Ana SayfaYazarlarPeki, halkı kim kurtaracak?

Peki, halkı kim kurtaracak?

 

Eğer bir sistemde negatif enerji çoğalır pozitif enerji azalırsa, bu değişim “sistem entropi üretmeye başladı” diye tanımlanır. Bunun sonuçları olur. Sistemde çürüme ve yozlaşma başlar.

 

15 Temmuz gecesi, entropi üreten sistemin bizlere neler yapabileceğine şahit olduk.

 

AK Parti 14 yıldır iktidarda. Ama toplumun yönetim mekanizmalarını değiştirecek bir sistem oluşturamadı. Statükoyu yıktı; bu yıkım sistemde varoluşsal bir boşluk yarattı. Boşluğu bundan yararlanmaya çalışanlar doldurdu.

 

Cemaat gerçekte kamusal sisteme bütünlük ve etkinlik sağlayan bir yurtsever hareket değil, sistemi anlamsızlaştıran ve çözen rizomatik bir network’tu.

 

7 Şubat 2012 MİT krizi, bunun en açık kanıtıydı. O kriz, simetrik devlet düzeninden asimetrik düzene geçildiğini bir güzel gözler önüne sermişti.

 

Sistem “beni değiştir” diye bağırdı, ama görülmedi, duyulmadı. O yüzden 7 Şubat MİT krizi, bir uyarı miladı olamadı.

 

Restorasyona değil reforma ihtiyaç var

 

Sistemin entropi üretmesi, AK Parti’nin uluslar arası arenadaki imajını da allak bullak etti. AK Parti yalnızlaşmakla kalmadı; haksız eleştirilerin de nesnesi haline geldi.

 

Türkiye’ye dışarıdan bakanlar, sistemi, kurumları, değerleri değil, lidere göre şekillenen, liderle ayakta kalabilen “sistemsizliği” gördü.

 

Evet, lider sistemin yıkılışını karizması ve halk desteği sayesinde engelleyebildi, ama sistemin bin bir dert, problem ve çürüme üretmesini engelleyemedi.

 

Bu zemin sadece Cemaatin sistem içine sızmasını sağlamadı; sadece darbe üreten bir marazi ilişkiler ağı da oluşturmadı.

 

Kürt sorununda çözümsüzlüğe oynayanlar da buradan beslendi, buradan moral destek aşırabildi.

 

O yüzden Türkiye’nin restorasyona değil reforma; evrime değil devrime ihtiyacı var.

 

Bütünden parçaya gidilmeli

 

Türkiye’nin restorasyona değil reforma ihtiyacı olan kurumlarının başında TSK geliyor. Ancak TSK bağlamında asker-sivil ilişkilerine dair tartışmalara baktığımda, çok ciddi bir eksiklik yaşadığımızı görüyorum.

 

TSK’nın yeniden yapılandırılması, genel bir Türkiye yapılanması dışında ele alınamaz, alınmamalıdır.  Eğer bizler (kısa vâdede atılacak adımlar, acil önlem ve yapılanmalar hariç) TSK reformunu genel sistem yapılandırılmasının dışında tutarsak, sistem-parça ilişkisini doğru kuramayız. Bu da parçanın, sistemin bütünü içinde problemler üretmesine yol açar.

 

Türkiye yarı parlamenter rejim, yarı başkanlık sistemi (ve bunlara özgü değerler) bileşeniyle, radikal çözüm gerektirecek sistemsel problemlerin üstesinden gelemez. Sistem belirsizliği en büyük anomi nedenidir.

 

Türkiye yeniden yapılandırılırken, parçadan bütüne doğru değil, bütünden parçaya doğru yol almak en doğru tercih olacak.

 

Sivil denetim nasıl icra edilmeli?

 

Sanırım şu hususlarda konsensus sağlamış durumdayız: TSK üzerinde mutlak bir sivil denetim sağlanmalıdır. Sivil denetim hesap sorulabilir/verebilirliği içermeli, sadece darbeye kalkan olarak kullanılmamalıdır. Sivil denetim orduyu toplumsal çıkarlar temelinde gözetleyen bir göz olmalıdır.

 

İyi ama siviller bu denetimi nasıl icra etmeli?

 

Huntington iki tür sivil denetimi öne çıkarıyor: Objektif denetim; sübjektif denetim. Sübjektif denetim bağımsız bir askeri alanı reddeder. Askerin tamamen sivillere tabi olmasını, hiç özerkliği ve şahsiyeti olmamasını savunur. Objektif denetim askeri profesyonelliği tanır. Objektif denetimde asker sivillere tabidir ama özerktir.

 

Ancak Peter Feaver, asil-vekil kuramını tartışırken buna itiraz eder. Feaver, “profesyonellik eşittir itaat” hipotezinin tutmadığı görüşünde. O yüzden değerlerde de profesyonelleşme gerektiğini vurgular. O değerleri de sivillere itaat kültürünü içselleştirecek şekilde yapılandırılmış bir askeri eğitim doktrininin sağlayacağını belirtir.

 

Ordunun politize olması engellenmeli

 

Sağlıklı bir sivil-asker ilişkisi için, sivillere tabi ve kendi içinde özerk bir askeri yapılanma en ideal olan reform olarak karşımıza çıkıyor. Ancak burada da özerkliğin sınırı sorununu aşmamız gerekecek.

 

Bence sınır şu şekilde belirlenmeli: Ordunun gücü ve konumu siyasiler tarafından belirlenirken, politik amaçlarla suistimal edilemeyecek, ordu personelini politize edemeyecek bir zemin yaratılmalı.

 

Özerklik, kurumsal özerkliği içermeli ama kesinlikle siyasal özerkliği kapsamamalı. Stratejik düzeydeki komuta kademesi hariç, kişilerin terfii, atanması, cezalandırılması yetkisi; ayrıca askeri eğitim, askeri reform ve modernizasyon gibi konular, kurumsal özerklik içinde görülmeli. Örneğin güç kullanma yetkisi siyasilerde olmalı, ama gücün ne şekilde kullanılacağı konusu tamamen askerde olmalıdır.

 

Askeri danışmanlık mekanizmaları yaratılmalı

 

TSK’nın yeniden yapılandırılması çalışmaları yürütülürken mutlaka düzenlenmesi gereken bir konu da, asker-sivil arasında sağlıklı bilgi akışını ve iletişimi içeren mekanizmaların oluşturulması olmalı.

 

Kürt sorununun askeri boyutunun koordinasyonu meselesi de göstermiştir ki, güvenlik alanında askerlerin siyasi iradeye danışmanlığını işleten kurumsal süreçler yaratılmalı. Ancak bu süreç sivil iradeyi tehdit edecek ya da karşı güç kullanacak vasatta ve seviyede olmamalı.

 

Cemaat belâsına kadar TSK, siyasi ve kurumsal özerkliği oldukça fazla bir yapıydı. Cemaatle birlikte, siyasi özerkliği az kurumsal özerkliği fazla bir hale geldi. Şimdi ise “siviller askerlere, askerler de silahlara kumanda eder” zihniyetine evrilmemiz gerekiyor.

 

TSK’nın yeniden yapılandırılmasını evrensel demokratik değerlere dayalı bir sistem inşası içinde gerçekleştirmezsek, emin olun bir süre sonra sistem yeniden entropi üretmeye başlar.

 

O zaman da şu soru meşru hale gelir: On dört yıldır sizi halk kurtarıyor. Peki, bu halkı kim kurtaracak?

 

- Advertisment -