Ana SayfaYazarlarBilinmeyene doğru (3) gelen gideni aratır mı?

Bilinmeyene doğru (3) gelen gideni aratır mı?

 

[15-16 Kasım 2016] Üç gün önce Bilinmeyene doğru (2)’yi yazmıştım: şimdi ne yapacak? Sadece Amerika ile aramızdaki sekiz saat farkla, hemen aynı gün ekip ve program belirsizliği hakkında aynı şeyleri söyleyen bir tahlil de New York Times’da çıktı: Mark Landler, Trump’s Hires Will Set Course of His Presidency (12 Kasım; Trump’ın kimleri işe alacağı başkanlığının seyrini belirleyecek). Yazar, Trump’ın “daha önce hiçbir seçilmiş makam ve görev tecrübesi, hiçbir tutarlı siyasî gündemi ve hiçbir şişkin politika önerileri dosyası olmaksızın göreve başlamak durumda” olduğuna dikkat çekiyor. Yeni başkan kampanya sırasındaki delibozuk (firebrand) profili ve çizgisini mi sürdürecek, kapalı kapılar ardındaki çok daha pragmatik tavrına mı rücu edecek? Eski Cumhuriyetçilerden bazıları Trump’ın ılımlı etkilere açık olacağı, diğer bazıları ise son konuştuğu kim olursa ona kulak vereceği kanısında.

 

Her halükârda, şurası şimdiden açık gibi: Trump  en yakın aile mensuplarını şimdiye kadar hiçbir başkanda görülmediği ölçüde yönetime taşıyacak. Nitekim daha 11 Kasım Cuma günü, yetişkin çocuklarından üçü (İvanka, Eric ve Donald Jr) ile damadı Jared Kushner’ı “geçiş ekibi”ne aldı. Başlı başına bu aşiretçilik pek hayra alâmet değil. Bunun ötesinde, ilk ağızda iki atama çok kritik. (a) Beyaz Sarayı kim yönetecek, dolayısıyla cumhurbaşkanına ulaşabilecek ve ulaşamıyacak olanları kim belirleyecek — Stephen Bannon mı, Reince Priebus mu? Bannon aşırı muhafazakâr bir medya patronu. Cumhuriyetçi Parti dışından ve hattâ Cumhuriyetçi Parti yönetimine, bu arada Temsilciler Meclisi başkanı Paul Ryan’a bile düşman. Genel olarak küreselleşmeye, özel olarak ABD’nin mevcut göç hukukuna şiddetle karşı. Reince Priebus ise sadık ve görece ılımlı bir Cumhuriyetçi. Dolayısıyla Temsilciler Meclisi’nin ve Senato’nun Cumhuriyetçi liderleriyle daha yumuşak ilişkiler kurması mümkün. Tabii, ne yapacağı belli olmayan mübalağalı kişiliğiyle Trump’ın izin vereceği kadar.

 

(b) Biraz benzer bir ikilem, Trump’ın ulusal güvenlik danışmanın kim olacağıyla ilgili — Stephen Hadley mi, Michael Flynn mi? Hadley, George “W” Bush’un da güvenlik danışmanlığını yaptı ve dönemin askerî müdahaleciliğinin başını çekenler arasında yer aldı. Irak’taki kuvvet arttırımını savundu ve Bush’un ikinci yemin töreni konuşmasındaki ABD’nin “demokrasiyi yaymada bir misyoner rolü oynaması” çağrısının arkasındaki isim oldu. Türkiye’de Fethullah Gülen’in iade edilebileceğine ilişkin demeçleriyle sempati toplayan Michael Flynn ise, kariyeri boyunca istihbarat subaylığı yapmış bir emekli orgeneral. Ayrıca, seçmen listelerinde Demokrat olarak kayıtlı. Trump şu ana kadar dış politikada en çok Flynn’i dinledi. Flynn, ABD’yi Irak gibi bataklıklara sürükleyen neo-con politikalara cepheden muhalif. Nitekim Cumhuriyetçi Parti aday adayları arasındaki tartışmalarda Trump da “W” politikaları ve dönemini çok sert eleştirdi; özellikle “demokrasi misyonerliği” iddiasına kesinlikle karşı çıktı ve ABD’nin böyle bir işe kalkışamıyacağını savundu.

 

                                                                        *          *          *

 

Mark Landler’ın 12 Kasım’da NYT’de çizdiği çerçeve kabaca bu şekildeydi. Okurken, bir veya birkaç soru takıldı kafama. Bunlar sonuçta sağın dozajları arasındaki farklar değil mi? Bu tür görüş ayrılıklarına ne kadar bel bağlayabiliriz? Reel olasılıklardan çok züğürt tesellisi olmasın?

 

Nitekim… Yukarıda zikrettiğim kendi 12 Kasım yazımdan sonra, 13 Kasım Pazar gecesi 24TV’de Zeynep Türkoğlu’yla birlikte yaptığımız  Serbestiyet programımızda, Landler’ın görüşlerini aktardım gene de, dinleyiciyi bilgilendirmek bakımından. Geceyarısından sonra eve geldim; bir de ne göreyim,Trump Beyaz Saray ekibinin başına Reince Priebus’u atamış bile. Ama aynı zamanda Stephen Bannon’a da bir yer bulmuş. Hem de çok önemli; daha önce mevcut olmayan, ilân ediliş tarzı itibariyle Priebus’un da üzerine getirilen bir mevki ve titr: Bannon’ı kendine ve Beyaz Saraya baş stratejist atamış! Onun için, şimdi bu kişiye biraz daha yakından bakmakta yarar var. Kim bu Stephen Bannon? Baş stratejist olması nasıl bir anlam taşıyor?

 

Stephen Bannon, işlerin iyi gitmediği düşünülen bir noktada, Trump’ın Ağustos’ta (yani alt tarafı iki üç ay önce) kampanyasının başına getirdiği yönetici. Deniz Kuvvetlerinde hizmeti var; Harvard Business School mezunu. Daha sonra Breitbart News Network’un ve aşırı sağcı Breitbart News web sitesinin başına geçmiş.Siteyi beyazların üstünlüğüne inanan; göçmenlere, feministlere ve çok-kültürlülüğe düşman; sosyal medyada hakaretler yağdırarak Yahudileri, Müslümanları ve diğer savunmasız grupları tâciz etmekten zevk alan beyaz gençlerin popüler platformu haline getirmiş. New York Times’ın dünkü (15 Kasım) başyazısına göre, Breitbart’ın başlıkları arasında gezinmek, siyahların suç işlemekten, göçmenlerin “buralı” kadın ve kızların ırzına geçmekten, feministlerin ise erkekleri iğdiş etmekten başka şey yapmadığı bir paralel evrene gitmek gibi. Birkaç örnek de vermişler. Irkçı bir beyazın Charleston’da siyahların gittiği bir kiliseye saldırıp dokuz siyahı öldürmesinden sonra, artık eyalet senatosu bile South Carolina’nın hükümet konağından İç Savaş’taki Güney (Konfederasyon) bayrağının indirilmesine karar verecekken, Hoist It High and Proud: The Confederate Flag Proclaims a Glorious Heritage (Şanlı Geçmişiyle Konfederasyon Bayrağını Yükseklerde Dalgalandırın) manşetini atmış Breitbart, köleliği savunurcasına. Ya da Birth Control Makes Women Unattractive and Crazy (Doğum Kontrolü [hapları] Kadınları Çirkinleştiriyor ve Çıldırtıyor) iddiasıyla ortaya çıkabilmiş. 8 Ocak 2011’de Arizona’nın Tucson kentinde aşırı sağcı ve “silâh taşıma hakkı”ndan yana bir beyaz tarafından vurulduğu halde ölmeyen Kongre üyesi Gabrielle Giffords’a, The Gun Control Movement’s Human Shield (Ateşli Silâhların Denetimi Hareketinin İnsan Kalkanı) diye hem hakaret, hem örtük tehdit yağdırabilimiş. Bannon da bunlardan hiç utanıp sıkılmayacak kadar bağnaz ve saldırgan. Zaten asıl mesele kendisi, kendi kimliği ve kişiliği. Geçmişte liberal kadınlara “bir avuç zürafa” diyebilmiş biri (kadın eşcinseller için argoda kullanılan dyke terimini, terbiyesizlik dozajını tam yansıtsın diye böyle çevirdim). Daha önemlisi, 2014’te alt-editörlerinden birine yolladığı bir e-mail’de Cumhuriyetçi Parti yönetimi hakkında şöyle demiş: Let the grassroots turn on the hate because that’s the ONLY thing that will make them do their duty (Taban nefret musluklarını açsın çünkü bu adamlar SADECE bu şekilde göreve çağrılabilir).

 

Bence bu çok çarpıcı, çok kritik bir ifade. Bannon gibi adamların ne kadar Makyavelist olduğunu; faşizan bir dalga yaratmak uğruna insanların rasyonel düşünme kapasitesi ve serinkanlılığını ellerinden almaya kadir kin ve nefret duygularına ne kadar bilinçli ve kasıtlı bir şekilde başvurulduğunu bir kere daha gösteriyor. Alkışlar da hep sağın sağından gelmekte. (a) Richard Spencer, Amerikalı bir beyaz milliyetçi. Açıkça white supremacist (beyazların üstünlüğünden yana). “Irk Gerçekçiliği”ni (deyime bakar mısınız), Beyaz Milliyetçiliği, Avrupa Yeni Sağını, Muhafazakâr Devrimi ve Gelenekçiliği birleştirmeye çalışıyor. Spencer’e göre, artık “mülksüzleştirilmiş bir beyaz ırk” mevcutmuş ve onlara bir “beyaz anayurt” vermek gerekirmiş. Bu uğurda, Avrupa kültürünün “yapısöküme uğramaması” için “barışçı bir etnik temizlik” dahi önerebiliyor (bu son cümleler, Trump’ı iktidara taşıyan tepki dalgasının bütün iç duygularını yansıtmakta). Ama işte bu Spencer, Bannon’ın tâyinini duyar duymaz çok sevinmiş; Washington’ın “ayrıkotları arasında kaybolmayacağı için” siyaseti etkilemek açısından “olabilecek en iyi yere” geldiğine dair tweet’ler atmış.  (b) Amerikan Nazi Partisi’nin (ANP) başkanı, bu atama sayesinde Trump’ın “gerçek”liğine kanaat getirmeye başladığını söylemiş. (c) Geçmişte Güneyin en korkunç beyaz ırkçılığını temsil eden Ku Klux Klan’ın eski “Büyük Büyücü” veya “Emperyal Büyücü”sü (Grand Wizard veya Imperial Wizard) David Duke da Trump’ın tercihini “fevkalâde” diye nitelemiş ve Bannon’ın “esas olarak, gitmekte olduğumuz yerin ideolojik boyutlarını inşa etmekte olduğunu” kaydetmiş. 

 

                                                                         *          *          *

 

Bu işin şakası yok. Geçtiğimiz yirmi otuz yılda bu hezeyanlar bir tür lunatic fringe sayılırdı (çatlak aşırılar kuşağı). Şimdi bunların hepsi gelip merkeze oturmakta. Bence kimse pek umutlanmasın. Bannon’ın getirildiği üst-konumun anlamı, Trump’ın bundan sonra izleyeceği çizgide (herhalde Ortadoğu da dahil), böyle bir beyaz ırkçı ve yabancı düşmanının sözünün ağırlık taşıyacağı.  Michael Flynn ulusal güvenlik danışmanı olursa, dengeleyebilecek mi Bannon’ın katı neo-con’luğunu? Peki, Priebus tâyini Bannon tâyiniyle dengelendiği gibi, Flynn  de Stephen Hadley’in Savunma Bakanı yapılmasıyla dengelenmek istenirse bundan ne sonuç çıkacak? Özetle, ılımlı denen sağcıların karşı-ağırlığını aşırı sağcılar meydana getirecek ve dolayısıyla, Trump’ın yakın çevresinden tehlikeli, daha tehlikeli ve en tehlikeli neo-con’lar hiç eksik olmayacak.

 

Trump ve ekibi, icraatından önce doğrudan doğruya kimliğiyle, Avrupa’nın da bütün ırkçıları, aşırı-milliyetçileri ve yabancı düşmanlarına cesaret verecek; “kendi değerleri”ne düşkün beyaz-Hıristiyan âleminde bir dalga yaratacak. Peki, dış politikada (gerçek veya hayalî) bazı “vaat” ve “fırsat”ları kovalamanın ötesinde, Türkiye’nin temel ahlâkî tavrı ne olacak? 

- Advertisment -