Ana SayfaYazarlarSuriye’de niçin seyirciyiz?

Suriye’de niçin seyirciyiz?

Seçim atmosferi siyasi enerjinin ‘içeriye’ yoğunlaşmasına neden olurken, Suriye’de önemli bir gelişme yaşandı. Ülkenin güneybatısında, İsrail sınırı civarında Esad güçlerinin operasyon yapması konusunda Rusya ve İsrail anlaştı. Böylece Rusya Suriye’deki muhtemel yeni düzenin ve dengelerin taşlarını döşemeye devam etmiş oldu. Operasyonda İran güçlerinin müdahil olmamasına yönelik karar ise İran tarafından kabullenilmiş gözüküyor. Nitekim İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri ‘teröristlerin temizlenmesi’ ve ‘bölgenin Suriye ordusunun kontrolüne girmesi’ çabalarını desteklediklerini açıkladı. Şaşırtıcı değil… Çünkü bir, ‘terörist’ denenlerin hepsi nihayette Sünni ve bu tanım ne kadar geniş tutulursa İran’ın o kadar işine geliyor. İki, ülkede askeri hakimiyetin bu etapta rejimin eline geçmesi de İran’ın hedeflerinden biri. Bu sayede Esad’ın güçleneceğini ve onsuz bir rejim değişikliğine gidilmesinin mümkün olmayacağını biliyor.      

 

                                                  ***

 

Kritik nokta ABD’nin bu gelişmeyi nasıl karşılayacağı… Eğer ABD Rusya/İsrail anlaşmasını onaylayacak ise, Suriye/Ürün sınırındaki Tanf kasabasında bulunan ABD üssünün de Suriye ordusuna devredilmesi gerekebilecek. Öte yandan askeri açıdan bakıldığında üs devri, Suriye’den çekilme olanaklarını kollayan bir ABD için önemli bir handikap olmayabilir. Hele bu devir İsrail tarafından da teşvik edilmekteyse…

 

ABD açısından asıl mesele, Tanf kasabasındaki üssün Suriye ordusuna devredilmesinin, tam da İran’ın beklediği üzere, Esad rejiminin kabulü anlamına geleceği ve onu meşrulaştıracağıdır. Oysa henüz kısa bir süre önce ABD, söz konusu bölgede operasyona yeltendiği takdirde rejim güçlerini vuracağını söylüyordu.

 

Ancak şu an için gerçekçi gözüken ihtimal ABD’nin bu anlaşmayı onaylaması ve askeri üssü belirli bir zaman aralığında ve ‘usulüne göre’ devretmesi. Çünkü Esad’ın içinde yer almadığı hiçbir çözüm olanağı gözükmüyor ve ABD’nin de bunu kotaracak ne vizyonu ne de iradesi bulunuyor. Diğer taraftan ABD’yi bu anlaşmaya ‘evet’ demeye itecek bir gelişme daha yaşanmakta. Esad ile PYD Deyrizor’da çıkarılmakta olan ham petrolün kullanımında anlaşmış durumdalar. Bu petrol Rejim’in rafinerilerinde işlenecek ve bir bölümü PYD yönetimine mazot olarak geri verilecek. Dolayısıyla ABD işbirliği yaptığı PYD üzerinden zaten Esad rejimi ile ve onu güçlendirecek şekilde temasta. Bunun anlamı bir yandan Esad’sız bir çözüm arayışının gerçeklerle uyuşmadığı, diğer yandan da PYD’yi aktörleştirmek istiyorsa ABD’nin bunu Esad’ı kabullenerek gerçekleştirebileceğidir.

 

Gelelim işin bizi ilgilendiren veçhesine… Acaba Türkiye bu anlaşmaya ne diyor? ‘Ortağımız’ görünen Rusya ve İran bu gelişmeyi sahiplenirken itiraz alternatifi herhalde yok. Ancak ortada anlatılmayan bir hikâye daha var… Suriye’nin güneyine ilişkin söz konusu anlaşma kuzey kesiminde bir simetrik duruma işaret etmiyor. Diğer deyişle güneyde Esad’ın ‘teröristlere’ karşı operasyonuna karşı, örneğin kuzeyde de Türkiye ya da Özgür Suriye Ordusu bir hareket alanı kazanmış değil. Yani bir yetki paylaşımından söz edemiyoruz. Esad rejiminin tek taraflı olarak güçleneceği ve bu gücünü ülkenin diğer bölgelerine doğru genişletmekten çekinmeyeceği bir eşiğin geçilmesini hep birlikte seyrediyoruz.

 

                                                         ***

 

Kısacası Sünni muhalefetin etkisiz kaldığı, hiçbir yarar sağlayamadığı, aksine gelecekte daha zayıflamasına neden olacak bir sürecin içindeyiz. Türkiye’nin bir an önce bu anlaşmanın daha geniş bir zemine oturtulması ve güçler arasındaki dengeleri muhalefet aleyhine bozmayacak şekilde kotarılması için ağırlığını koyması lazım.

 

Bu ise şu anki konjonktürde ABD’yi ikna ederek birlikte davranmayı gerektiriyor. Ama aynı ABD PYD’yi desteklediğine göre, bu tür bir hamle genişlemesi yapıldığında PYD’nin de meşrulaşmasını istemesi şaşırtıcı olmayacaktır…

 

Böylece Suriye ikileminin ‘özünü’ bir kez daha yaşıyoruz… PYD’nin içinde olduğu bir çözüme ‘hayır’ dediği sürece, Türkiye’nin Sünni Araplara gerçekten, yani uzun vadede kalıcı bir ‘hayrının’ dokunması pek mümkün gözükmüyor.

- Advertisment -