Ana SayfaYazarlarReferandumun topolojisi

Referandumun topolojisi

 

16 Nisan referandumuna tartışmasız Türk milliyetçi oyları ile Kürt oyları damgasını vurdu. Ancak asıl belirleyici olan Türk milliyetçi oylarıydı. Türk milliyetçi seçmeninin sosyolojisi değişiyor. Bu değişim bizlere “birey olma gereksiniminin, ait olma gereksinimiyle çelişkiye düştüğünü” haykırıyor. Milliyetçi sosyolojinin birey olma gereksinimine denk düşen kıyı şeridi “Hayır”ı, ait olma gereksinimine denk düşen İç Anadolu ve Karadeniz gibi kısımları da “Evet”i tercih etti. Benzer bir etkileşimi Kürt sosyolojisinde de görüyoruz. Türk milliyetçiliğinde “kendimi nasıl tanımlayabilirim, nereye ait olabilirim” arayışının başladığını söyleyebiliriz.

 

İki orta sınıfın mücadelesi

 

Son 15 yıllık süre içinde Türkiye’nin yerleşik orta sınıf kategorisi değişti. Kişisel yorumuma göre, bu kategori toplumun yüzde 25’ine denk gelir. Eski yerleşik orta sınıf gitti; yerine yeni yerleşik orta sınıf geldi. Bu kategori, gelir durumunu ağırlıklı olarak kamu kuruluşlarının ürettiği mal ve hizmetlere dahil olmak suretiyle oluşturur. Burada sınıf kavramını Weberyen gelenek içinde ele aldığımı ifade etmek isterim. Bu geleneğe göre sınıf, piyasadaki olanaklara sahip olma gücü çerçevesinde konumlandırılır. Ancak Weberyen gelenekten ayrı olarak, bu sınıfta eğitim ve vasıflılık belirleyici bir değerde değil.

 

Türkiye, referandumda eski ve yeni iki yerleşik orta sınıfın mücadelesine sahne oldu. Yeni yerleşik orta sınıf, kendi hiyerarşisini başkanlık sistemi ile pekiştirmek; sosyo-ekonomik hiyerarşiyi, sosyal-siyasal-kültürel bir hiyerarşiye evirmek istedi. Eski yerleşik orta sınıf buna karşı çıktı. Bu karşılaşmayı özellikle akademi ve medya dünyasında çok sık ve yaygın olarak gördük. İki tarafın kendileri dışında kalan kesimleri etkileme çabaları, seçim sonucunu belirleyen en önemli dip akıntısı oldu.

 

Erdoğan Türkiye’nin meşru lideridir

 

16 Nisan referandumunun tartışmasız galibi Erdoğan’dır. Elde ettiği sonuçlar meşru ve hukukidir. Erdoğan, küresel saldırı ve yıldırma taktiklerine rağmen bu galibiyeti elde etti. AB ülkeleri kendi normlarını ayaklar altına alarak “Evet” mitinglerine izin vermedi. Amerika YPG üzerinden paçasını çizmeye çalıştı; “bak, istediğimizi yapıyoruz, sen bir şey yapamıyorsun” algısı oluşsun istedi. Rusya, tarım ürünlerine ambargoyu kaldırmayarak tarım sektöründe kriz oluşsun, böylece Erdoğan’ı destekleyen tarım sektörü homurdansın diye bekledi. Almanya, İngiltere ve gene ABD, “kontrollü darbe… Cemaat darbede yok” manipülasyonlarıyla muhafazakar kesimin kafasını karıştırmak istedi. Ekonomik göstergelerde sonuç yaratacak ciddi değişiklikler yokken sanki Türkiye devalüasyon ilan etmiş, hiper-enflasyona geçmiş gibi döviz dalgalanmaları oluştu. Piyasaların istikrarını bozmak amaçlandı. Esnaf ve üretici önünü göremez hale getirilmek istendi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Erdoğan, yüzde 51.4’le sandıktan galip çıktı. Halkın yarıdan fazlası bu zor günlerde Erdoğan’dan geminin kaptanı olarak kalmasını, geminin rotasını da gösterdiği istikamet doğrultusunda özgürce belirlemesini istedi.

 

“Ancak”ı da görmemiz gerekiyor

 

Ancak bu sonuçlar AK Parti’de yanlış giden şeyler olduğunu görmemize engel olmamalı. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik ve Sadullah Ergin’in başını çektiği bir grup, takındıkları tutumla muhalif bir görüntü verdiler. Bu görüntü AK Parti’nin referandum performansına da yansıdı.

 

Öbür taraftan AK Parti kadroları ile halk arasında mesafe oluşuyor. Bu mesafe de her geçen gün büyüyor. Eskiden toplumsal merkez belirleyiciydi. AK Parti de bu merkezin aktaranı konumundaydı. Ancak artık toplumsal merkez değil siyasal merkez belirleyici oldu. Bu da siyasal merkezi dominan, toplumsal merkezi pasif konuma getirdi. Halkla parti teşkilatı arasındaki mesafe yeniden yapılandırılmazsa, toplumsal merkeze yabancılaşan bir siyasal merkezin oluşması kaçınılmaz hale gelecek.

 

AK Parti’nin yerel yönetim deneyimi de halkta bir sorgulama süreci başlatmış görünüyor. Bu durumun İstanbul, Ankara ve Antalya’da seçim sonuçlarını etkileyen önemli bir vasat haline geldiği anlaşılıyor.

 

“Dar” ve “geniş çizgi” teorisi

 

AK Parti, referandumda yüzde 60’ı bulan bir destek beklentisi içindeydi. Ancak gerçekleşmedi. Neden? Halil Berktay, bu durumu “dar” ve “geniş çizgi” teorisi ile açıklıyor. Berktay, kaleme aldığı son yazısında daha önce de gündeme getirdiği tezi yineledi, AK Parti’nin çeşitliliği ve çoğulculuğu kucaklayan geniş bir çizgi yerine, daha sınırlı ittifaklara dayanan bie dar çizgi izlemesini, AK Parti’nin referandum performansını etkileyen en önemli parametreler arasında gördüğünü yazdı.

 

Berktay’ın bu tesbiti AK Parti’nin neden giderek bir İç Anadolu ve Karadeniz partisi olmaya başladığının yanı sıra, muhafazakar kesimde oluşan yeni etkileşimleri de anlaşılır kılıyor.  Türkiye’nin dindar kesimindeki değişim üç sonuç doğurdu: Muhafazakarlık, İslamcılık, dindarlık. Dindarlık, gündelik hayata tekabül eder. İslamcılık, siyasi ideolojiye dönüşmüş İslamı ifade eder. Muhafazakarlık ise İslamın sekülerleşerek kültürel formlara eklemlenmiş bir yaşam anlayışına dönüşmesini belirtir. Ben muhafazakarlığın sekülerliğe bakan bu yüzünde eski kollektif tavır yerine yeni bir kollektif tavrın oluşmaya başladığını düşünüyorum. O da şu: Bu kesimde inanç ile amel arasında bir mesafe oluşuyor.

 

Demokratikleşmeyi ve demokratik kültürü önemseyen bu kesit, kendini en iyi AK Parti’de ifade ediyor. Ancak başkanlık sistemine dair oluşan demokrasi kaygıları, kaygıları giderecek ikna edici mesajların gelmemesi yüzünden bu kesitin mesafesi büyüyen bölümünü “Hayır” demeye götürdü. Zaten MHP’nin katkısı dışarıda tutulduğunda, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine göre AK Parti oylarında meydana gelen yaklaşık yüzde beşlik düşüşü ancak bu şekilde izah edebiliriz.

 

Sıkıştırılmış çelişki, yeni zihniyet formu

 

Referandumun yüzde 51-49 şeklinde gerçekleşen sonuçları, çok ciddi bir sıkıştırılmış çelişki yarattı. Bu çelişki de yeni zihniyet formları yaratacak. Ben bu zihniyetin taşıyıcı sosyolojik kitlesinin Türkiye’nin kentleşmiş, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel olarak gelişmiş kesimi olduğunu; ayrıca bu kesitin ciddi bir potansiyel oluşturduğunu düşünüyorum. “Hayır” cephesinin İstanbul, Ankara, İzmir ve kıyı şeritlerinde elde ettiği sonuçlar bunu gösteriyor. Ancak ne CHP ne de HDP bu potansiyeli temsil edemiyor. Eğer başkanlık seçimlerinde CHP-HDP kendini yeniler, aralarındaki ittifakı da demokratik bir gelecek programına oturtabilirse, Türkiye’nin geleceği ve değiştirici dinamiği haline gelebilir. Referandumda gözlemlediğimiz, farklı toplumsal kategoriler arasındaki geçişkenlik de, böylesi bir ittifakın önünün açık olduğunu gösteriyor.

 

17 Nisan sabahı uyandığımızda, karşımızda Türk milliyetçi sosyolojisinin değiştiği; Kürtlerin siyaset üreten başat öznelerinin seslendiği seçmenin sorgulayıcı bir zihniyet kazandığı; yerleşik orta sınıf stratejilerinin etkili olduğu; muhafazakar sosyolojinin çoğulculaştığı; sıkıştırılmış çelişkinin yeni zihniyet formlarını kaçınılmaz kıldığı bir Türkiye gördük. Geleceğin Türkiye’sinde, bu fotoğrafı iyi gören ve analiz eden aktörler söz sahibi olacaktır.

 

- Advertisment -