Ana SayfaYazarlarAnkara servisler saldırısı - II

Ankara servisler saldırısı – II

 

Ankara saldırısının PYD ve PKK unsurlarının ortak bir çalışmasıyla gerçekleştirildiğini, yetkililerin açıklamalarından biliyoruz.

 

Artık resmi açıklamalara güvenilmeyen zamanlarda değiliz ve olayda dahli olanlardan 21 kişinin tutuklandığı, bunların hepsinin siyasi bağlantısı olan kişiler olmadığı (tahminen, çalıntı araç ve sahte plaka temininde parmağı olanlar olduğu) da açıklamalar arasında.

 

PKK’nın genellikle infial uyandırıcı ve sivilleri hedef alan eylemlerini üstlenmek için kullandığı TAK örgütü, eylemi bir miktar gecikmeli de olsa üstlendi, ancak inandırıcı bulunmadı.

Bunda, TAK’ın, acemice düzenlenmiş bir fotomontaja başvurması yanında, resmi makamların ısrarla PYD’yi vurgulamasının da payı var.

Ve zaten çoğu kişi için, katliamın altındaki imzanın PYD, PKK veya TAK’a ait olması da bir şey ifade etmiyor.

Sonuçta bunlar, toplum nezdinde, aynı örgütün farklı bölge ve durumlar için kullandığı farklı isimlerden ibaret.

Ancak bu algı tam doğru değil.

PYD Suriye için ve bizzat PKK tarafından kurulmuş olsa da, netice itibariyle, varoluş ve eylem alanlarının coğrafi özelliklerinden, kurduğu ittifaklara; çatıştığı ve işbirliği yaptığı örgütlerden, savaş yetenekleri ve taktiklerine kadar uzanan farklılıklar gösteriyor.

Ve bu farklılıkların, iki örgütün kendine ait bölgelerde ortak karşıt Türkiye devleti ile olan ilişkilerinin ayrı dinamikler etkisinde şekillenmesiyle arttığını söylemek mümkün.

 

Suriye’de durum çatışmalı bir sürece dönüştüğünde, bölgede siyasi varlığı olan hemen her grup elde silah kendi bölgesinin hakimiyeti için mücadeleye ve birbiriyle çatışmaya başladığında, PYD’nin yaklaşık üç bini Türkiye’den getirilmiş beş bin silahlı milisi bulunuyordu.

 

Türkiye tarafındaki Kürtlerden gelen ve gelebilecek destekle birlikte, Esad’ın akıllı bir manevrayla belli bölgeleri PYD’ye bırakması ve işbirliğini örgütleyip mali destek dahi sağlaması, örgütü hayallerinin ötesinde güçlendirdi.

 

PKK ideolojisinin Stalinist tandanslı kimliğinin çoktan çevreci, cinsel eşitlikçi, yerelcilik kılığında bölge hakimiyetçi bir çorbaya dönmeye başladığı zamanlarda oluşan bu durum, Suriye’deki hakimiyet bölgelerinde ideolojik dönüşümü hızlandırdı ve nüanslar itibariyle neredeyse PYD’yi, PKK’nın da ilerisine taşıdı.

 

Ancak bu “ideolojik dönüşüm” veya bu “sosyalizmden sapma”, Türkiye sınırlarının hemen dışındaki ve kolaylıkla geçiş yapılabilen PYD hakimiyet bölgelerinin, Türkiye’de örgütlenen, silahlı mücadele saplantılı sol örgütlerin cazibe merkezi haline gelmesine hiçbir engel oluşturmadı.

 

Bu olgu, ideolojik seçimlerin ve bir benzerle olan nüansların, tümüyle hakimiyet alanı tesisine yönelik asli amaçların pragmatizminde bir önemi olmadığını gösteriyor. Karşı ucunda ise, “cihatçı” parantezinde toplanıveren sair Suriyeli direnişçiler karşısında ABD’nin teveccühüne ve askeri yardımına mazhar olmak duruyor.

 

Sözün kısası PYD, tümüyle pragmatik bir örgüt ve Suriye krizinin başından beri de bu karakteri üzerinden yürüyor.

 

PYD’nin bu özelliği elbette Türkiye hükümeti tarafından tespit edilmişti ve Başbakan Davutoğlu’nun da belirttiği gibi, zamanında Suriye Direnişi yanında saf tutmaya davet edilmişlerdi.

IŞİD’a karşı gerçekleştirdikleri Kobani savunması, Türkiye’nin silah ve cephane de içeren yardımını, ulaşım olanaklarını onlarla omuz omuza çarpışmaya gelen peşmergeye açmasını, hattâ bugün bazılarıyla savaştıkları ÖSO’nun da askeri desteğini almıştı.

 

Ancak bütün bunlar geride kaldı.

 

PYD (belki kendince haklı sebeplerden ötürü) seçtiği bu ortayolcu sürecin sonunda, Rusya’nın da savaş alanına inmesiyle tümüyle Esad/İran/Rusya tarafında konumlandı ve zaman ile koşullar onu bugün TSK topçusunun hedefine yerleştirdi.

 

Peki bu durum, yani seçtiği “taraf”, Türkiye ile halihazırdaki zıtlaşması, yetenekleri, çıkarları ve hepsinden önemlisi pragmatik siyasi karakteri ile uzak gelecekteki olası konumu hep birlikte düşünüldüğünde, PYD’yi, Ankara saldırısı gibi bir eylemi, bırakın düzenlemeyi, içinde olmaya dahi sürükleyebilir mi?

 

PKK dahi, son aylarda ve uğradığı masif yenilgi sonucu Türkiye’nin batısında ve sivil hedeflere karşı düzenlenecek eylemlere girişmeyi sürekli dile getirse de, geçmişte gerçekleştirmekten çekinmediği bu tür eylemlerden bugünkü koşullarda uzak duruyor.  Bu frenleyici koşullar onlardan da çok PYD için geçerliyken, bu soruya “evet” cevabı vermek zor.

 

Tahminen, TAK tarafından üstlenilen bu saldırı, son tahlilde ne TAK/PKK ve ne de PYD/YPG tarafından düzenlendi.

 

Her iki örgütün de yaklaştıkça daha çok etki alanına girdiği Suriye İstihbaratı ile onun ardında duran İran’ı, Ankara Servisler Saldırısı’nda olağan şüpheli olarak düşünmek daha akla yakın duruyor.

İhtimaldir ki saldırı, elbette PYD ve PKK unsurları kullanılarak, ancak bu iki örgütün de iradesinden bağımsız ve hattâ hilâfına gerçekleştirildi.

 

Saldırının birkaç saat sonrasında PKK lideri Cemil Bayık, “Bu eylemi kimler yapmıştır bilemiyoruz. Ama daha önce Kürdistan'daki katliamlara misilleme olarak bu tür tepki eylemleri yapanların olduğunu biliyoruz" deyip, saldırıyı onaylar ancak bilgisi olmadığını ima ederken, PYD lideri Salih Müslim, "Size garanti ederim ki YPG Türkiye'ye bir kurşun bile atmadı. Türkiye'yi düşman olarak görmüyorlar" açıklamasını yapıyordu.

 

Patlamadan iki gün sonra, Esad’ın danışmanı ve yönetimde özel bir ağırlığı olduğu söylenen Buseyna Şaban’dan ise, "YPG’ye Suriye Ordusu’ndaki bir birlik gözüyle bakıyoruz” açıklaması geldi.

 

Üç gün sonra ise İran Devrim Muhafızları Kara Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Muhammed Pakpur, anlamsız bir biçimde, PKK’nın geçmişte İran’daki varlığının nasıl yok edildiğini hatırlattı ve mealen “yanlış yaparsa PKK’yı vururuz” demeye getirdi.

 

Hemen saldırı sonrasında PKK ve PYD tarafından ve birkaç gün sonrası İran ile Suriye tarafından yapılan bütün bu açıklamalar, her ne kadar PKK ilk anda saldırıyı onaylar görünse de haberinin olmadığını; PYD’nin ise kendisini tümüyle olayın dışında tutmaya çalıştığını; ancak Suriye ve İran açıklamalarıyla gerek PKK ve gerekse PYD’nin hizaya çekilmeye çalışıldığını düşündürüyor.

 

Türkiye tarafı ise olasılıkla bunun farkında; ancak konjonktürel zorlamalar şimdilik durumun PYD aleyhine ve özellikle de ABD’nin PYD’ye olan desteğini kesmesi üzerine kullanılmasını gerektiriyor.

 

Son olarak bütün bunlar, (a) Avrupa’dan, içinde “uçuşa yasak bölge” imkânını mecburen barındıran bir güvenli bölgeye destek sesleri yükselirken; (b) ABD ve Rusya arasında varılan anlaşmayla, Suriye’de gerçek bir ateşkes ihtimali ufukta belirirken; ve ayrıca (c) PKK’nın Türkiye devleti karşısındaki askeri/siyasi/ahlâki kesin yenilgisi, özellikle de Kürt halkı nezdinde iyice belirginleşmeye başlamışken oluyor.

 

Tam da taşların tekrar oynayıp, yeniden ve belki de yeni yerlerine yerleşeceği bir zamanda…

 

- Advertisment -