Ana SayfaYazarlarNeredeyse bir cennet

Neredeyse bir cennet

 

Nasıl oldu bu?

Aklına, vicdanına, birikimine değer verilen, kendini defalarca kanıtlamış kişiler aklın bunca dışına, nasıl savruldular?

Nasıl oldu da, sırf AK Parti’nin karşısında pozisyon alabilmek adına, her gün yeni bir mesnetsiz iddianın peşinde, o daldan bir diğerine zıplayan akılsız maymunlara benzediler?

Neden dün hararetle destekleri, sahtelikleri daha dumanı üzerindeyken ortaya çıkan kanıtlara güvenip oluşturdukları savlarının çöküşüne aldırmadan, yazdıklarını tümden unutup, sarılacakları bir yeni ve benzerini bekler oldular?

Nasıl oluyor da bu çukurun içinden çıkmaya çalışmak yerine, akıllarını kürek yapmış, daha da derinleştirmek için aşağıya doğru kazıyorlar?

Nereye varacaklarını sanıyorlar?

Neden gözleri tümüyle kapandı?

Tahminen bu sorunun cevabı, tarihin beklenmeyen, gelişi önceden uyarı konusu yapılmamış, onların hiç alışık olmadıkları, birikimlerini ve düşünce sistematiklerini aşan bir virajı alıyor olmasında.

Viraja girildiğinde hayat onları, insanlıkla ilgili tüm umutlarını bir hedonist nihilizm bulutunda demlenmeye bırakmış, mızıldanırken yakaladı.

Güvendikleri dayanakların gerçeğe aslında oldukça gevşekçe tutturulduğunu ve hayatın artan hızına dayanamayacaklarını, ancak viraja girip savrulmaya başladığında anladıklarında da, artık çok geçti.

Şimdi kendilerini, bir zamanlar asla yanyana gelmeyi düşünmeyecekleri, küçümsedikleri ve tam karşısında konum aldıklarını sandıklarıyla yan yana aynı çukurda debelenir ve giderek sıkışır bulmuşken, gerçeğin başaşağı, çarpılmış bir versiyonunda düşerken, yükseldiklerini sanıyorlar.

Çöküşleri, fikirlerinin temelini oluşturan değerleri unutacak kadar çok ilerlediklerinde, amaçlar için kullanılan araçların o temel değerlere aykırılığını önemsememeyi seçtiklerinde, kendilerini toplum mühendisliğine teslim ettiklerinde başladı aslında.

Soru çalışmadıkları yerden geldiğinde, asıl aksiyomlarını çoktan unutmuş, onlar üzerine birer yığınak gibi kurulmuş derme çatma teorik şatolarında, etraflarında oluşturdukları bir küçük topluluğun iktidar merkezleri için itişip kakışmakla ömür tüketirken yakalandılar.

Aralarında toplumun bir kurgu tarih ile manuple edildiğini, algısının kuşaklar boyunca çarpıtılmış olduğunu bilenler, hatta bu konuda yazıp çizmiş olanlar bile kendilerini “mahallenin konforuna” bıraktılar.
 

İnsanlığın kadim birikiminden gelip yükselen yeni bir alternatifin varlığına dikkatlerini çevirmek yerine, ezberlerin “akademik sürekliliği” daha tercih edilebilir geldi onlara.

Böylece devrimciliklerini unutup aslında muhafazakarlığın en dibine, ezbere bir denizin sakin kumlarına yatıp öylece kalakaldılar.

Çoğunlukla fazla önemsenmeyen, komik, eğlenceli ve pek de fazla zararlı olmadığı düşünülen bir siyasi figürün, Necmettin Erbakan’ın arkasında kümelenmiş bir siyasi damarın entelektüel dikkatlerinden kaçmış olması, ülkenin dönemi koşullarında anlaşılabilir.

Aynı siyasi damar, tarihsel konjonktürde kendini Sol, Sosyalist, Demokrat, İlerici vb konumlandırmış aydınların, geçmişte neredeyse her kutuplaşmada karşısında yer almış da olabilir.

Ama dünya özellikle de 20, yüzyılın son çeyreğinde bunca büyük altüst oluşlar yaşamışken, bilinenler ve inanılanlar eksik ve yanlış, cennetler cehennem, ütopyalar tutukevi, kahramanlar katil çıkmışken, yüzleşmeler, özeleştiriler, yeniden ve en baştan başlamalar kendilerini böylesine dayatmışken,

Ve peki…

 
Diyelim ki bütün bunlarla başa çıkmak çok zorken,
Gerekeni layıkıyla yapması beklenen insanlar sinerjisizlikten bir türlü biraraya gelememişken,
Herkes içinde yuvarlandığı alacakaranlıktan çıkmanın yolunu kendi kendine aramaktan yorgun düşüp, köşesinde yuvarlanıp ezberlerine sarılırken,

Bunca körleşilmeli miydi?

AK Parti iktidarı 14. yılında.

Son 20-30 yılın getirdiği büyük dönüşümden, ister nasibini almış isterse almamış olsun, halâ neredeyse hiçbir aklın kendini kurtaramadığı bir dikotominin dayatması sonucu “sağ” etiketlenmiş bu iktidar boyunca Türkiye, büyük bir dönüşüm geçirdi.

Gözler sımsıkı yumulmuş, mahalleden gelenler hariç hiçbir sese kulak verilmiyor, çıkan çatlak bir ses kırk takla atılarak susturulup uzaklaştırılıyor olsa da gerçek açıkça ortada.

Ekonomi, Sosyal Devlet, Hak ve Özgürlükler ve diğerlerinden başka özellikle de siyasi söylem-eylem alanında, şimdiye kadar yanından bile geçilmemiş bir özgürlük alanı açılmış durumdayken Muhalif Argumanlar Grubu, ya kerameti kendilerinden menkul bir “faşizm” ya da duruma göre “diktatörlük”e değişen bir karanlık etrafındaki sabit yörüngesinden atışlar yapıyor.

Hiç gelmeyen bir faşizm bu.

14 yıldır kendilerine ayna tuttuğundan tokadını yedikleri bir Erdoğan söyleminden, zar zor geçirilen ama savaş koşullarında bile hakkıyla uygulanamayan bir iç güvenlik yasasından, HES yapımından, milli savunma ataklarına her fırsatta ve “bozuntusu”ndan “yeni türde”sine diktatörlük söylemlerinin bıktırıcılığında, hep “işte artık geliyor” denen ama bir türlü gelmeyen bir faşizm bu.

Gelmesi hararetle isteniyor, zira aksi durumda yürütülmekte olan arkaik anti-faşist mücadele, bir beyhude “karartma” olarak ortada kalıverecek.

Geçmişte çekilen devrimci acıların anıları, kabak tadı vermiş bir edebi silah biçiminde çalıştırılıp gençlerin kaynayan kanı zehirlenemeyecek.

Üniversiteler politize edilemeyecek, “bunu aslında yakan Erdoğan” denilerek yakılan kutuplaştırma ateşleri etrafında toplanıp türküler söylenmeyecek, vesaire…

Haksızlık etmemek gerek.

Entelektuel namusunu 3.30’a satmamış birkaç kişi biraz dayanmadı değil.
Açıkça ortada olanı, mahallenin baskısına ellerinden geldiğince direnerek işaretlediler.
Dönüşümün dinamiklerini anlamaya ve hatta neredeyse açıklayıp anlatmaya başlamak için gerekli çalışmaları yapmaya karar vermenin hissiyle (en azından sabah kalktıklarında, kahvaltı sonrası 45 dakika kadar) doldukları da oldu hatta…

Ama yapmadılar ve önceden görür olduklarını da sonradan unuttular.

“Gezi” onlar için bir fırsat oldu.

Dünyaları yine birden, kitlelerin üzerine ateş açan dayakçı işkenceci polisler, sokakları büyük kitleler halinde esir alan hükümet yanlısı eli palalı paramiliterler, olmayan yasaklar, baskılar, sansürlerle doluverdi.

Böylece bu gerçekten zor, sadece teamüller ötesi değil aynı zamanda da yalnızlaştırıcı düşünsel dönüşümle boğuşmaktan kaçmanın fırsatını buldular.
Ezberlerine, mahallelerine, “yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle”lerine geri döndüler.

O kadar ki, bu dönüşlerinin sonradan ve sıkıştıklarında gerekçesi olarak kullanacakları “yolsuzluk” sopasının sapına sıkıca sarılıp, o sopanın yontucusunu hiç umursamayacak kadar kapadılar gözlerini.

Hrant Dink’lerinin katilleriyle yattılar,
80 yıllık Faşist Cumhuriyetin CHP’siyle kalktılar.
Kafatasçı varoluş dükkanını borç harç kanla açık tutmaya çalışan MHP’nin kararına,
Onlarca yıllık mücadelesiyle kitleselleşmiş Kürt iradesini, aldıkları ihale ve kişisel çıkarları doğrultusunda kanalize eden bir grup savaş ağasının kıyıcılığına yaslandılar.

Yasamaya, yargıya, yürütmeye, eğitime, bilime, medyaya, finansa, kısacası ülke için yaşamsal önemi olan her yere her türlü dalevereyi çevirerek sızmış, dünya ölçeğinde eşi benzeri olmayan bir örgütlenmeyi görmezden gelip, servis ettiği oyuncaklarla oyalanmaya başladıkları zaman artık, bataklıkları çıkamayacakları kadar derinleşmişti.

Sonunda kendilerini, (bakmayı bilen hiçkimse için gizli olmayan ama gizlenen bir ajanda doğrultusunda) Kürt halkını ve kazanımlarını ateşe atmaktan çekinmeyen, barışa, insan hak ve onuruna, aklına, kurşun sıkmaktan çekinmeyen bir grup katili savunan akıldışı bildiriler imzalarken buldular.

Tek ümitleri şu artık;

Bunca beşbenzemez çukur, hep birlikte dayanır da AK Parti Hükümeti’ni yıkarlarsa, o yıkımın altında kalacakları, yıkımdan sonra çıkacak kıyımda akacak kanı, kaybedilecek tüm kazanımları umursamadan, kendiliklerinden ve hep haklı oldukları o geçmişe geri dönmek.

O zaman bütün defterler temize çekilecek.

Örneğin; “AK Parti Hükümeti IŞİD’i destekledi mi desteklemedi mi?” tartışmasının, artık hiçbir önemi kalmayacak.
Herşey, bütün yanlışlar, yalanlar, hatalar unutulacak.

Gerçek, sadece o 1128 “araştırmacı ve akademisyen”in baktığı yerden görülebilenden ibaret olacak.

Bütün kurbağalar aynı kuyunun dibinde, aynı kuyunun ağzınca sınırlanan o aynı gökyüzüne bakar hale gelince de iş tamamlanacak.

Neredeyse bir cennet…

 

- Advertisment -