Ana SayfaYazarlarÜç şehrin hikâyesi

Üç şehrin hikâyesi

 

200 yıl önce Selanik'in ve Şam'ın valileri İstanbul'dan atanıyordu. 200 sene önce Suriye'de ve Yunanistan'da yaşayan insanlar aynı imparatorluğun tebaası idi.

 

İmparatorluğun ve Cumhuriyet'in uzun yüzyılları ile yollar epey ayrıldı.

 

Bugün Yunanistan ve Suriye dünyanın manşetlerinde. İlki sosyal ve siyasi sonuçları epey ağır olacak bir ekonomik kriz, diğeri ise bütün ülkeyi tarumar eden bir iç savaş nedeniyle.

 

Ve ortada Türkiye. İki komşusundaki gelişmeleri üzülerek ve kaygıyla izleyen Türkiye.

 

Yunanistan'da hafta sonu gerçekleşen referandum sonucu tüm dünyanın en önemli gündem maddesi. Bir yandan bu referandum sonucuna öfkelenenler (hemen evetçiler), diğer yanda sevinenler (zinhar hayırcılar) ve beri yanda başka çare yoktu diyenler (şimdi değil ama sonra evetçiler) şeklinde özetlemek mümkün gibi görünüyor farklı siyasi duruşları.

 

Öfkelenenler zımnen Yunan halkını, daha keskin şekilde ise sorumsuz siyasetçileri, yani aslen Çipras'ı suçluyor. Referandumdan çıkan sonucun bir nevi intihar olduğunu savunuyor. Acı reçete dışında çıkışı olmayan bir krizde kolaya kaçıldı diyor. Almanya'nın ve Troyka'nın bu kararı affetmeyeceğini ve Yunanistan'ın sert bir şekilde cezalandırılacağını söylüyor.

 

Sevinenler, Yunanistan'ın "borcumu ödemem" resti ile onurunu koruduğunu, emperyalizme direndiğini ve hatta sosyalist devriminin aranan fitilinin bulunduğu kanaatinde.

 

Başka çare yoktu diyenler ise Yunan halkının zaten yutacağı acı reçetenin dozunu ayarlamanın tek yolunun 'hayır'dan geçtiğini savunuyor. Bu referandumun Yunanistan açısından epey çetin geçen müzakere sürecinde bir pazarlık kozu olduğunu söylüyor. Öyle ya da böyle uygulanacak kemer sıkma tedbirleri konusunda bu referandum sonucu Yunanistan'a etki gücü kazandırdı diyor.

 

Yunanistan referandum sonucuna sevinenler ve buradan sosyalist hülyalara dalanlar arasında pek ciddiye alınan isimler mevcut değil. Zira zinhar hayırcıların önerdiği elle tutulur bir çözüm yolu yok.

 

Lakin 'evet'çiler ve şimdi değil sonra 'evet'çiler aslında aynı şeyi demekle beraber belki de nüanslarda ayrılıyorlar.

 

Yunanistan hiçbir ülkenin sahip olmadığı bir ayrıcalık isteyemez. Avrupa'nın diğer kırılgan ekonomileri olan İspanya, İrlanda ve Portekiz'e kötü örnek olmasına, “bizim başımız kel mi” argümanını miras bırakmasına müsaade edilemez. Bu hem mantık olarak, hem de adil olma prensibi açısından doğru. Yunanistan, 2001 yılında Türkiye krizden nasıl çıktıysa öyle çıkmalı: Sorumluluk alarak, yapısal reformları uygulayarak ve kemer sıkma paketlerini uygulayarak.

 

Ekonomi diğer sosyal bilimlerden farklı. Bu yazının yazarında olmayan bir teknik bilgiyi isteyen, çoğu zaman aklın yolu bir ile kesin sonuçlar sunma iddiasında olan bir bilim dalı. Yani ekonomistlere göre bu krizi yukarıda çizilen yol dışında atlatmak mümkün görünmüyor.

 

Ancak çok yüksek oranda çıkan hayır oyu üzerine düşünmek siyaset bilimcilerin, sosyologların ve belki de tarihçilerin alanına düşüyor.

 

Referandumun bizzat kendisini, uygulanma biçimini yanlış bulup, sadece sonucundan dolayı gelecek felakete yoğunlaşanların yanı sıra, bu sonuçları daha derinlemesine incelemek gerek diyenler de var.

 

"Neden Yunanistan hayır dedi?" sorusunun cevabının mühim olduğunu düşünenler de.

 

Bu sorunun cevabı tek değil. Uygulanacak ekonomi programının halka yeterince izah edilmemesi, kemer sıkmayı prensipte kabul eden Yunanların bile aralarında pazarlık sürecinde eli güçlendirmek için hayır diyenlerin olması, referandumun adil olmaması gibi noktalara temas edenler var.

 

Ancak başka bir unsur daha var…

 

Dün Atina'dan bildiren tüm gazetecilerin haberlerine hakim olan kelime "milli gurur" idi.

 

Referandumda hayır diyenlerin büyük kısmının tepkisini bu kavramla açıklıyor uzmanlar. Çoğu Yunanistan vatandaşı, Almanya, AB ve IMF yetkililerinin buyurgan, üstten bakan ve hatta küçümseyici tavrına bir tepki olarak sandığa gitti tespitinde bulunan çok. Bu sandıkta verdikleri kararın “doğru” veya “makul” olduğu anlamına gelmese de, bu gözlemcilere göre psikolojiyi açıklayan anahtar kelime bu.

 

Dün belki de sadece Yunanistan ekonomisinin değil, Avrupa Birliğinin geleceğine dair önemli bir oylama yapıldı. Sonuçlarını, neler getirebileceğini henüz kestirebilen yok.

 

Ancak aynı sonuçla hem Yunanistan, hem de AB çok zor ve sancılı bir yola girdi.

 

İkinci Dünya Savaşının küllerinden ABD'nin Marshall yardımı ile çıkan Avrupa, kendi çocuklarının krizlerini çözmekte başarısız kalıyor.

 

Bu ciddi bir liderlik eksikliğine işaret ediyor.

 

Tıpkı Suriye meselesinde olduğu gibi.

 

Türkiye'nin tüm bunlardan alacağı dersler var muhakkak. Kendi başarı hikâyesi ve içinde bulunduğu bölge istikrarsızlıklarla kaynarken ortada bir istikrar adası olmak ile gurur duymakta haklı.

 

Bununla beraber yeni sorumluluklarının farkında olmalı Türkiye. Hem Yunanistan, hem Suriye krizinde oynayabileceği olumlu liderlik yolunun farkında olarak, bu fırsatları iyi değerlendirmeli.

 

Ne teslimiyetçi, ne de izolasyonist politikalar peşinde koşmalı. Klişe de olsa köprü olmalı, sentez rolünü konuşturmalı, mevcut liderliğinde saklı olan vizyon ile bölgesel sorunların çözümünde ısrarla söz sahibi olma iddiasını devam ettirmeli.

 

Bazen Batı'ya rağmen bile olsa, bu bölgede Batı'nın kendi tekelinde gördüğü değerlerin; demokrasinin, ekonomik gelişmenin ve alternatif bir medeniyet tasavvurunun öncüsü olmalı.

 

Türkiye, farkını hissettirmeli…

- Advertisment -