Anılar

 

6-7 Haziran 2018] Elli yıl önce Amerika (ve Yale), sırf gençlik, dersler, kızlar, sanat, sutopu ve büyüyünce ne olacağım derdi değildi kuşkusuz. Çok daha önemli, çok daha vahim şeyler de vardı ufku kuşatan, bizleri çekip içine alan. Bir yanda Vietnam, diğer yanda (ırkçılığa ve ırk ayırımcılığına karşı) Medenî Haklar Hareketi. Sarsıntılı bir eşikten geçiyordu Amerikan toplumu. Gelecek sefer anlatacağım toplantıyı izlerken, dönüp baktım Sprague Hall’un (Müzik Fakültesi’nin) normalde oda müziği konserleri için kullanılan ana salonundaki dört beş yüz kişiye. Sonra, üç gün boyunca o dev çadırın altında da kolladım etrafımı. Ne kadar beyazız, diye düşündüm; hemen tamamen bembeyaz bir 68’liler grubu! Nereden nereye gelmişiz; Ku Klux Klan diyarlarında korkmadan yürüyenler boşuna yürümemiş; Martin Luther King, Medgar Evers, Jasmes Earl Chaney, Jimmie Lee Jackson ve diğerleri boşuna ölmemiş. Küçük ve basit bir örnek ama, bugün siyahları, Hispanikleri, Asyalı ve Ortadoğulularıyla ne kadar farklı olur, en az yüzde 30-40 oranında farklı olur, tipik bir Yale veya Harvard mezuniyet sınıfı!

 

Ama tabii asıl dramatik sorun Vietnam Savaşıydı. 1930’ların ikinci yarısında İspanya İç Savaşı nasıl bir büyük dâvâ, uluslararası bir cause célèbre idiyse, 1960’lar ve 70’lerde Vietnam aynısı ve belki çok daha fazlasıydı. Açık ve çıplak emperyalizmdi. 1964 seçimlerinde (Cumhuriyetçi adayı) Barry Goldwater’ın yapacağım dediği her türlü vahşet ve kanunsuzluğu, seçildikten sonra (Demokrat başkan) Lyndon Johnson’ın yapmasıydı. CIA’nin icat ettiği “Tonkin Körfezi vakası”nın, Kuzey Vietnam’ın bombalanmasına bahane olmasıydı.

 

Sonraki nesillerin sadece filmlerde gördüğü herşeydi (Platoon, Full Metal Jacket, Apocalypse Now). Yakın plan dehşetti. Napalmdi, alev alev yanan köylerdi, Mekong deltasıydı, pirinç tarlalarıydı, kimyasal savaştı, Agent Orange gibi yaprakdökücülerdi, My Lai katliamıydı, Kaplan Kafesleriydi, 20,000 esir ve tutuklunun katledildiği Con Son adası zindanıydı. Khe Sanh kuşatmasıydı, Tet Saldırısıydı, 1 Şubat 1968’de önüne getirilen Vietkong zanlısını (Nguyen Van Lem) oracıkta şakağından vuran Saygonlu generaldi (Nguyen Ngoc Loan). Ki sonradan Amerika’ya kaçıp lokantacılık yapacaktı. Russell Mahkemesi’ydi, kampüsten kampüse yayılan sit-in’lerdi, Paris metrosunun duvarlarındaki US = SS yazılarıydı.

 

Daha bireysel düzeyde, bütün tarihsel olaylar gibi Vietnam da farklı yaşama ve okumaların konusuydu. Benim gibi derin Marksist köklerden gelen ve susup gerçek düşüncelerini kendine saklamayı küçük yaşta öğrenmiş biri için, hem korkunç bir zulüm, hem bir kahramanlık destanıydı. “Devrimci şiddet”in olabilecek en mükemmel örneğiydi; yüzde yüz “haklı savaş”tı (şimdi anlıyorum ki, meğer 20. yüzyılın üzerinde az buçuk anlaşabileceğimiz son “haklı savaş”ıymış). Yukarıdaki resmi New York Times’da yayınlandığı anda kesmiş ve duvarıma asmıştım. Nerede durduğum son derece netti o yıllarda. Sosyalizm ve millî kurtuluş mücadeleleri kampında yer alıyordum.

 

Öte yandan, benimkisi salt düşünsel bir partizanlıktı. Çünkü tuzum kuruydu o ân için. Amerikan vatandaşı değildim, dolayısıyla en ufak akademik başarısızlıkta (veya mezuniyetten sonra) öğrenci tecilimi yitirip Vietnam’a gönderilme tehlikesi yaşamıyordum. Oysa sınıf ve kuşak arkadaşlarım için, teorik anti-emperyalizm değil, buydu en temel mesele. 1973’te kaldırılacak olan Seçici Askerlik Sistemi (Selective Service System), 18-25 yaş arasındaki bütün erkekleri askerlik şubelerince değerlendirilip draft edilebilir, yani orduya yazılabilir kılıyordu. Çarklar yoksul ve emekçilerin aleyhine dönüyordu, tahmin edilebileceği gibi. Vietnam’daki Amerikan askerlerinin mevcudu 1964’te 16,300’den 1965’te 184,300’e sıçramış; 1968’de, yani Westmoreland’in başkomutanlığının son yılında 536,000’le doruğa ulaşmıştı. Bu ordunun yüzde 25’i Amerikan halkının  resmî fakirlik eşiğinin altındaki kesimlerinden, yüzde 55’i işçi sınıfından, yüzde 20’si orta sınıflardan, buna karşılık neredeyse parmakla sayılacak kadar azı yüksek sınıf çocuklarından oluşmaktaydı. Gene de tehdit tehditti. Şubeye çağrıldığınızda ne olacağını bilemezdiniz; Demokles’in kılıcı herkesin üzerinde sallanıyor… ve draft dodging denen protestocu asker kaçaklığı türünün hızla yaygınlaşmasına; Yale gibi elit üniversitelerde dahi, çoğu hali vakti yerinde orta sınıflar ile bir kısmı yüksek sınıflardan gelen akranlarımın da silâh altına çağrılmamak için (sürekli adres değiştirmek, çeşitli tıbbî raporlar sunmak veya aile reisliği ayrıcalığından yararlanmak uğruna erken evlenmek dahil) hemen her çareye başvurmasına yol açıyordu.

 

Peki, o gün yirmi küsur, bugün yetmiş küsur yaşlarında olanlar, savaşın hayatlarını ve geleceklerini karartan gölgesini nasıl hatırlıyordu?     

 

- Advertisment -