Ana SayfaYazarlarDevleti yaşat ki devlet yaşasın!

Devleti yaşat ki devlet yaşasın!

İktidar sahiplerinden bu mesajı alan devletin memurlarının, kolluk güçlerinin artık kendilerini hesap veren değil hesap soran makamında hissetmesi, hukuka değil, yöneticilerine bağlılık duyması, karşılaştıkları suçlamalar karşısında ilk reflekslerinin savunmaya geçmek olması o yüzden şaşırtıcı değil.

14 Mayıs 2020 günü Van’da koronavirüs sürecinde zorunlu olarak evde kalanlara yönelik devletin ve belediyelerin yardım faaliyetlerini yürüten Vefa Destek Grubu üyelerine, PKK’nın düzenlediği terörist saldırıda iki çalışan hayatını kaybetti.

Aynı günün gecesinde ajanslar Adana’dan bir haber geçmeye başladılar:

“Adana’da Vefa Yardımlaşma Grubu’na saldırı” (AA, İHA, DHA), Adana Vefa Grubu’na yumruklu saldırı (TRT Haber).

Haberlere göre saldırganlar yakalanmıştı. Ama önce kalabalık bir grup olduğu söylenen saldırganlardan nedense sadece dördü gözaltındaydı.

Sosyal medyada ‘Van’dan sonra Adana’da da Vefa Yardım Grubuna alçak saldırı” diye verilen olayın ne olduğuyla ilgili ilk resmi açıklama ertesi gün Adana Valiliği tarafından yapıldı:

“14.05.2020 günü saat 22.00 sıralarında Yüreğir Kaymakamımız Oğuzhan Bingöl’ün katılımı ile Yüreğir Kaymakamlığının önünde Vefa Sosyal Destek Grubu tarafından gerçekleştirilen yardım dağıtımı sırasında, kim olduğu bilinmeyen 4 saldırgan şahıs, Vefa Sosyal Destek Grubu’nun çalışmasını engellemeye yönelik sözlü ve fiziksel saldırıda bulunmuştur.  Bunun üzerine Yüreğir Kaymakamı ve koruma polisi ilgili saldırgan şahısları uyarmış, ancak şüpheli şahıslar tarafından kendilerine hakarete devam edilmiş ve koruma personeli saldırı sonucunda yaralanmıştır.

Olayın ardından güvenlik birimlerimizce yakalanan şüphelilerden birinin CHP Yüreğir Gençlik Kolları Başkanı Eren Yıldırım olduğu anlaşılmış olup, ilgili şahıslar; 15.05.2020 günü adli makamlara sevk edilmiş ve şahıslardan 3’ü savcılık tarafından sorgulandıktan sonra, 1’i ise tutuklanma talebi ile sevk edildiği mahkeme tarafından salıverilmiştir.

İlçesinde yürüttüğü başarılı çalışmalarıyla bilinen ve vatandaşlarımızın da takdirini kazanan başta Kaymakamımız Oğuzhan Bingöl olmak üzere, Covid-19 salgın sürecinde ilk günden itibaren mesai mefhumu gözetmeksizin ülkemizin dört bir yanında olduğu gibi ilimizde de adeta destan yazan Vefa Sosyal Destek Grubu’muza yapılan bu çirkin saldırıyı şiddetle kınıyor, olayda yaralanan koruma polisimize acil şifalar diliyoruz.”

Valilik açıklaması üzerine haberlerin başlığı “Vefa Grubu’na saldıran CHP’li çıktı” ya dönüştü.

Hatta şöyle bir başlık bile atıldı: “Vefa Grubuna bir saldırı daha! Bu kez PKK’lılar değil, CHP’liler” (A haber)

Valilik açıklamasındaki “kim olduğu bilinmeyen 4 saldırgan şahıs”tan biri CHP Yüreğir Gençlik Kolları Başkanı Eren Yıldırım’dı, peki ya diğer üç kişi kimdi?

Aslında valiliğin açıklamayı yaptığı sırada kim olduklarını bilmemesine imkan yoktu. Bu üç kişi de gece emniyette sorgulanmış, sabah mahkemeye çıkarılmışlardı.

Valiliğin bilmezlikten gelip “kim olduğu bilinmeyen saldırganlar” dediği diğer üç kişi Eren Yıldırım’ın annesi, babası ve 17 yaşındaki erkek kardeşiydi!

Yıldırım ailesi olayın önünde gerçekleştiği kaymakamlık binasının 200 metre ilerisinde oturmaktaydı.

Kendi anlatımlarına göre havaların mevsim normallerinin üzerinde seyrettiği o gün bütün aile iftardan sonra ayaklarında terliklerle yürüyüşe çıkmışlardı.

Kaymakamlık önünde o akşam ne yaşandığını en sona bırakarak devam edelim.

Bu dört kişilik çekirdek aile ilerleyen saatlerde gözaltına alındılar.

Suçlamalar ağırdı: Halkı kin ve düşmanlığa tahrik, aşağılama, kişilerarası konuşmalarının dinlenmesi ve kayda alınması, kamu görevlisine mukavemet.

Haberin duyulması üzerine CHP’ye yakın avukatlar ve CHP Adana Milletvekili Orhan Sarıbal emniyete geldi. Bu sırada Adana Emniyet Müdürü de  emniyet müdürlüğüne gelerek iki saat boyunca kaldı.

 Aile o geceyi gözaltında geçirdi.

Ertesi gün ailece savcılığa sevk edildiler. Savcılık, Eren Yıldırım’ın annesi, babası ve kardeşini serbest bırakırken, Yıldırım’ı ‘memura mukavemetten’ tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti.

Ama gece gözaltına alınırken sıralanan suçlamalardan mahkeme önünde sadece bir tanesi (memura mukavemet) kalmıştı. Suçlama, tutuklama gereken katalog suçlardan da değildi.

15 Mayıs günü öğle saatlerinde mahkeme Eren Yıldırım’ı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı.

Adana medyasında çıkan haberlere göre konu valilik ve siyasetçiler arasında yapılan görüşmelerle daha fazla büyütülmeden kapatılmıştı.

Ama tam olay kapanmıştı ki akşam saatlerinde AK Parti Adana İl başkanı bir dizi tweet atmaya başladı.

İl Başkanı, “6-7 kişilik bir grubun Yüreğir Kaymakamı ve yardım ekibine fiziki ve sözlü olarak saldırdığını” iddia ediyor şöyle diyordu:

“Olay sıradan bir olay değildir. Milletimiz için fedakarca çalışan bir ekibe saldırıda bulunulması asla kabul edilemez. Milletimizin takdir ve teveccühünü kazanmış Vefa Sosyal Destek Grubuna bu menfur saldırıyı yapanlar, sadece devletimizin bir kuruluşuna değil, milletimize uzanan yardım eline saldırmıştır. Bu zorbalığın ve alçaklığın, hukuk çerçevesinde sonuna kadar takipçisi olacağız.”

Ardından Adana Milletvekili olan AK Parti sözcüsü Ömer Çelik de benzer tweetler attı:

“Adana’da vatandaşlarımız hizmet götüren Vefa Sosyal Destek Grubu’na yapılan saldırıyı şiddetle kınıyorum. Adanalılar böyle eşkıyalıklara izin vermez. Adanalılar eşsiz, Adanalı vefası ile Vefa Sosyal Destek Gruplarına sahip çıkacaktır. Bu vefakarlığa saldıran eşkiyalar Adanalılar’ın gözünde asla “ADANALI OLAMAZLAR.”

Bu tweetleri AK Parti milletvekilleri, belediye başkanları, partinin farklı illerdeki örgütlerinin mensuplarının ve tabii sosyal medya trollerinin de benzer içerikli tweetleri izledi.

Bütün gece #AdanadaCHPzorbalığı hashtagiyle tweetler atıldı.

Ertesi gün (16 Mayıs) AK Parti Adana İl Başkanı Yüreğir Kaymakamlığı’na geçmiş olsun ziyareti yaptı “Eşkiyalıktır bu. Bu kişilerin serbest bırakılması onların suçsuz olduğu anlamına gelmez. Bende bir hukukçuyum. Burada hukuki süreç devam ediyor” dedi.

Aynı saatlerde mahkeme savcılığın itirazı üzerine Eren Yıldırım hakkında yeniden tutuklama kararı çıkardı.

Birkaç saat sonra 1915 Çanakkale Köprüsü’nün kulelerinin son blokunun montaj töreninde, bütün televizyonların canlı yayınladığı bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözü Van’daki terör saldırısından Adana’ya getirdi ve şöyle dedi:

“İçişleri Bakanlığımızın sokağa çıkma kısıtlamasından etkilenen vatandaşlarımıza hizmet için oluşturduğu Vefa Hizmet Destek Grupları’na yapılan saldırılar da aynı alçak zihniyetin ürünüdür. Önce Van’ın Özalp ilçesinde PKK’nın yaptığı ve ipini bu örgüte teslim etmiş olan HDP’lilerin de işin içinde olduğu anlaşılan bir terör eylemi yaşandı. Yardım götüren vefa grubuna PKK’lı teröristler uzun namlulu silahlarla ateş açtı. Vefa grubu üyesiyle bir vatandaşımız şehit oldu. İki şehidimize de rahmet diliyorum. Yüreğir Kaymakamlığı bünyesindeki vefa grubu saldırıya uğradı. Vatandaşlara yardım dağıtılırken bu saldırı gerçekleşti. Saldırıda bulunan güruhun CHP ilçe gençlik kolları başkanı ve beraberindekiler olduğu anlaşıldı. Van’da PKK, Adana’da CHP. Saldırı şekli farklı olsa da zihniyetleri aynı. Devletin halkına hizmet götürmesine tahammülü olmayan gizli yapının bir süredir yürüttükleri siyasi ittifakı sahada bir ileri aşamaya taşıdıkları anlaşılıyor. Bu toprakları, bu devlet ve millet düşmanlarına bırakmayacağız. Devletin askerine polisine vatandaşlarımıza hizmet için canla başla çalışan görevlilerine saldıran herkes bunun bedelini en ağır şekilde ödeyecektir.”

Aynı günün akşamında savcılığa teslim olan Eren Yıldırım tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Olayın hukuki kronolojisi böyle.

Tutuklanma kararı, kararda siyasetin etkisi üzerine çok tartışıldı, CHP Adana’ya heyet gönderdi.

İlerleyen günlerde Yüreğir Kaymakamı Oğuzhan Bingöl de bir basın toplantısı düzenleyerek, olay için “art niyetli ve organize şekilde kalabalık bir grup tarafından yapılan fiziki ve sözlü saldırı” dedi.

Özellikle Demirören Haber Ajansı, Hürriyet ve Sabah gazeteleri “ Kaymakama yumrukla saldırdılar”, “Gönüllüler dehşet anlarını anlattı”, “Saldırganların suç dosyaları kabarık çıktı” başlıklı haberlerle konuyu günlerce işledi. Olay anıyla ilgili hem CHP hem de iktidar medyası görüntülerle kendi tezlerini savundu.

Cumhurbaşkanı, 19 Mayıs günü konuyla ilgili bir kere daha konuşarak “Van ve Adana’da olduğu gibi milletle bağını koparmışların bırakın insanımıza yardım etmeyi, yapılan yardıma bile tahammül gösterememesi gayet doğaldır” dedi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ortaya çıkan görüntüler üzerine Kaymakam’ın korumasının halka silah çektiği iddiası için “Bir silah hadisesi filan yok. Böyle bir görüntü de böyle bir durum da yok. O esnada kaymakama yönelik bir hal söz konusu olunca koruma polisi orada müdahale ediyor. Sonra orada darb ediliyor zaten” diye konuştu.

Eren Yıldırım ile ilgili avukatlarının yaptığı tahliye talepleri sürekli reddedildi.

Ve nihayet önceki gün, Türkiye’nin 15 gündür konuştuğu, Cumhurbaşkanı’nın bütün Türkiye’ye hitap ettiği konuşmada PKK saldırısına benzettiği, valiliğin “4 saldırgan şahsın çirkin saldırısı”, AK Parti sözcüsünün “Eşkiyalık”, AK Parti Adana İl başkanının “sıradan değil” dediği olayla ilgili savcılığın hazırladığı iddianame mahkeme tarafından kabul edildi.

Van’daki PKK saldırısına benzetilen, kalabalık bir grubun yaptığı söylenen, bu “kalleşçe”, “organize” “planlı” saldırının iddianamesinin tek sanığı vardı; CHP’li Gençlik Kolları başkanı Eren Yıldırım.

 Savcılık Eren’in annesi, babası ve 17 yaşındaki kardeşi hakkında ise kovuşturmaya gerek yoktur kararı vermişti.

İddianamede mağdur olarak Yüreğir Kaymakamı Oğuzhan Bingöl, müşteki olarak ise onun koruma polisi Bülent Kaya yer almıştı.

İddianameye göre tutuklu Eren Yıldırım’ın suçu “görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret” ti.

Ama iddianamedeki bütün tanık ifadelerinde ve görüntü kayıtlarında, olay Eren Yıldırım ile Kaymakam’ın koruma polisi Bülent Kaya arasında geçmiş olmasına rağmen, neden Kaymakam’ın mağdur olduğu anlaşılamadı.

Üstelik iddianamede şoföründen, özel kalem müdürüne, yardım görevlilerine kadar herkesin tanıklığı varken, bir tek olay yerinde olup olmadığı belirsiz olan mağdur Kaymakam’ın tanıklığı yer almamıştı.

İddianamedeki ifadesinde müşteki koruma polisi “Eren Yıldırım tarafından darp edildiğini” söyledikten sonra “bu sırada kalabalığı dağıtmak ve kaymakam beye gerçekleşecek saldırıyı önlemek için silahını çektiğini, namluya mermi verdiği, silahın namlusunu yere doğrulttuğunu, kimseye doğrultmadığını” söyleyerek en baştan itibaren Yıldırım ailesinin iddia ettiği ama resmi açıklamalarda ve haberlerde ya bahsedilmeyen ya da yalanlanan iddiayı doğrulamış oldu.

Peki, o akşam kaymakamlığın önünde 15 gün boyunca Türkiye’nin konuşacağı, PKK saldırısına benzetilecek kadar ne yaşanmıştı?

İddianamede savcılık “Olay anını gösterir ayrıntılı kamera görüntülerinin temini ve çözümü yeniden istenmiş, temin edilen görüntüler çözümlenmiş ancak olay anını göstermediği anlaşılmıştı” diyor.

Yani bundan anlıyoruz ki Kaymakamlık önünde yaşanan olayı çekmiş herhangi bir güvenlik kamerası ya da mobese görüntüsü bulunamamış.

Olay anıyla ilgili iddianameye giren görüntüler ise Eren Yıldırım ve annesi tarafından cep telefonuyla çekilen ve avukatları tarafından savcılığa sunulan görüntüler.

İddianamede “Eren Yıldırım’ın olaydan önce yardım faaliyetini videoya alıp Büyükşehir Belediye Başkanı’na Whatsapp uygulaması üzerinden gönderdiği” cümlesi Yıldırım’ın söylediğinin aksine yardım faaliyetini olaydan önce görüntüleme başladığını düşündürüyor. Ama iddianamede bunun üzerinde de durulmamış.

Video görüntülerinden ve ifadelerden Eren Yıldırım’ın bir CHP’li olarak ısrarla bu videoları çekmeye çalışmasının motivasyonunun soğan ve patates çuvallarından oluşan yardımların yüklendiği kamyonların Yüreğir Belediye’sine ait olması, belediye logosu taşıması ve Kaymakamlığın da AK Partili belediye ile birlikte bu yardım yaptığını ispatlama çalışmak olduğu anlaşılıyor.

Çünkü Adana’da Valilik, bütün belediyelerin yardımlarını Vefa Destek Yardım Grubu logosu ve adıyla yapmasına karar vermiş.

İddianamede üç ayrı kısa videodaki konuşma dökümlerine yer  verilmiş. Ne yaşandığı o dökümlerden anlaşılıyor. Okuyalım:

“Olaydan önce çekilen ve Eren Yıldırım’ın annesi S.Y.’ın telefonundan elde edilen 30 saniyelik videoda:  ‘Kaymakam soğan dağıtıyor. Ya ne yapıyor bunlar, vay be belediye büyük iş yapıyor, kaymakamlık dağıtamaz belediye ile birlikte. Kaymakam gelmiş belediyede dağıtıyor. Tamam canım kaymakam orda belediye de orda’ içerikli bayan ve erkek konuşmalarının geçtiği…”

“Eren Yıldırım’ın avukatları tarafından dosyaya sunulan 51 saniye süreli video; Müşteki Bülent Kaya’nın etrafında bulunan şahıslara yönelik ‘hadi bakalım hadi söz dinleyin biraz gidin diyorsak gidin’ ‘kardeşim gidin kalabalık yapmayın, bak herkes geliyor, burada görev yapamıyoruz’ sözlerle şahısları uzaklaştırmaya çalıştığı, eliyle uyarılarda bulunduğu, Eren Yıldırım’ın annesi S.T. olduğu değerlendirilen ve kamera açısında olmayan şahsın ‘niye bağırıyorsunuz siz, kime bağırıyorsunuz siz, bunlar da vatandaş değil mi’ şeklinde tepki gösterdiği esnada arbede yaşandığı,  sırt kısmı görünen erkek şahsın Bülent Kaya’nı göğüs bölgesine iki eli vurduğu (Bülent Kaya’nın ifadesine göre bu şahsın Eren Yıldırım olduğu değerlendirilmiştir)  ve dengesini kaybettiği, şahıslar arasında itiş kakış olduğu ve video içerisinde ‘silah doldurt boşalt’ sesinin geldiği (ifadelerden silah kuran şahsın Bülent Kaya olduğu değerlendirilmiştir) Bülent Kaya’nın bu sırada iki elinin de aşağıda olduğu, kollarını yukarı kaldırmadığı, video açısında herhangi bir silah görülmediği, video açısında arbedenin yaşandığı kameranın sürekli hareket ettiği, yüzlerin seçilmediği anda kamera açısında olmayan erkek sesi olan bir şahsın ‘a… k ha’ dediği,  kamera açısında olmayan bayan ve erkeklerin ‘halka silah mı çekiyorsun sen, sen halka silah çekiyorsun, ismin ne senin’ şeklinde konuşmaların geçtiği…”

“Eren Yıldırım’ın annesi S.Y.’nin telefonundan: silah doldurtma boşaltma sesinden sonra tespit edilemeyen erkek şahsın ‘ a. k..ha  bana mı sıkacaksın?’ dediği, Eren Yıldırım olduğu değerlendirilen şahsın ise ‘ya fetöcüsün, ya teröristin sen’ şeklinde söylemlerde bulunduğu tespit edilmiştir.”

Görüntülerin dökümünden yaşananlar ortada.

Eren Yıldırım ve ailesi, koruma polisinin silahını 17 yaşındaki kardeşinin göğsüne dayadığını da iddia ediyor. Olaya şahitlik eden başka tanıklar ise Kaymakam Oğuzhan Bingöl’ün de olay yerinde olduğunu, olayı yatıştırmaya çalıştığını söylüyor.

Peki yaşandığı iddia edilen fiziki saldırıyla ilgili savcılığın tespiti ne?

Yine iddianameden okuyalım: “Müşteki Bülent Kaya, Eren Yıldırım, D.İ. Y (Eren Yıldırım’ın 17 yaşındaki kardeşi) isimli şahısların, aralarında çıkan itiş kakış ve darp nedeniyle basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek şekilde yaralandıkları asli tıp raporlarıyla tespit edilmiştir.”

Basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek yaralama tıbbi değil, TCK’da geçen hukuki bir tabir. Kırık, iz, doku kaybı olmayan ancak mağdurun şikayeti üzerine soruşturulabilen, re’sen soruşturulamayan yaralamalar için kullanılıyor.

Peki ne kadarlık bir basit yaralanma bu?

Bunun için adli tıp raporuna bakmak gerekir.  Ama iddianamede darp ile ilgili adli tıp raporları nedense yok. Eren Yıldırım’ın avukatlarının iddiasına göre Adli Tıp raporunda koruma polisinin göğsünde değil iki kolunda, Eren Yıldırım’ın ise göğsünde ekimozlar tespit edilmiş. Ekimoz derken küçük morluklardan bahsediyoruz.

Yani günlerdir bahsedilen saldırı, iddianamedeki ifadesiyle “itiş, kakış”tan ibaretmiş.

Peki, sözlü itirazlarla başlayıp, itiş kakışla devam eden ve  Kaymakam’ın koruma polisinin silahını çıkarıp mermi sürmesiyle gerilimin yükseldiği olayla ilgili savcının suçlaması ne olmuş?

Savcı suçlama kısmına geçemeden önce “Sonuç kısmına geçmeden önce hatırlatmak gerekir ki” diye başlayarak iddianamelerde görülmeyen bir açıklama yapma gereği duymuş.

Açıklamada “sadece mahkemelerin değil, savcıların da delilleri değerlendirme yetkisi olduğu, yeterli şüphe olmadan kamu davası açılmaması gerektiği” gibi bir iddianameye neden konulduğu anlaşılmayan prensipler sıralanmış.

Bu hukuki ön peşrevin sebebi az sonra yapılan suçlamayla ilgili duyulan huzursuzluk olabilir.

Çünkü, böylesine basit bir olay için, bu delillerle yazılan iddianamede savcı tek suçlu olarak Eren Yıldırım’ı görmüş. 

Ona yöneltilen suçlamalar da şöyle:  ‘Göğüs kısmından sert biçimde vurarak koruma polisini basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralamak” ve “kaymakam ve korumasının bulunduğu yöne doğru ‘Teröristsiniz, fetöcüsünüz’ demek.

Halbuki aynı iddianamenin bir kaç paragraf yukarısında yaşanana itiş kakış denmiş, koruma polisiyle birlikte Eren Yıldırım ve kardeşinin de basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı söylenmiş, “terörist ve fetöcü” suçlamalarının koruma polisinin silahına mermi sürmesi üzerine Eren Yıldırım tarafından sadece polise yönelik olarak söylendiği bizzat savcı tarafından ifade edilmişti.

Yine iddianamede yer alan, bizzat koruma polisinin itiraf ettiği halka karşı silah çıkarma ve namluya mermi sürme de suçlamalar bölümünde kayboluvermiş.

Nihayet bu ilginç iddianameyi kabul eden mahkeme itiş kakıştan verilmiş tutuklama kararını kaldırarak Eren Yıldırım’ın tahliyesine ve tutuksuz yargılanmasına karar verdi.

Peki bu basit olayla ilgili edilmiş onca söze ne oldu?

PKK benzetmelerine, eşkıyalık laflarına, organize ve art niyetli saldırı iddialarına, kalabalık bir grup saldırdı diye verilen ifadelere, saldırganların suç dosyaları kabarık haberlerine, silah yoktu açıklamalarına?

Ya valiliğin iddianameyle cümle cümle yalanlanan ilk açıklaması?

Olay, 2020 yılında Adana’da iftar sonrası terlikle gezmeye çıkmış çekirdek bir ailenin devletin hikmetinden sual sormasıyla başına gelenler diye özetlenebilir.

Normalde bir tatsızlık, siyasi itiş kakış olarak o akşam orda kalabilecek basit bir olay, aile fertlerinden birinin muhalefet partisinin ilçe gençlik kolları başkanı olması ve olayın Van’daki terör saldırısına denk gelmesiyle siyaseten kullanışlı bulundu ve mahkemeler fikir değiştirip yeniden tutuklama kararları verdiler.

Ama siyaseten kullanışlı bulunması dışında bu olay uzun süredir devleti yükselen bir refleksinin görünür olduğu son bir örnek.

Devlet kurumları uzun süredir, vatandaşlara karşı hak ihlallerinde ilk refleks olarak savunmaya geçiyor.

Vatandaşın hakkının ihlal edilip edilmediğiyle ilgili bir şüphe payına yer vermeden, “Soruşturma başlatılmıştır” deyip geçmeden ilk elde ettiği bilgiler ve delillerle kendi memurunu veya kurumunu korumaya ve savunmaya çalışıyor.

Bunun yaparken kendini mahkemelerin yerine koyup, suçlamalarda bulunuyor.

En son örneği Diyarbakır’daki işkence iddiasını düşündüren fotoğrafla ilgili bakan yardımcısının yaptığı ve o fotoğrafın neden çekildiği ve nasıl bir milletvekili danışmanına servis edildiği sorusunu geçiştiren “millet düşmanlarının manipülasyonları durmuyor” açıklaması.

Halkın hadimi, halka hizmet için var olan devlet yerini varlığını kimseye borçlu olmayan, kendi raison d’etat’sı kendi hikmet-i hükümeti bulunan, hikmetinden de sual sordurmayan bir devlete bırakıyor.

İktidar sahiplerinden bu mesajı alan devletin memurlarının, kolluk güçlerinin artık kendilerini hesap veren değil hesap soran makamında hissetmesi, hukuka değil, yöneticilerine bağlılık duyması, karşılaştıkları suçlamalar karşısında ilk reflekslerinin savunmaya geçmek olması o yüzden şaşırtıcı değil.

Böyle bir devletin karşısında Yüreğirli muhalif bir ailenin ne hükmü olabilir ki!

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışından devleti yaşat ki devlet yaşasın doğru yapısal bir zihniyet dönüşümü yaşanıyor.

Bu zihniyet dönüşümünün sonuçlarını hak ihlalleri ve hukuk karşısında sorumsuzluk olarak yaşamaya maalesef devam edeceğiz….

- Advertisment -