Ana SayfaYazarlar'Güneş her gün yenidir'

‘Güneş her gün yenidir’

Gerçeklik, bir yerlerde sadece uzmanlar ya da bilim adamları tarafından keşfedilmeyi bekleyen bir şey değildir.

 

Gerçeklik, hiç kimsenin “objektif” olarak şahit olduğu ve belgelerle ispatlanan bir şey de değildir.

 

Gerçeklik dediğimiz şey, sürekli değişen, her ilişkide tazelenen, yenilenen, yeni şekiller alan anlardan ibarettir.

 

Hiç bir şey blok halinde, çevresinden ve ilişkilerinden yalıtılmış olarak kavranamaz.

 

İnsanlar, ülkeler, halklar, fikirler, uygulamalar, kurumlar da böyledir.

 

Tek ve değişmez bir blok gibi davranan İslam Dünyası olmadığı gibi, tek ve değişmez bir blok gibi davranan Batı Dünyası da yoktur. Tek, değişmez, çevresi ve ilişkilerinden yalıtılmış bir lider, politik parti ve halk olmadığı gibi.

 

Sürekli değişen, her girdiği ilişkide yenilenen, değişik formlar alan, değişik eğilimler gösteren yapıları “sabit” kabul etmek, bu sabitlerden denklem üretmek, çıkan sonucu ispat kabul etmek, sadece soyut bir disiplin olan matematikte mümkündür. 

 

Matematiğin tüm önermeleri analitiktir. Çıkan sonuçlar, denklemi kurarken yola çıktığınız kabullere bağlıdır.

 

Matematik “bilimlerin kraliçesi” olarak düşünülmüştür. 20. yüzyıla kadar her bilim, her disiplin matematiğe özenmiştir. Matematiğin sabit katsayılarına, apaçık mantığına, tartışma götürmez sonuçlarına, kesinliğine.

 

Aynı heves günlük yaşamda da vardır. Tartışmalarda, haklı olduğumuzu ispatlamanın kısa ve en kolay yoludur: “İki kere iki dört.” Bu müthiş, su götürmez kesinlikte, apaçık ispattan sonra, herkesin susup doğruyu kabul etmesini, yani fikrimize biat etmesini bekleriz.

 

Burada bir ispat yoktur. Herhangi bir açıklık da. Açık olan tek şey, bizim 2 dediğimiz bir sembol uydurmamız ve 2 tane 2’nin arasına çarpı işareti koyduğumuzda eşittir’den sonraki sonucun 4 olduğunu kabul etmemizdir.

 

Böylece kabul ettiğimiz değerler ve tanımladığımız bir fonksiyon sonrasında, “ispatlanmış” kabul edeceğimiz, bir sonuç elde ederiz.

 

Tersten düşünürsek, ispatlanmış bir sonuç elde etmek için, değerleri istediğimiz gibi kabul etmek ve fonksiyonu da istediğimiz gibi tanımlamak yeterlidir.

 

“Paralel doğrular kesişmez” yakışıklı bir cümledir. Ama biraz daha dikkatle bakarsak bir kelime oyunundan başka bir şey değildir. Paralel olmak, kesişmez olmakla aynı şeydir. İki doğrunun kesişmemesi sadece doğruların paralel olmasıyla mümkündür. Ya da iki doğrunun paralel olması, doğruların kesişmemesi durumunda mümkün olur.  Cümleyi tekrar kurarsak “Kesişmez doğrular kesişmez” ya da “paralel doğrular paraleldir” de diyebiliriz. Bu bir kabuldur. İki doğruyu sonsuza kadar uzatarak gözleme şansına sahip olsak bir yerlerde kesişeceğini tahmin edebiliriz. Ama o zaman bazı hesapları yapmak, istediğimiz sonuçları çıkarmak imkansız hale gelir. Bu yüzden bazı şeyleri sabit ve değişmez olarak düşünerek istediğimiz sonuçları çıkaracak denklemler kurarız.

 

Matematiğin kesinliği, kullandığı parametreleri değişmez kabul etmesinden gelir. Aynı denklemleri değişkenlerle, her an değişebilen parametrelerle kurarsak sonuçlar kesinlikle değil olasılıklarla ifade edilir.

 

İnsan buna dayanamaz. Hayatın akışkanlığına, sürekli değişim halinde olmasına, hiç bir şeyin kesin olmamasına, “mantıklı” olmamasına. Bu yüzden kendisine yaşamak için değişmezler, kesinlikler, formüller, mantıklar bulur.

 

İnsanın bu eğiliminin tarihteki ilk sonucu dindir. Yüzyıllar sonra Bilim benzeri bir işlev üstlenmiştir: Değişmez kabul edilen bir yerden yola çıkarak istenilen sonuca ulaşmak.

 

Olanı, olmakta olanı, o an yaşananı kabul edemeyen insanın, kendi kabullerinden yola çıkarak yarattığı bir “olması gereken”in peşinden koşmasının öyküsüdür, insanlık tarihi.

 

Olmasını istediği şeye “olması gereken” diye bilimsel ya da ilahi bir içerik kazandırır.  İstediği sonucun çıkması için değişmezler tanımlar, denklemler kurar.

 

Normal, Objektif, Ortak Akıl, Sağduyu, Aklıselim, Ahlak, İyi, Kötü ve benzeri tanımlar aynı eğilimin sonucudur.

 

Matematik olması gerekenin, ispatın, kabul ettirmenin, kesinliğin disiplinidir. Tartışmalara, polemiklere rengini vermesi bundandır.

 

“Değişmezler” icat ederek, ispat, kabul ettirme, kesinlik derdinden kurtulsak ne olur?

 

Kullandığımız dil değişir.

 

Gerçeklik, ispatlanabilen bir şey olmaktan çıkar. O an olmakta olan, bir sonraki an değişen, ilişkiye girdiği şeye göre yeni bir form alan bir potansiyel ve olasılıklar sonsuzluğu haline gelir.

 

Kendimizi tatmin etmek için “değişmezler” icat etmekten kurtuluruz.

 

Liboş, Dönek, Satılmış, Hain gibi nitelemeler yapmazsınız.

 

Üç dönem arka arkaya halkoyu ile iktidara gelen bir partinin tüm yaptıklarına Kötü, o partiye oy verenlere de Cahil demezsiniz.

 

Her gün aleyhine yayın yapılabilen, küfredilebilen bir parti liderine Diktatör demezsiniz.

 

Şu ya da bu nedenle kendisine karşı gösteri yapan bir grubu tek ve değişmez bir bütün olarak değerlendirip “Bir kaç çapulcu” demezsiniz. 

 

Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz, oluşacak eğilimler, olasılıklar henüz belli olmadan, bir partiyi değişmez bir bütün olarak kabul edip “AKP ile koalisyon kurmam” demezsiniz.

 

Bir yandan halk iradesine saygı gösteriyorum derken, bir yandan halkoyuyla seçilmiş, her gün yan yana oturacağı milletvekilleri olan bir parti için “HDP’yi yok farz ediyorum” demezsiniz.

 

Bir terör eylemini, iktidarda istemedikleri bir siyasi partiye yükleyerek “Yapmadıysanız kanıtlayın” demezsiniz.

 

Fikirleri kimin hangi gazetede yazdığına bakarak değil, ne yazdığına, içinde bizim için ne olduğuna bakarak değerlendirirsiniz.

 

Düşünce dili biçimlendirdiği gibi, dil de düşünceyi biçimlendirir.

 

“Liboş” yerine liberal diyebilirsiniz.

 

“Diktatör” yerine, “Zaman zaman dikte eder gibi üslup kullanması beni rahatsız ediyor” diyebilirsiniz.

 

“13 yıldır iktidarda olan hükümetin benim yararıma yaptığı her şeyi destekliyorum. Bazı uygulamalarına ise karşıyım” diyebilirsiniz.

 

“Ağaçlara bu kadar düşkün olduğunuzu bilmiyordum. Gezi parkında her gün kitap okuduğunuzu da. Bu ağaçları kesmeyeceğiz. Buraya AVM değil kütüphane yapacağız. Aranızdan yakıp yıkanları ayıklayın. Sizinle görüşmek, çadırınızda misafir olmak istiyorum” diyebilirsiniz.

 

“Seçim sonuçları sonrasında tarihi sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Kırmızı çizgi ve ilkelerden değil, tüm Türkiye’nin isteklerinden hareket edeceğiz. Barış, ekonomik refah ve herkesin eşit olarak tanınması doğrultusunda hareket edecek her partiyle koalisyon yapabiliriz” diyebilirsiniz.

 

“Milletin seçtiği vekiller vardır, meclistedir. Her partiyle görüşebiliriz. Çünkü onlar yaşadığımız ülkenin bir bölümünü temsil ediyor. Ama anlaşamayabiliriz” diyebilirsiniz.

 

“Güney sınırımızda olan terör saldırıları konusunda daha çok bilgiye, açıklığa ihtiyacımız var. Görüşmek, kaygılarımızı iletmek, kamuoyu önünde bu konuyu tartışmak istiyoruz” diyebilirsiniz.

 

Kullandığımız dili değiştirebiliriz.

 

Etrafımızda “değişmez” bloklar yaratıp, onları aşağılayıcı bir dille suçlamak, kendimizi rahat ettirmekle ilgilidir.

 

Kabul ettiğimiz değerler ve değişmezlerle tanımladığımız fonksiyonlardan çıkan sonuçları gerçek sanmayalım.

 

“Güneş her gün yenidir” diyen Heraklitos’un Artemis tapınağına çekilip, çocuklarla aşık kemiği oynarken çevresinde toplanan Ephesoslulara “Ne bakıyorsunuz, böylesi aranıza katılıp politika yapmaktan daha iyi değil mi?” dediği söylenir.

- Advertisment -