Ana SayfaYazarlarHadi konuşalım...

Hadi konuşalım…

“Zizek hakkında konuşmamız lazım” başlığıyla yazmış Y. Oğur; Kısacık yazının başlığı kadar içeriği de kinayeli hatta kinayeden ibaret. Zizek’in “Türkiye Hakkında konuşmamız lazım” yazısına meydan okuyor. Okuyor da tıpkı Zizek’in de yapmadığı gibi, önerdiğini yapıp konuşmayı başlatmıyor. Zizek’in derdi Türkiye olmadığı gibi onunki de Zizek değil. Zizek’in problemi Türkiye değil, tüm sivil dünyanın infialle karşıladığı kesik kellelerle verdikleri pozları ve yüksek bina çatılarından attıkları eşcinsellerin düşme anındaki yüz ifadeleri fotoğraflarını sosyal medyada dolaştıran eylemleriyle Işid örgütü.

 

 

 

Psikopatolojik sınır aşımlarını canice jestlerle bütünleştirerek El Kaide’yi neredeyse sivil toplum örgütü, lideri Usame bin Ladin’i de merhum diplomata dönüştürme  kertesinde kıyaslamalı bir algı kaymasına neden olmuş bu örgütle mücadele konusunda kimsenin ciddi olmadığına takılmış, onunla uğraşıyor Slavoj Zizek.

Yazısını Türkçe yayınlayan site daha anlayışlı Oğur’dan; başlığına ve Türkiye’ye takılı kalmayıp bütününü özetlemiş: http://www.sozcu.com.tr/2015/kultur-sanat/zizek-yazdi-turkiye-hakkinda-konusmaliyiz-1005614/

New Statesman için yazan Zizek, makalesinde “Türkiye’nin IŞİD’e açıkça yardım ettiğini” savundu ve “geri kalan ülkelerin de IŞİD’le mücadelede ciddi olmadığını” ileri sürdü…” “Slovenyalı filozof Slavoj Zizek, IŞİD’le mücadele konusunda bir makale kaleme aldı."

 

 

Öte yandan Oğur’un problemi de Türkiye değil. Ortalama okur olarak biliriz ki reel-uluslararası-ilişkiler ve diplomasi haberciliği dilinde ülke adı geçtiğinde bir bütün olarak o toplum ya da herhangi bir kesimi değil, doğrudan doğruya ülkenin direksiyonundaki iktidar kastedilir; Rusya dendiğinde de Putin vd. kastedildiği gibi. Zizek’in kastı da zaten açıkça Erdoğan liderliğindeki iktidar. Ama sadece onunki değil,Oğur’unki de aynı yani tongaya basmış değil, kastederek savunuyor iktidarı. Zizek’i güvenilmez bir sitenin tuzağına düşmüş olmakla itham ederken, Hakan Fidan’a atfedilmiş bir siyasi demecin olanaksızlığından dem vuruyor. Yanlış haber, olmayacak şey değil tabii. Zizek haberin ve demecin doğruluğundan emin olamayacaktır hiçbir zaman da… Peki Oğur öyle bir demecin olmadığından nasıl emin oluyor? Kural basit; birşeyin yokluğu değil varlığı kanıtlanabilir. Zaten Zizek demecin varlığından eminim demiyor, referansıyla bir habere atıf yapıyor sadece. Dediğim gibi onun meselesi işid ve onunla mücadelenin yetersizliği. İktidar ve sözcüleri alınıp cevap yetiştirmekte sonuna kadar haklı olurdu. Ama Oğur niye bu sözcülüğü üstleniyor? Mesele orada. “Türkiye-IŞİD ilişkisi hakkındaki fasarynın en sefil örneklerinden biri.” diye nitelemiş Zizek’in yazısını. İstihbari kaynakların içinde olmayan bizler gibi bir sivil, iddia edilen ilişkinin fasarya olduğundan nasıl emin olur? Zaten istihbarat ağıyla yakınlık olduğunda bile, ilişkinin yokluğundan değil varlığından emin olunabilir. Üstelik hakkında polemiğe tutuşulan şahıs bizler gibi bir sivil değil, istihbari kaynakların seferber edildiği  bir kurumun düğüm noktasında duruyor. Birinin bir şeyi yapmadığını başkasının bilmesine imkan olmaması bir yana; yapılanı bilecek biri varsa o da Zizek ya da Oğur değil Fidan olurdu ancak, çünkü işi bu; başkalarının yaptıkları hakkındaki istihbarat birikmesini yönetmek. Dolayısıyla Oğur Fidan’ınkini değil, Fidan Oğur’unkini bilir olsa olsa.  

 

Kinayeyle hakkında konuşmalıyız diye başlıyor da onun hakkında ettiği yegane laf: “meşhur radikal tavizsiz büyük sosyalist Lacancı zeki filozof  Zizek.”

 

Ne oldu şimdi? Konuşmaya mı başladık?

 

12 Eylül devri TRT’sinin terbiyevi parodilerinden birinde apartman toplantısında komşularınca balkonda halı dövüp tozutmaması uyarısını öyle yanıtlıyordu eleştirilerin hedefi hanım: “Çekilemeyen nedir? Halılarım mı? Hamaratlığım mı? ”; Zizek’in anlamadığı dildeki bu eleştiriden haberi olup “Problem nedir? Meşhurluğum mu? Radikalliğim, tavizsizliğim ya da zekam mı? Yoksa sosyalistliğim veya Lacancılığım mı?” diye sorması için örnekteki hanım gibi anlayışsız olması gerekmezdi. Tersine yerinde ve meşru soru olurdu. Hakikaten sorun nerededir? Başlıktan gelen serzeniş sürdürülüyor: Tamam da nasıl? Eleştiri nerede? Sanki Türkçe’nin o malum sitemkâr sözcüğü yutularak askıda bırakılmış ifade:  “-sözde”… Sadece “Ermeni soykırımı” değil, işitilmek istenmeyenlere yapıştırılıp savuşturulan şu tanıdık çaresizlik ve köhnelik işareti yafta. Zizek’ten uğrayacağımız hayal kırıklığı Türkiye’nin siyasi direksiyonuna duyulan şüpheye desteği değil, başka konu bulamayıp Türkiye’deki iktidarla Işid ilişkisi gibi ana-akım bir uluslararası-ilişki, dış haber gündemini yeniden üretmesi olabilir ancak. 7 Haziran seçimlerinin göz göre göre yok sayılıp 8 ay sonra yinelenmesinden, hanedanını tasfiye ettikten yüz yıl sonra yapılan sarayı bile içine sindirişine kadar nice tuhaf olayla içiçe geçmiş bir toplum bu. Zizek gibi olaylara “yamuk bakmasıyla” tanınmış bir düşünüre bu manzaraların nasıl gözüktüğünü işitmek, çoktan bayatlamış Işid’le ilişki şaibesinden daha dikkate değer olurdu eminim.

 

Bu seferde ben haksızlık etmeyeyim, Zizek birkaç onyıldır, benim kuşağımdan öğrencileriminkine kadar yavan kültürel, siyasi, felsefi gündemleri genişletip ufuk açma misyonunu küresel ölçekte hakkıyla dile getirirken siyasi angajman ve sorumluluklar da üstlenmiş, sinamekilik yerine aktiviteyi seçmiş enerjik bir aydın, sivil-sosyal hayatın başlıca tehdidi Işid’le mücadeleyi yeterli bulmayıp yazarken Türkiye’nin küresel kamuoyu önündeki şaibeli konumuna takılma nedeni de vazife edindiği bu sosyal-siyasal sorumluluktan kaynaklanıyor. Yoksa Hakan Fidan’la görülecek hesabı olmayacağını tahmin edebiliriz herhalde.

 

 

Eğer Zizek hakkında konuşmamız gerekseydi, sosyalistliğiyle Lacancılığını ya da şöhretiyle zekasını tartıya vurarak değil, popüler kültür eleştirisiyle seçkin felsefe eleştirisini aynı söylemin parçası kılmaktaki maharetinden ya da Hegel’in düşünsel  mirasını, Marx ve Lacan eksenli paralel okumalarla çözümlemek gibi çetrefil bir projeyi “Hiçten az” gibi minimalize bir nüansla dile getirip sergilemesi olabilirdi mesela.

Peki ya ben? Neden karışıyorum bu işe? Hem de Zizek hakkındaki konuşmayı başlatacak kişi olmadığım da malumken. Bağımsızlığı ve sivilliği aşikâr Zizek gibi bir aydın reel siyasetin iktidar kanatlarıyla saflaştığında refleksimin ibresi iktidarlara değil, sivil aydınlara meylediyor o kadar. Şunu da tekrarlamalıyım ki, Zizek’in yazısıyla saflaştığı esas iktidar Türkiye’deki değil; başta AB ve ABD; medenilik iddiasında olup da dünyanın gerisiyle orantısız güçlerini, Işid’e karşı seferber etmekte çekingen davranan iktidarlar.

 

 

Ben de Taraf’tan uzaklaşma ertesinde burada buluşup, sonra çoğalmış bu mecraya katılırken AB, ABD veya Türkiye reel siyasetlerinin iktidarları veya iktidar adaylarıyla  değil, Zizek gibi, Lacan gibi sivil, bağımsız aydınlar ve fikirleriyle buluşma motivasyonuyla hareket etmiş, reel siyasetin güncel sorun ve sorunsallarına kilitlenip kalan değil, onları genişleten bir ortamda olmayı ummuştum. Yıldız Ramazanoğlu’nun halen yayında olup Suriyeli sanatçı Muhammed Zaza’yı tanıtan yazısı gibi örneklerle beslendiğim için de bulunmaya devam ediyorum. Yoksa iktidarın entellektüel-medya takip merkezi işlevi edinecek bir ortamda ne bulunurum ne de oralarda herhangi bir işe yararım; polemik yazıları bana patinajı çağrıştıran tekrarlarla doludur; polemik jargonunun punduna getirip karşıya ip atma şablonu da hep gözüme battığından erteleyip durdum ama dostane bir tanışıklığım olan Yıldıray Oğur’a sempatim nedeniyle böyle misyonları yakıştırmam. Zizek’le bir kereliğine kalabalık sofra paylaşmışlığın ötesinde hiç kişisel temasım olmadı.

 

- Advertisment -