Ana SayfaYazarlarTürkiye bir tercih yapmak zorunda mı?

Türkiye bir tercih yapmak zorunda mı?

 

İngiltere’nin Salisbury kentinde bir casusun Rusya tarafından zehirlendiğinin iddia edilmesinden sonra kıyamet koptu. Daha doğrusu bir bardak suda fırtına kopartıldı. Öncülüğünü İngiltere ve Amerika’nın yaptığı 26 ülke, Rus diplomatları sınır dışı etti. Bu adımları gelecekte daha etkili diğer önlemlerin, ekonomik yaptırım gibi müeyyidelerin izleyeceği söyleniyor.

 

Ne oluyor?

 

Olan şu: ABD ve İngiltere öncülüğündeki Batı bloku, dünya ticareti ve siyaseti üzerindeki ağırlığını kaybediyor. Çünkü küresel dengeleri belirleyen güç merkezi, batıdan (Atlantik’ten, Akdeniz’den ve Avrupa’dan) Asya’ya, Pasifik’e kayıyor.

 

Geçmişten bu yana şunu biliyoruz: Hangi coğrafya dünya ticaretinin merkezi haline gelmişse, güç dengelerini de orası belirlemiş. Batı, güç merkezinin doğuya kaydığını görüyor. Bunun çaresizliği içinde. Kendince önlemler alıyor. Dengeleyerek, dünyayı belirleyen aks haline gelmesini önleyerek, Çin’i kendisine bağımlı bir hale getirmeye çalışıyor.

 

Tabii Çin’i çevreleme stratejisinde iki ülke öne çıkıyor. Biri Rusya, diğeri İran. Rusya’ya diz çöktürülebilirse Çin çok stratejik bir partnerinden edilmiş, Avrasya bloku üzerinden Pasifik dengelenmiş olur. Ayrıca olası bir gerilimde Rusya’nın Çin’le birlik olup çok ciddi bir askeri imha kapasitesi kazanması da engellenmiş olur.

 

Diğer stratejik ülke İran. İran önemli. Çünkü güç dağılımını belirleyecek çok ciddi enerji rezervlerini barındırıyor. Ayrıca 80 milyonu aşkın genç nüfusu ile çok ciddi bir ekonomik partner. Bu potansiyel Batı’nın iştahını kabartıyor. Kaldı ki, İran’ın kontrol altına alınması veya rejim değişikliğine maruz bırakılması Ortadoğu’nun yeniden dizaynı ve Ortadoğu-Pasifik ilişkilerinin düzenlenmesi açısından da çok önemli. Zira Çin’in gelecekte İran ile geliştireceği olası işbirlikleri, hem Ortadoğu hem de Çin açısından önlenemez sonuçlar doğuracak.

 

Tercihlerin fayda-zarar hesapları

 

Şimdi asıl soruya gelelim. Batı-Rusya kamplaşması ve kutuplaşması karşısında Türkiye ne yapmalı? Bir tercih yapmalı mı? Yapmalı ise tercihi ne olmalı?

 

Şunu çok net biliyoruz: Türkiye Batı’dan yana tercih yaparsa güç dengeleri çok değişir. Çünkü Türkiye inanılmaz bir jeo-stratejik güç. Rusya, Doğu Avrupa, Türki cumhuriyetler Karadeniz’de güç kaybeder. Suriye’de ABD’nin istediği şeyler hayata geçer. İran çevrelenmiş ve kuşatılmış olur ve Batı’nın kontrolüne girecek noktaya gelir. Ancak İran’ın kontrol altına alınması ve istikrarsızlaştırılması, Türkiye için tarihin en büyük ulusal güvenlik sorununu da yaratır. Kürt sorununun daha da ağırlaşması, mülteci akını, yeni İran’ın Türkiye’yi dengelemek için kullanılması gibi problemler oluşur. Konuyla ilgili daha geniş tehdit seçeneklerini gözden geçirmek isteyenler, Serbestiyet’teki “İran’da rejim devrildi – ya sonrası?” yazıma bakabilirler.

 

Bu durumda Türkiye’nin Batı’yı desteklemesi, tıpkı Suriye’de olduğu gibi bindiği dalı kesmesi olur. Türkiye kendi açısından etnik fay hattını tetikleme ihtimali çok yüksek bir meselede kendi aleyhine olacak bir oluşum içine giremez. Hele hele Kürt meselesini ulusal güvenliğine sıfır etki edecek şekilde çözmedikten sonra, Batı cephesi içinde yer almayı kafasından dahi geçiremez.

 

Maliyeti yönetilebilir mi?

 

Peki, Batı’ya destek vermemesinin yaratacağı maliyeti karşılayabilir mi? Meseleye iktidar açısından baktığımızda şöyle bir seçenek de var: “Kendi geleceğini düşünür. Kendisini rahatlatmak için de Batı ile işbirliği yapar. Kendisini kurtarır ama yaptığı tercihle ülke menfaatlerine çok büyük zarar verir.”

 

Böyle bir seçenek, Ortadoğu’da mazlumlar için siyasal bir fenomen haline gelen Erdoğanizme ciddi zarar verir. Baskılara direnemedi, boyun eğdi algısı oluşur.

 

Türkiye, Batı kampına destek çıkmadığı için karşılığında çok ciddi istikrarsızlık, suikastlar, iç karışıklıklar yaşayabilir (mi)? PKK’nin 2018 yılını “eylemler yılı” ilân etmesinde bunun da etkileri olabilir. Ancak ben Batı’nın, alınan tedbirlerden sonra, (suikast hariç, ancak bu da o kadar kolay değil, hattâ iyi önlemler alınırsa imkânsız) içeride Türkiye’yi etkileyecek çok ciddi bir seçenekler listesine sahip olduğu kanaatinde değilim.

 

Dolayısıyla Türkiye'nin getireceği maliyetler yüzünden Batı ekseninde yer alması bana rasyonel ve gerçekçi bir seçenek gibi gelmiyor.

 

Peki ya Rusya seçeneği?

 

O zaman Türkiye, Rusya-Çin hattından yana mı tercihte bulunmalı? Böyle bir tercih de Türkiye’yi çok ciddi bir ekonomik partner olan Batı’dan tamamen izole edebilir. Batı’nın topyekûn Türkiye’ye düşmanlık gütmesine yol açabilir. Evet, bu seçenek İran’ın karışmasını engelleyeceği için faydalı olabilir ama Türkiye için rasyonel bir tercih olarak görülmüyor. Zira getirisi götürüsünden fazla olabilir.

 

O zaman nasıl bir tercih yapacağız?

 

Irak gibi yapamayız. O zaman önce desteği reddedip, sonra destek için kapıları sonuna kadar açarak ulusal güvenliğimizi riske atmış oluruz.

 

Suriye gibi de yapamayız. Kuşatma ve baskılara boyun eğip “peki, tamam, birlikte hareket edelim” demiş; kandırılıp yarı yolda bırakılmış oluruz.

 

Ülke menfaatlerimiz neyi gerektiriyorsa onu yapacağız. Ne Batı’dan ne de Rusya’dan yana tutum alacağız. Ama bunu yaparken, daha önce de ifade ettiğim gibi “Kendi içinde fayda açısından orantılılığa teşvik edilmiş” bir denge siyaseti izleyeceğiz. Bize daha fazla fayda getiren güce de pozitif ayrımcılık tanıyacağız. Daha fazla destek, daha fazla işbirliği… Bir tür kolaylaştırıcılık yani.

 

Ama bunu yaparken İran’ın istikrarsızlaştırılmaması için elimizden ne geliyorsa onu yapmaktan da geri durmamalıyız. Örneğin uluslararası kamuoyunun, küresel vicdanın temsilcisi haline gelebiliriz. Dünya kamuoyuna İran’ın istikrarsızlaştırılmasının yeni bir Irak ve Suriye yaratacağını haykırabiliriz.

 

Eğer Amerika-Batı ekseni, Türkiye’yi kazanmak için iç karışıklıklara yeltenir, Türkiye’nin siyasi liderliğini zayıflatacak girişimlerde bulunur, Kürt meselesini Türkiye’nin ulusal güvenliğini etkileyecek şekilde kurgulamaya yönelirse, Rusya-İran-Çin hattı ile ortak hareket etmeyi de bir seçenek olarak gündemimize alabiliriz.

 

Neresinden bakarsak bakalım, Erdoğan kendi tarihinin en büyük sınavına çıkıyor.

 

- Advertisment -