Ana SayfaYazarlarSuriye’deki Türkiye

Suriye’deki Türkiye

Sınırlarının ötesine genelde mesafeli bir bakışı olan Türkiye’nin son iki yılda ‘Misak-ı Millici’ kesilmesi ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Ancak Kürt meselesinin çözülemediği bir ortamda bunun ilave iki nedeni var. MHP ve ulusalcılarla devletçi bir koalisyona doğru kayılması ve Suriye’de ‘gerekli’ görülen askeri harekata taban desteği sağlanması… Birçoklarının zihninde Musul ve Kerkük’ü ‘bir gün’ yeniden fethetmek gibi bir hayal olabilir. Ama bunu dış politikada ana ideolojik söylem olarak öne sürmek şartların getirdiği bir durum.

 

                                                                      ***

 

Arap Baharı kısa yükselişini yaşarken, Türkiye’nin böyle bir söylemi yoktu. Müslüman alemin liderliğini üstlenme tasavvurunu yansıtan bir ahlaki kalkışma dili geçerliydi. Hayaller bir yana, Türkiye o süreçte doğru bir siyaset izledi. Adaletten ve özgürlüklerden yana oldu, baskıcı zalim bir rejimi değil ona karşı çıkan halkın talep ve iradesini destekledi. Aynen Avrupa ülkeleri ve ABD gibi… O dönem Türkiye yalnız değildi ve evrensel doğruları savunan saygın bir Müslüman ülke olarak itibar görüyordu.

 

Ancak iki olay bu olumlu konumu değiştirdi. Arap Baharı Esat-İran-Rusya üçlüsünün manipülasyonları sayesinde itibarsızlaştırılıp bastırıldı. Diğer ülkeler ‘gerçekçi’ davranıp Suriye’deki değişimin kısa vadede olamayacağını görürken, Türkiye pozisyonunun içerdiği ahlaki normları çiğneme kaygısıyla bu adımı atamadı. ‘Katil’ dediği Esat’a yeniden ‘nötr’ bakmayı kendisine yediremedi. Belki de Arap Baharı’nın dünyası o denli çekiciydi ki, iktidar o dünyanın bittiğini içselleştirmekte zorlandı…

 

İkinci olay IŞİD’in sahneye çıkışı oldu. Türkiye’nin en önemli partneri ABD için esas tehdit buydu ve Türkiye’den ‘gereğini yapması’ beklendi. Türkiye’nin tek başına hiçbir şey yapmayacağı belli olunca, ABD işi yapacak bir taşeron aradı ve PYD’yi buldu.

 

Bu gelişme Türkiye’nin iç dünyasındaki asıl tehdit algısını uyandırdı. Kendi sınırında bir PKK devletinin kurulma ihtimali her türlü demokratik çözüm fikrinin kenara konmasına neden oldu. Türkiye uzun süre neyi istemediğini tam olarak söyleyemedi. Giderek bağımsız devlete değil, PYD kontrolünde çoğulcu bir bölgesel idare birimine, hatta Kürtlerin yönetimde olduğu her türlü özerkliğe karşı bir konum aldı. Barzani’nin referandumuna verilen duygusal tepki, sürecin yönetilememesi ve IKBY’nin İran/Rusya eksenine yanaşmak zorunda kalması bu siyasetsizliğin sonucuydu. Bugün Türkiye PYD’ye karşı Afrin harekatını yapıyor ve PKK’nın ezeli rakibi olan Barzani’nin IKBY’si bu harekatı kınıyor…

 

Öncesinde Fırat Kalkanı ile Türkiye Suriye’de bizzat var olmak zorunda kalmış ama o bataklığa saplanmak istememişti. Özgür Suriye Ordusu bu duruma tam çare olamadı. Hem ÖSO Sünni Arap muhalefetin askeri açıdan zayıf kısmını temsil ettiği için, hem de Türkiye’nin muhalefete karşı ataerkil ve hiyerarşik tutumu nedeniyle. Asıl önemlisi Türkiye Suriye’de yerel güçlere dayanan ve kendisini idame ettirebilen bir yaşama modeli kuramadı…

 

Ardından İdlib’e girmeye talip olundu ama bunun bir tuzak olduğu anlaşılamadı… Rusya/İran ilk etapta Türkiye’yi El Nusra ve onun Sünni ortakları ile karşı karşıya getirdiler. Şimdi Rusya destekli Esat’ın klor gazlı bombalarına karşı çıktığında da, Türkiye’yi El Nusra’ya destek veriyor gibi gösteriyorlar.

 

                                                                     ***

 

Başarı gibi gözüken Astana/Soçi sürecinin de son toplantı ile nereye geldiği herkesin malumu. Esat rejimi Rusya’nın koruması altında istihbarat teşkilatı eksenli sahte bir meclis oluşturuyor, Sünni muhalefeti temsil eden Türkiye ise bu duruma ağzını açamıyor… Toprakları asıl sahiplerine iade etmekten söz ediyoruz ama aslında Esat’a teslim ediyoruz.

 

Başa dönersek, kritik konunun Suriye, Esat veya Sünniler değil, PYD ve oradan giderek Kürtler olduğu görülüyor. Sünniler iktidarın hayalini süslüyor ama Kürtler korkusunu tetikliyor ve milliyetçi/devletçi atmosferde korkunun gerçekliği hayali bastırıyor… Korkuyu temel dürtü olarak yaşamanın zorluğu karşısında da Misak-ı Milli’ye sığınarak denkleme bir miktar hayal eklemiş oluyoruz…  

- Advertisment -