. Bu halde, Halep’e istediğin desteği sunsan, oralarda kendi rejimini kursan bile sana bir faydası olmaz.

 

ABD kartlarını çok açık oynuyor. Türkiye’nin jeostratejik önemini Akdeniz’e ulaşan bir koridor yaratarak bitiriyor. Böylece Türkiye’nin dünya sistemi için vazgeçilmez ülke konumu sona eriyor. Maalesef bu sonucun oluşmasında bizim de ciddi katkılarımız var.  

 

                                                           *          *          *

 

Hayatımın hiçbir döneminde ABD karşıtı bir insan olmadım. “Dünya sisteminden ABD’yi çekip çıkarın, dünya Ortaçağ karanlığına geri döner” düşüncesine inananlardanım. İnsanlığın bugünkü düzeye ulaşmasında Amerika’nın katkıları çok büyüktür. Ancak ABD ile ilişkilere “ülke çıkarı” gözetilerek bakılması taraftarıyım.

 

Türkiye’nin ABD’ye, ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı var. Bu, çok doğru bir tespit. Ancak bu ihtiyaç 20. yüzyıl değerleri ve dengeleri ile değil, 21. yüzyıl değerleri ve yeni ufakları ile yeniden yapılandırılmalı; bu kapsamda çıkarlar uzlaştırılmalıdır.

 

Amerika, Ortadoğu’da yeni dünya düzenini Türkiye ile mi, yoksa diğer güçler ve ülkelerle mi inşa edebilir? Türkiye, bölgesel ve küresel güvenliğini, istikrar ve refahını ABD’siz inşa edebilecek vasıtaları yaratacak kabiliyette midir? Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği bu soruların yanıtından bağımsız şekilde ele alınamaz.

 

Eğer ABD Türkiye’ye ihtiyacım yok diye düşünüyorsa, o zaman mesele yok! Herkes kendi yoluna! Ama ihtiyacım var diye düşünüyorsa, o zaman yerine getirmesi gereken sorumlulukları var.

 

Bir, Türkiye’nin Ortadoğu’da oyun kurucu aktör düzeyine gelebilmesi için siyasi yönetime yardım eden, onu “kazan – kazan” çerçevesinde işbirliğine teşvik eden bir tutumu tercih etmelidir.  Örneğin Türkiye’nin ABD ile sürtüşmesine neden olan Kürt sorununun gerçekten çözülmesi için samimi ve inandırıcı hamleler yapmalıdır. Nasıl Türkiye’nin barışını bozduysa, savaşını da büyük bir barışla sona erdirebilir. Buna gücü de imkanı da var!

 

İki, Türkiye’de siyasi irade dışında bir irade tanımadığını göstermeli; Türkiye’yi karşısına alan, istikrarsızlığa sevk eden, medyatik algı manipülasyonları yapan tutumdan vazgeçmelidir.

 

Türkiye’de siyasi iradeyi bu tarz yöntemlerle etkileme ve yönlendirme dönemi bitti. Bu yöntem yerine Türkiye’yi istikrarlı, güçlü, müreffeh kılacak projeler dahilinde düşündüğünü gösteren bir taraf olduğunu hissettirmek, daha etkili sonuçlar yaratacaktır.

 

Türkiye ise ABD ile ilişkilerinde “hakkının verilmesini isteyen” ülke konumundan çıkmalı, “hakkını arayan” ülke moduna geçmelidir.

 

NOT: Uzun yıllar gazetecilik faaliyeti icra ettiğim Özgür Gündem gazetesi ve çalışanlarının hedef haline getirilmesini hüzünlenerek izliyorum. Ahmet Kaya bir şarkısında “Kore dağlarında tütün tabakam kaldı” der. Benim de Özgür Gündem’de yüreğim kaldı. Şiddet ile ifade özgürlüğü arasında ayrım sağlayacak içtihatları tartışabiliriz. Buna ihtiyacımız da var. Ama bunun yolu gazeteyle dayanışmaya giden akademisyen, gazeteci ve insan hakları aktivistlerini tutuklamak olmamalı. 

 

- Advertisment -