Ana SayfaYazarlarRetorik ve toplumsal doğa

Retorik ve toplumsal doğa

 

Kamusal aktörlerin kullandığı retorik, toplumsal doğada mutlaka iz bırakır. Bu iz, toplumsal doğanın kamusal retoriğe gösterdiği reflekstir. Bu etkileşimde toplumsal toplanışlar, ayrılışlar, farklılıklar, çelişkiler, çapraz ilişkiler, varoluşlar, varoluşları ortadan kaldıran yeni yorumlar belirir.

 

Ama toplumsal hayatın damarlarında dolaşan akış, tek yönlü değildir. Toplumsal yaşamda retoriğin açımladığı etkiler, tepkiler, refleksler de aynı şekilde  geri bildirim yaparak kamusal aktörleri etkiler. Pek çok yerde kamusal aktörlerle toplumsal toplanışlar bütünleşir. Bazı yerlerde de karşı karşıya gelirler.

 

Bu sürecin sonunda kamusal retorik, toplumsal yaşamda kendi zihniyet ve anlayış örgütlenmesini yaratır.

 

                                                                                       *          *          *

 

Son beş yıl, özellikle de son dört yıl, kamusal alana hakim olan retoriğin bölücülük ve darbe üzerinden şu şekilde kurgulandığına, kodlandığına, konumlandığına şahit oluyoruz:“Bizi bölmek, darbe yapmak isteyenler var. Milli olmak isteyen siyasi iradeyi tehlike olarak gören Batı, kendi kukla rejimlerini inşa etmek için yerli işbirlikçilerle birlikte kumpaslar planlıyor.”

 

Bu hegemon propaganda toplumsal yaşamın damarlarında, hücrelerinde dolaştı. 7 Şubat 2012 MİT krizi, 2013 yaz başının Gezi olayları, 2013 sonunda 17-25 Aralık, MİT tırları hamlesi, 15 Temmuz darbesi gibi somut olgularla birleşince, toplumsal doğada bir karşılık da doğurdu.

 

Bizim burada üzerinde durmamız gereken husus şu: Eğer her retorik toplumsal yaşamda ve toplumun doğasında iz bırakıyorsa, yukarıda özetlediğim retorik son beş yılda nasıl bir toplumsal toplanış, toplumsal refleks, toplumsal zihniyet ve anlayış yarattı?

 

                                                                               *          *          *

 

Bu sorgulamayı iki açıdan önemsiyorum. İlk açı, bu retoriğin toplumsal fay hatlarına olası etkileri.

 

Eğer toplumsal doğa, “tehlike ve kuşatma altındayız” retoriğini “bize kötülük yapmak isteyen Batı ve onun içerideki işbirlikçileri[nin katli vaciptir]” şeklinde okursa, hiç kimse tutuşacak cehennem ateşine su dökemez.

 

Unutmayalım ki bu toplumsal psikoloji İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya’da Yahudileri ezilmeleri ve yok edilmeleri gereken karafatmalar olarak kodladı ve ortaya insanlığın en vahşi uygulamaları çıktı.

 

Bizde de bire bir böyle olur demiyorum. Ama bu retoriğin doğuracağı olası anlayış ve zihniyet örgütlenmesinin tehlikelerine dikkat çekmek istiyorum.

 

Önemsediğim ikinci açı şu: Milliyetçilik dozunda ve ayarında yapılmaz, hele katı milliyetçilik din ile bir araya getirilip sentezlenirse, ortaya son derece ayırımcı, dogmatik sonuçlar çıkar.

 

Etnik sosyoloji literatürü, bunun sayısız örnekleriyle doludur. En vahşi ve acımasız uygulamalar kendi yorumunu din üzerinden yapan milliyetçilik varyantlarından çıkmıştır.

 

                                                                  *          *          *

 

AK Parti bu uyarıları önemsemeli. Ama işinin o kadar kolay olmadığını da vurgulamak gerekir. Çünkü kamusal alanda dolaştırılan ve dinle sentezlenen milliyetçi söylemin, toplumsal dip akıntılarda bir anlayış örgütlenmesi yaratabileceği uyarısı, partiyi şu açmazla karşı karşıya bırakabilir:“AK Partililer, bölücülük ve darbe uyarıları yapmazlarsa halkta bilinçlenme yaratamazlar. Bu bilinç de oy sandıklarına yansımaz.  O zaman kaybederler. Ama uyarıları dozunda bırakmazlarsa bu kez de karşı tuzağa düşmüş olurlar. Çünkü o zaman da fay hatları harekete geçer.”

 

En iyi altın formül şu olabilir: Toplumsal bilinçte bir farkındalık yaratmak, ama diğer yandan farkındalık retoriğinin savrulmalara, marazi sonuçlara sapmaması için sorumlu ve dikkatli davranmak; toplumu birlik ve barış yönünde eğitmeyi de elden bırakmamak.

 

AK Parti yönetimi ve liderliği, HDP’nin entellektüel yönü ile tanınan ismi Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesinin hedef olduğu saldırganlığa karşı sergilediği tutumla bunu yapmaya çalıştı.

 

“Bölücülük” retoriğinin dinle birleşerek ayrımcılık üretmesine itiraz etti; “dinimizde yeri yok” dedi.

 

Kendisi gibi düşünmeyen kesimlerin din ve inanç özgürlüklerine sahip çıkarak, özellikle Alevilere “sizin özgürlüğünüzün bu ülkedeki teminatı ve koruyucusu biziz, güvencemiz altındasınız” mesajı verdi.

 

Özellikle dindar Kürt oylarının yine bir dini ritüel olan cenaze merasimi üzerinden AK Parti’den kopartılmasına yönelik algı operasyonlarının da önünü “suçlular yargı önüne çıkarılacak” diyerek kesti.

 

Tüm siyasiler, kullandıkları retoriğin toplumsal yaşamda kendi anlayış örgütlenmesini yarattığını görerek daha özenli hareket etmek zorunda.

 

- Advertisment -