Ana SayfaYazarlarAra nağme (intermezzo): Atilla Aytemur’un korrelasyonu sebep-sonuç ilişkisiyle karıştırması

Ara nağme (intermezzo): Atilla Aytemur’un korrelasyonu sebep-sonuç ilişkisiyle karıştırması

 

3 Şubat 2017] Dün söylemiştim; Atilla Aytemur Alt tarafı hükümet sistemi, deyip geçmeyelim! başlıklı bir yazı yazdı (Serbestiyet, 2 Şubat 2017). Aytemur, anayasa değişikliği tartışmasının sürdürülüş tarzını genellikle sığ ve yetersiz buluyor (bu kadarına ben de katılırım). Vatandaşın “evet” veya “hayır” demesi halinde “başına nelerin geleceğini yeterince bilemediği”nden şikâyet ediyor. Buradan hemen, hükümet sistemleri ile ekonomik refah ve gelişme düzeyleri arasında bir ilişkilendirmeye geçiyor. Aytemur, Prof. Emre Bağce’nin bu konuda yaptığı bir konuşmayı dinlemiş. Kitabını ve makalelerini okumuş (bir süre Prof. Bağce aşağı, Prof. Bağce yukarı, Prof. Bağce’nin araştırması şöyle harikaymış, böyle mükemmelmiş faslı gidiyor). Emre Bağce’nin araştırmaları, yeryüzündeki (a) gelir dağılımında eşitsizlik endekslerine; (b) yoksulluk endekslerine bakıldığında, (i) parlamenter sistemle yönetilen ülkelerin görece en iyi durumda olduğunu; (ii) onları yarı-başkanlıkla yönetilen ülkelerin izlediğini; (iii) en altta (görece en kötü durumda) ise başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerin yer aldığını son derece net bir şekilde ortaya koyuyormuş. Öyleyse? Atilla Aytemur’a göre bu, tâyin edici argümanmış. Dünya çapında durum buysa, “demokrasilerde her üç rejim de mümkündür, iyi işledikten sonra ve istikrar sağladıktan sonra hangisi olursa olsun çok önemli değildir” denilemezmiş. Bağce’nin ekonomik yaklaşım temelinde Aytemur, meseleye böyle “aşırı soğukkanlı ve basitleştirici bir şekilde yaklaşmanın hiç de sanıldığı kadar doğru olmadığının farkına var”mış. “Bu veriler, siyaset zeminin uçuşan şaşaalı sözler, iddialar, itinayla körüklenen ideolojik saflaşmalar karşısında ayaklarımızın suya ermesine hizmet eder diye düşünüyor”muş.

 

Atilla Aytemur bu akıl yürütme tarzıyla ve Bağce’nin saptadığı korrelasyonlardan hareketle, parlamenter sistem iyi, başkanlık kötüdür sonucuna varıyor. Ve anlaşılan bunu, kamusal alanda hüküm süren yüzeyselliğe karşı asıl bilimsel çözümleme gibi görüyor. Bitirici kabul ediyor.   

 

Neden hiç de bitirici olmadığını; hükümet sistemlerinin iyiliği veya kötülüğü hakkında hiçbir şey söylemediğini birkaç noktada toplamak istiyorum.

 

Birincisi, Atilla Aytemur’un Emre Bağce’den hayretler içinde kalmışçasına aktardığı verilerde, ampirik düzeyde hiçbir yanlışlık yok. Hattâ bunlar öyle büyük sırlar da değil. Akademik camiada, sosyal bilimler alanında genellikle bilinen şeyler. Fazla istatistikî analiz bile gereksiz; internetten konuyla ilgili haritaları indirip üç hükümet sisteminin coğrafî dağılımına baktığında görüyorsun zaten. Parlamenter sistemin anavatanı Avrupa; başkanlık sistemi ise daha çok Afrika ve Latin Amerika’da yaygın. (Almanya, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Hırvatistan, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Letonya, Liechtenstein, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Monako, Norveç, Slovakya ve Slovenya dahil) 35 kadar Avrupa ülkesinin parlamenter sistemle yönetiliyor olması, sonucu büyük ölçüde belirlemeye yetiyor.

 

Problem bu verilerde değil. Verilerin nasıl yorumlanacağında. Bu, tamamen statik bir tablo. Şu annda yeryüzünün çeşitli bölgelerinin fotoğrafı çekilmiş. İki veri dizisi ilişkilendirilmiş. Enstantane olarak baktığınızda, evet, parlamenter sistemle yönetilen ülkeler genellikle daha zengin, gelir dağılımı daha dengeli, yaşam endeksleri daha yüksek. Bu, istatistikî bir korrelasyondan ibaret. Kesinlikle bir sebep-sonuç ilişkisi değil. Süreçlerin zaman içinde akışıyla, tarihsel belirleyiciliklerle ilgili bir tablo değil. Yani buradan asla “ülkemizin büyümesi ve kalkınması, gelir dağılımındaki eşitsizliğin azaltılması, yoksulluğun üstesinden gelinmesi için parlamenter sistemi tercih etmeliyiz” gibi bir önermeye varamaz; bunu bilimsel analiz niyetine sunamazsınız. Emre Bağce’yi okumadım; Atilla Aytemur’un naklettiği kadarıyla biliyorum. Aşağıdaki temel soruları sormadığı için, Aytemur’un yaklaşımı bilimsellikten yoksun. Bağce de sormuyorsa, sormamışsa ve sormadığı halde vardığı korrelasyonları parlamenter sistem lehine bir argüman gibi sunuyorsa, aynı eleştiri Bağce için de geçerli demektir.

 

Birinci temel soru şu: parlamenter sistemle yönetilen ülkelerin çoğunda gözlenen göreli refah düzeyi, gelir dağılımının görece âdil ve yoksulluk endekslerinin daha düşük olması, bizatihî parlamenter sistemin sonuçları olarak yorumlanabilir mi? Tersten söyleyecek olursak, başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerde daha sık ve daha yoğun olarak gözlenen sosyo-ekonomik gerilik, gelir dağılımında daha büyük eşitsizlik ve daha ağır yoksulluk göstergeleri, bizatihî başkanlık sisteminin sonuçları olarak yorumlanabilir mi? Atilla Aytemur’un Emre Bağce’den naklen sunduğu veriler, aslında kapitalizmin yeryüzündeki eşitsiz gelişiminin resmi. Bir yanda görece ileri ve zengin ülkeler. Diğer yanda görece geri ve yoksul ülkeler. Çokgelişmişlik ve azgelişmişlik. Bu ayrışma, bu kutuplaşma, parlamenter sistem ile başkanlık sisteminin diferansiyel etkilerine; birinin kapitalist büyüme ve kalkınmayı özendirici, diğerinin ise köstekleyici olmasına bağlanabilir mi?

 

Benim bildiğim akademik literatürde, böyle bir iddiaya rastlamak olanaksız. Hiç kimse bazı ülkeler hakkında, parlamenter sistemle yönetildikleri için hızla kalkındılar/kalkınıyorlar, sosyal adalet ve yoksulluk göstergeleri iyileşti/iyileşiyor (oysa başkanlık sistemiyle yönetiliyor olsalardı bu gerçekleşmiyecekti) diyemiyor. Diğer uçta, hiç kimse başka bazı ülkeler hakkında, başkanlık sistemiyle yönetildikleri için gelişemiyor, sosyal adalet ve yoksulluk göstergelerini iyileştiremiyorlar (oysa parlamenter sistemle yönetilselerdi çok daha iyi durumda olacaklardı) diyemiyor. Parlamenter veya başkanlık sistemlerinin nasıl olup da bu tür ekonomik sonuçlar verebileceğine dair teorik bir açıklama tarzı da mevcut değil. Hattâ, bırakalım demokrasi genel çerçevesi içindeki parlamenter sistem – başkanlık sistemi karşılaştırmalarını; daha da makro-düzeydeki, hattâ meta-düzeydeki demokrasi – diktatörlük karşılaştırmaları için bile, her demokrasinin her diktatörlükten daima daha başarılı ekonomik sonuçlar vereceği bile söylenemez. Çin’e bakar mısınız? Bağce’nin ve Bağce’den naklen Aytemur’un tasnifinde Çin, yarı-başkanlıkla yönetilen ülkeler arasında. Çok yanlış. Bırakalım yarı-başkanlığı; demokrasi içindeki bir başkanlık sistemi bile değil. Resmen bir tek parti diktatörlüğü. Parti ve devlet başkanı, ülkenin mutlak hâkimi. Herhangi bir demokratik başkanlık sisteminin olabilecek en güçlü, en otoriter devlet başkanından kat be kat güçlü. Ama Çin (maalesef) dünyanın en hızlı büyüyen ve kalkınan ekonomisi. ABD’den sonra ikinci sıraya yerleşeli çok oldu. Rusya’dan çok daha ciddî bir süper devlet adayı olarak yükseliyor ve “tek partici devlet kapitalizmi” modeline dayandırdığı cebrî yürüyüş sayesinde, 21. yüzyıl ortalarında Amerika’ya yetişmesi, belki geçmesi bekleniyor.

 

Kaldı ki, daha tarihsel planda da, zenginlik / yoksulluk, ilerilik / gerilik, çokgelişmişlik / azgelişmişlik eşitsizliklerini parlamenter sistem – başkanlık sistemi ayırımından türetmeye kalkan yok. Montesquieu, Hegel veya Marx’ta gördüğümüz “Batıdaki sınırlı monarşilere karşı Doğudaki Asyatik despotizm [veya Asya üretim tarzı]” ikilemi başka; parlamenter sistem – başkanlık sistemi ayırımı gene başka. Sorun şu ki, modern (burjuva, kapitalist) anlamıyla parlamenter sistemler olsun, başkanlık sistemleri olsun, ancak Fransız Devriminden sonra, 19. yüzyılın zigzaglı gelişimi içinde, özellikle de ikinci yarısında ve devamında 20. yüzyılda şekillendi. Batının Batı olup öne geçmesi, Doğunun Doğu olup geri kalması ise, böyle makro sorularla uğraşan çoğu dünya tarihçisinin gözünde, çok daha eskilere dayanıyor. Bu da arabayı atın önüne koşmaya set çekiyor.

 

Dolayısıyla ikinci temel soru gündeme gelmekte: parlamenter sistem ile göreli ilerilik, başkanlık sistemi ile göreli gerilik arasında gözlenen korrelasyon, ikisinin de üzerinde ve arkasında yer alan üçüncü bir faktörün sonucu olabilir mi? Öyle bir dinamik var mı ki, meselâ Avrupa’da, hem (daha çok) parlamenter sistemi yeşertsin ve aynı zamanda ekonomik gelişmenin daha hızlı ilerlemesin, sağlasın; dolayısıyla bu iki özellik yanyana tezahür etsin? Buna karşılık meselâ Latin Amerika’da, sonra Afrika’da, hem gerikalmışlık veya azgelişmişlik fenomenini yaratsın, hem de (daha çok) başkanlık sistemlerini beslesin — ve bu iki özellik arasında da türevsel bir korrelasyonun görülmesine yol açsın?

 

Tabii var ve bu, statik bir fotoğraf değil tam anlamıyla tarih mselesi, tarihsel akışlar meselesi. Ama bugünlük çok uzattım; (Cengiz Kapmaz’a yönelik eleştirilerimi bir gün daha ötelemek pahasına) yarın buradan devam edeceğim.

 

 

 

 

- Advertisment -