Ana SayfaYazarlarMusul’u övdüler, Dâbık’ı unuttular!

Musul’u övdüler, Dâbık’ı unuttular!

 

Sabahları çocukları okula yolcu etmek için bayağı bayağı erken uyanıyorum. O sırada da televizyonu açıyorum. Gene öyle bir gündü. Benim için keyifli, çocuklar için sıkıcı bir sabahtı.  Çocukları rızaları dışında zorla kaldırıp okula göndermek de bir işkence yöntemi değil midir? Tüm insan hakları örgütlerini göreve çağırıyorum!

 

“Hadi çocuklar! Geç kalacaksınız!”

 

Ekranda kasılmaktan, egosunu şişirmekten haz alan bir anchorman… Kendisini duayen gazeteci, tarafsız, halkın adamı göstermekten pek hoşlanıyor.

 

Çocuklar uyansın diye sesini daha da açıyorum. Durmadan aynı repliği, aynı cümleyi ekranlara taşıyor: Musul operasyonu başladı.

 

Arka arkaya ekranlara değişik simalar çıkarıyor. Dikkatçekmek için çıkardığı her isime ilginç etiketler yapıştırıyor.

 

“Şimdi uzun süre Musul’da görev yapmış, oraları çok iyi bilen, bir dış politika duayenine bağlanıyoruz.”

 

Bir sonraki konuğunu tanıtırken yürüyerek ekrana yaklaşıyor, ekranda görüntüsü büyüyor, görüntüsü büyüdükçe de sesini kısıyor. Ses tonuna bir gizemin sırrını çözdüğünü hissettiren bir tını katıyor:

 

“Şimdi operasyonun ne anlama geleceğini ondan daha iyi anlatamayacak isme bağlanıyoruz.”

 

Sonra Musul operasyonunu izleyen muhabire canlı bağlanıyor. Bağlandığı gazeteciyi yere göğe sığdıramıyor:

 

“Evet sayın seyirciler, şimdi karda kışta oralarda görev yapan, oraları herkesten iyi bilen muhabirimize bağlanıyoruz.”

 

Ardından “bakın neler başarıyoruz” havalarına giriyor:

 

“Size şunu söyleyeyim. Muhabirimizin ekrana getireceği görüntüler gerçek. Onlar savaş görüntüleri.”

 

Muhabirini bir süre ekranda tuttuktan, muhabirden çok kendisi konuştuktan sonra sıra muhabiri uğurlama merasimine geliyor. Çocukları kapıdan çıkarırken sesi kulağıma çalınıyor:

 

“Bravo Ferhat… O kadar güzel anlattın ki senden daha iyi bu işi yapan kişi yok.”

 

                                                 *             *             *

 

İyi de güzel kardeşim! Fani kardeşim!

 

Senin ülken tam bir aydır, Suriye çöllerinde IŞİD avında. Şu ana kadar ÖSO da dahil 55 şehit, 100 yaralı verdi.

 

IŞİD’in teolojik olarak büyük önem atfettiği Dâbık’ı aldı. Ki o Dâbık, IŞİD yorumunda kıyamet savaşının yaşanacağı, o sırada kurtarıcı mesihin belireceği coğrafyaydı. Herkes, Dâbık Türkiye’nin Vietnam’ı olacak diyordu!

 

Senin ordun oraları tarumar etti. Zıpkın gibi, fişek gibi girdi. Büyük savaş çıkacak, IŞİD çok direnecek denilen coğrafyayı sular seller gibi ele geçirdi. IŞİD efsanesine son verdi. Cihat amacını elinden aldı.

 

Ama ne Dâbık’ta savaşı izleyen muhabir Ferhat’ın oldu. Ne savaşa canlı bağlandın. Ne sabah sabah kafamızı şişirecek yorumcu ve analizcileri ekrana çıkardın. Ne de ordunun başarılarını anlatırken ses tonuna bir gizemin sırrını çözdüğünü hissettiren bir tını kattın!

 

                                                  *             *             *

 

Benim kurnaz, susla durmaz canım kardeşim!

 

Kendi orduna gösteremediğin iltiması, kendi ülkenden esirgediğin alkışı gittin Musul’da eloğluna gösterdin. “İçine çektiğin her santimetreküp vatan oksijeni iç organlarını zehirlesin!” Bu bedduayı sana etmeyeceğim. Korkma!

 

Peşmergeyi yere göğe sığdıramadın. Savaşı canlı canlı ekranlara taşıdın. Musul’u bombalayan uçaklara “wow” çektin. Savaş makinelerini öyle bir görsel kurguyla yansıttın ki “adamlarda teknoloji, adamlarda güç var abi” dedirttin. “Habercilik sevdan önünde saygıyla eğiliyoruz.” Bu övgüyü geri çekiyorum! Çünkü zaten yeterince şişkin olan egonun daha da büyümesinden, 780,000  kilometre karelik vatan toprağının bölünmesinden korktuğum kadar korkuyorum!

 

Keşke, oraya gösterdiğin ihtimamı, iltiması, oraya gösterdiğin özeni, konsantrasyonu kendi askerine, Mehmetçiğine de gösterseydin be babacığım! Keşke, son günlerin moda ifade tarzıyla, biraz da yerli ve milli olabilseydin be anacığım!

 

                                                *             *             *

 

Milli olan, kamusal yarar getiren her şey, nedense “eşittir Erdoğan” sonucu yaratıyor… diye düşünüyor, kahroluyorsun değil mi? Senin de işin zor! Ülkene çalışsan Erdoğan kazanıyor, Erdoğan’a vursan ülken zarar görüyor. Ne zor bir bilmece! Tanrım!

 

Olsun, benim kurnaz, susla durmaz güzel kardeşim! Sen yine de şu vicdan muhasebesini yapmaktan çekinme!

 

Eğer bugün üst akıl durmadan bize pabucu ters giydiriyor, benim güzel yurdumda istediği gibi sahne kurabiliyorsa…

 

Eğer her gün cenaze kaldırıyor, her gün evlerden ağıtlar yükseliyorsa…

 

Eğer tüm cihan zebani olmuş yoksul halklarımızın üzerine çullanmışsa…

 

Eğer bugün bile hâlâ darbe olur mu, oylarımızla belirlediğimiz lideri bir suikastle bizden alırlar mı diye kulağımız kirişte bekliyorsak…

 

Ve eğer hâlâ Nazım’ın dediği gibi “şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak…”

 

Kabahat senin…

 

Demeye de dilim varmıyor ama…

 

Kabahatin çoğu senin be canım kardeşim!

 

                                                  *             *             *

 

Kusura bakma sen dediysem… Bir medya prototipi, kendi bahçesindeki patlıcana acı diyen Türk medyasının rol modeli olduğun için sana sen dedim!

 

Ama unutma!

 

Kendi gündemi olmayanlar başkalarının gündemi olurlar.  Kendi gündemini belirleyemeyenler başkalarının gündeminin peşinden sürüklenir.

 

Musul’u övdüler, Dâbık’ı unuttular!

 

Neden?

 

Bizim savaşın medyası olmadığı için!

- Advertisment -