Ana SayfaYazarlarKaybedilen sadece Büyük Şehirler mi

Kaybedilen sadece Büyük Şehirler mi

 

Partilerin, adayların ne kadar oy topladığı; bunun nasıl bir siyasal/toplumsal tabloyu yansıttığı elbette çok önemli ve zaten seçimler bunun anlaşılması için yapılır. Ama bazen seçimler, rakamsal sonuçlarının da üstünde bilgi verir topluma.

 

 Bu seçimlerin sayımla birlikte başlayan süreçte sahnede izlediğimiz tutumlarla bir hayli öğretici olduğu kanısındayım. Partiler de insanlar gibiler bir bakıma. Biz onları, kendileri hakkında söyledikleri sözlerden, yakıştırdıkları nitelemelerden tanıyamayız. Sınavlar, davranışlar üzerinden yaşanır…

 

Kestirmeden söyleyeyim: AKP’nin bir ahlaki bocalama içinden geçtiğini düşünüyorum. Beklemedikleri bir durumdu ve refleksleri ne yazık ki kötü çalıştı.

 

Neyi kastediyorum?

 

Hayır, elbette itiraz yollarını kullanıyor olmalarını değil. Altını çizerek belirteyim İstanbul için söylüyorum : Bu kadar az bir farkla seçim kaybetmiş bir partinin seçim verilerini didik didik etmesinden, bulduğu hatayı ya da lehine olabilecek bir ihtimali itiraz mercilerinin önüne getirmesinden daha doğal bir tutum olamaz. Bunun yadırganacak, eleştirilecek bir tarafı yok. Burada, demokrasiye saygı duyanların beklentisi, itiraz edilmemesi değil; yapılan itirazların hakemlik sorumluluğu üstlenmiş kurullar tarafından dürüstçe incelenip, hukuka, önceki içtihatlara uygun olarak karara bağlanması olmalıdır. Adil davranılmasıdır olması gereken.

 

 Evet, ahlaki sarsıntı itirazın kendisinde değildir.

 

 Sorun o gece sayım verilerinin akışıyla başlamıştır ve tanık olduğumuz durum haber alma hakkının bunu üstlenmiş bir kurum eliyle gaspından başka bir şey değildir. Devlet bütçesiyle çalışan bir haber ajansından veri akışının birdenbire kesilmesi her türlü kuşkuyu davet eden sıra dışı bir durumdur. Bunun inandırıcı bir açıklaması bugüne kadar yapılmış da değildir. O dakikaya kadar sandıklardan olağanüstü bir hızla akan İstanbul verilerinin, (aradaki farkın hızla azalıp 4000’lere indiği andan itibaren) artık sahadan ajansa ulaşmadığı açıklamasına aşağıda döneceğim.

 

Akla gelen soruları sıralayabiliriz: 1) Bu veri akışının kesilmesine kim karar vermiştir? Ajansın genel müdürü mü?  2) Eğer öyleyse, kimseden bir uyarı ya da talimat almaksızın hangi cesaretle bunu yapabilmiştir? 3) Bir uyarı almışsa, kimden almıştır? 4)Veri akışını kesme işini kendi inisiyatifi ile yapmışsa bunu hangi nedenle yapmıştır? 5) Peki bu veri akışının kesilmesinden sonra AKP yetkilileri ve Binali Yıldırım bu kesintinin sebeplerini merak edip ajans yetkililerine sormamışlar mıdır? 6) Sormuşlarsa (ki herhalde sormaları beklenir) ne cevap almışlardır? Cevabını bilmediğimiz bu sorular burada dursun şimdilik.

 

“Ajansa sahadan veri girişinin kesildiği” açıklamasına dönelim…

 

Seçimlerin ertesi günü YSK başkanı Anadolu Ajansı’nın kendilerinin müşterisi olmadığını, verileri nereden aldığını bilemeyeceğini söyledi. Yine seçimlerden sonra gazetedeki köşesinde Kemal Öztürk, Anadolu Ajansı’nın seçimler için oluşturduğu veri ağının tarihçesini yazdı. Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk aynı zamanda Anadolu Ajansı’nın eski genel müdürü. Ajansın seçimlerde veri akış ağı oluşturması onun döneminde gerçekleşiyor. 2014 seçimlerine giderken böyle bir sistem bulunmuyor Anadolu Ajansında. O tarihe kadar bu işi Fethullah örgütlenmesi olan Cihan Haber Ajansı yapıyor. Hatırlanacağı gibi 17-25 Aralık polis/yargı darbesinin ardından 2014 Mart’ında yerel seçimlere gidildi ve o seçimlerin sonucu son derece önemliydi. İktidar, devleti işgal etmiş bir karanlık örgütle mücadele ediyordu ve seçim sonuçlarıyla ilgili haber ağının bu örgüte bırakılması düşünülemezdi. A.A. bu gerekçeyle yeniden bu işlev için organize edildi, teknik alt yapısı oluşturuldu ve seçimlerde başarıyla iş gördü.

 

Bugün de seçim bilgilerini kamuoyuna aktaran ajans işte o tarihte oluşturulan sistemi kullanıyor. Yani iktidar partisinin inisiyatifi ile kadroları, teknik yapısı, işleyişi organize edilen bir haber ağından söz ediyoruz.

 

O gün paralel örgüte karşı başarı sağlamış. Peki, bugün nasıl işliyor acaba? O kadrolar kime bağlı çalışıyorlar? Gerçekten Ajansın kendi legal hiyerarşisi içinde kendilerini o işleyişe tabi mi görüyorlar yoksa en azından bazı kritik köşelerde bulunanlar başka bir merci tarafından mı yönetiliyorlar? Çok mu şüpheci buldunuz? O halde yine başa dönelim: Ajans yetkilileri aradaki farkın 4.000’lere inmesiyle birlikte bıçak gibi kesilen veri akışını, “sahadan merkeze veri gelmiyordu” diye açıkladılar. Eğer bu doğruysa başta madde madde sorduğum soruların hepsini çöpe atabiliriz ve yerine çok daha ürkütücü başka bir soru koyabiliriz: Sahadan veri akışını kim engelledi? Türkiye’nin her köşesinden oluk oluk sonuç gelirken, her gelen veriden sonra Binali Yıldırım’ın eksildiği, İmamoğlu’nun arttığı ve aslında kazandığının gözüktüğü bir dakikadan itibaren neden sadece İstanbul’dan veri gelmez oldu? Devlet Ajansının içinde özel bir örgütlenme mi var? Varsa bunu kimler yönetiyor; kimler karar alıp çalışanlara emir veriyor ve bu emir uygulanıyor? Ajansın genel müdürü bu durumu soruşturuyor mu? Niyeti var mı? Yoksa yeni “dokunulmaz derin yapılar” dönemine mi girdik? Haber alma hakkını avcunun içinde tutan böyle bir yapı oluşmuşsa ve seçimler kaybedilirken devreye girebiliyorsa  “milli iradeye saygı” çağrılarına nasıl inanacağız?

 

Görüldüğü gibi bu seçimler adayların kaç oy aldıklarını çok aşan sorular yarattı.

 

Sormaya devam edeyim izninizle: Binali Yıldırım (kendisi siyasetin derin çemberinden geçmiş, bakanlık, başbakanlık, Meclis başkanlığı sorumlulukları üstlenmiş, şaşırtıcı potlarına tanık olmadığımız ve tek karar verici tarafından “İstanbul’u ancak o kazanabilir” diye düşünüldüğü anlaşılan, ağırlığı olan bir siyasetçi) rakibi ile oy farkı her gelen veriyle iyice azalmış ve her ne hikmetse ajanstan gelen veri akışı (üstte sorguladığımız üzere karanlık biçimde) kesilmişken çıktı kürsüye ve seçimi kazandığını ilan edebildi. Bu, Yıldırım’ın övünebileceği bir davranış mıdır? Bu, dillerden düşmeyen “milli iradeye” saygılı bir hamle midir? Sosyal medyada bazı yandaşlar tarafından ileri sürülen “İl Başkanınca yanıltıldığı” mazeretleri onu kurtarır mı? İl Başkanı ona ne demiş olursa olsun, “dur bakalım, veriler öyle göstermiyor, ne olduğunu bir anlayalım” nasıl olmuş da diyememiştir?

 

Peki ertesi gün bütün İstanbul’un “teşekkür” afişleriyle, “kazandık” pankartlarıyla donatılması, ahlaken onaylanabilecek bir tutum mudur?

 

Medyanın, seçimlerdeki resmi AKP propagandasının devamı olarak seçim sonuçlarını (yerel ölçekte hata veya  hile değil) incelikle düşünülüp planlanmış bir uluslararası komplo olarak sunması… Bu, zaten çoktan çürümüş ama nedense hala “medya” diye andığımız propaganda ağının böyle çalıştırılması, ahlaki arıza belirtisi değilse nedir?

 

Bu söylemin, propaganda ağıyla sınırlı kalmayıp, AKP’nin bu süreçte en görünür sözcülüğünü üstlenen Genel Başkan Yardımcısının bu seçimleri tarihin en şaibeli seçimi ilan etmesi; çok ince düşünülmüş bir planla karşı karşıya olduğumuzu öne sürmesi… Ahlaki bocalamayı göstermiyor mu?

 

Ankara’da kapanması imkânsız bir fark olmasına rağmen bütün ilçelerde itiraz edilmesini saymıyorum bile.

 

Kısacası AKP en demokratik hakkı olan, sonuçlara makul gerekçelerle itiraz yoluna gitmiyor. Bu hakkı kullanırken, önce “kazandık” bağırışıyla manipülasyona, ardından da “komplo” söylemine abanan, kışkırtıcı, yıkıcı bir kara propaganda yöntemi izliyor. Karar verecek kurullar üzerinde ağır bir baskı yaratmaya çalışıyor.

 

Bütün bu acayiplikler olurken İmamoğlu’nun kalkıp Ankara’ya gitmesini, Anıtkabir’i ziyaret edip defteri “başkan” sıfatıyla imzalamasını da yanlış buluyorum. Çok başarılı yürüttüğü bir kampanya izledik. Yeni siyaset tarzının habercisi olarak tanıştı Türkiye onunla. Henüz yerleşik bir imaja sahip değil. Kolay zedelenebilir…

 

İhtimal ki demode akıl hocaları başına üşüşmüşlerdir. İmamoğlu’nun tacizlere, hak gaspı tehditlerine karşı yaslanacağı kuvvet, halka seslenirken kullandığı kendi başarılı üslubudur. Anıtkabir gösterileri yanlış adrestir. Mazbatanın da acelesi yoktur. İş ki, itiraz süreci adil ve dürüst işlesin; hak edilmişse o mazbata alınır. Hak edildiği halde verilmezse bu da toplumun vicdanına yazılır ve yine sandıkta misliyle hesabı sorulur. Dünyanın sonu değildir yani…

 

Siyaset biraz da sabır işidir…

 

Fakat doğrusu; İmamoğlu’nun gösterdiği tepkiyle, AKP’nin (başkan adayından parti yöneticisine, TRT, Anadolu Ajansı gibi kamu kurumlarından kendi medya ağına kadar) bütün gövdesiyle tutturduğu yolu karşılaştırmak hiç adil olmaz… Veriler kesilmişken kürsüye fırlayıp zafer ilan edenlerin, ertesi gün İstanbul’u teşekkür pankartlarıyla donatanların, beğenmedikleri sonuçları uluslararası komployla açıklayanların İmamoğlu’nu mazbatayı almadan Anıtkabir’de başkanlık imzası attığı için eleştirmesi kime inandırıcı gelebilir ki katı taraftarlar dışında?   

 

AKP açısından bu seçimin sonucu sadece büyük illerin kaybedilmesi olmadı bence.

 

AKP, sadece kendi kazandığı seçimlere saygılı davrandığını düşündürtecek ne varsa hepsini yaptı.

 

AKP’nin yeni ve büyük kaybı budur…

 

 

             

              

           

- Advertisment -