Ana SayfaYazarlarTürk-Ermeni barışı

Türk-Ermeni barışı

 

Çok değerli dostum, araştırmacı-gazeteci-yazar Raffi Hermon Araks’ın ve benim de geçmişte yazdığımız gibi, Türkiye’de Ermeni kökenli bir TC vatandaşı, bırakın diplomat, ya da danıştay, sayıştay, yargıtay üyesi olmayı; “kültür dersleri” öğretmeni, yani Türkçe-Tarih-Coğrafya-Yurttaşlık-Sosyoloji-Felsefe öğretmeni bile resmen olamıyor. Bugün eğer bu özelliklere sahip Ermeni kökenli bir TC vatandaşına diplomat olma hakkını teslim edersek, bu son derece şaşırtıcı, ciddi, dünyaya küçük dilini yutturacak bir hamle olur. Kanımca Batı’ya atılacak en güzel gollerden biri budur. Yani Batı’nın, aleyhimize kullanacağı kartları tek tek ellerinden almış oluruz.

 

Doğal olarak TC haklarını savunmakla yükümlü, Ermeni kökenli bir TC diplomatının inandırıcı, Avrupa ve ABD ile tabuları yıkan seviyede şaşırtıcı olabilmesi, çeşitli koşullara ve bazı şeylere hazırlıklı olmasına bağlı. Türk-Ermeni barış görüşmelerinde bazı yabancı diplomat veya gazetecilere, “Türkiye’yi savunuyorsunuz ama o sizin savunduğunuz Türkiye’de hâlâ bir Ermeni kökenli vatandaşın önünde şu, şu, şu engeller var; devlet memuru (hakim, savcı, emniyet müdürü, albay) olamıyorlar” dedirtmemesi lâzım… Her zaman ben bunu anlatmaya çalıştım. Daha da açmak gerekirse, diaspora ile olası müzakerelerde, Ermeni diasporası kanaat önderleri “siz eğer samimiyseniz o zaman Türkiye’deki Ermenilerin eşit hakları olması lâzım” dediğinde acaba ne cevap vereceğimizi düşüneniniz oldu mu? (Ayrıca müzakereler dendiğinde aklıma şu soru da gelmektedir; lütfen bilen varsa beni düzeltsin: Bu müzakerelerde neden İstanbullu Ermeniler masada yoktu? İstanbul’daki Ermenileri Ermenistan mı temsil ediyor?)

 

Bir gün Türkiye de gerçek demokrasi oturduğunda, hiç kuşkunuz olmasın, demokrasinin gereği olan şeffaf devlet de gerçekleşecek. İşte o gün geldiğinde, Türkiye kendi geçmişinin karanlık sayfalarıyla yüzleşebilecek, belki kendi geçmişiyle barışacaktır. Barış istiyorsak, aşırı aykırı konumdaki taraflar şapkalarını çıkarıp önlerine koyarak barışı nasıl tesis ederiz diye düşünmelidir. Geçmişte TV’de yayınlanan bir tarih programında sarfedilen “Türk-Ermeni barışı olmaz, çünkü araya kan girdi” lâfına da itibar etmiyorum. İstendiği takdirde barışa adım pekâlâ atılabilir. Yeter ki taraflar samimiyetle istesin. Bir gün barış gerçekleştiğinde, daha önce de tekrar ettiğim gibi, artık bir diaspora Ermenisinden “dedelerimi Türkler kesti” lâfını ve bir Türkten de “Ermeniler Osmanlıyı arkadan vurdu” lâfını asla ve asla duymak istemiyorum.

 

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana azınlıklara yönelik ciddi bir kuşku ve adı konmamış bir güvensizliğin mevcut olduğunu bilmeyen yoktur. İnsanların bu konuda karşılıklı bir takım kuşkulara sahip olmasını gerektirecek birçok kötü tarihsel tecrübenin yaşanmış olduğunu zikretmeye, bilmem gerek var mı? Çocukluğumdan beri  “tâ 1800’lere kadar Türkler ile Ermeniler karşılıklı güven ve sevgi içerisinde bir arada yaşayabiliyorken, neden aynı barış ortamına şimdi de sahip olmayalım?” sorusuna cevap aradım, sürekli olarak. Azınlık sorunları sadece samimiyet ve diyalog ile aşılabilecekken, maalesef insanları suni korkularla 2016’ya kadar getirdiler.

 

Bütün problem şu mu: “Geçmişte kim kimi, nerede katletti? Kim kaç kişiyi öldürdü? Kabul ettim, etmedim. Ben yaptım, yapmadım. Ben mağdurum… Katliam mı, pişman olunası olaylar mı, sürgün mü, tehcir mi, kırım mı? Cinayetler mi, soykırım mı?” Adını ne koyarsak koyalım. Belki şimdi kimse kimseyi açıktan katletmiyor ama, bu söylemlerle karşılıklı düşmanlık tohumları biz fark etmesek de atılıyor çocuklarımızın zihinlerine ve her geçen gün birbirine düşman gençler yetiştiriyoruz. Öldürüyoruz içlerindeki muhabbet ve şefkat duygularını. Ermenilerle ilgili olarak bugün Türkiye’de yeni nesil gençlerin en çok sordukları sorular şunlar: “Bu Ermeniler kim? Niye bizim ve dedelerimizin düşmanları? Ne yapmışlar ki? Ermeniler buraya ne zaman geldi?” Arkadaşlar, durun bir dakika, Ermeniler düşman falan değil. Ermeniler Türklerin ve Kürtlerin dedelerinin komşuları. Ayrıca, Ermeniler bir yerlerden toplanıp gelmediler; zaten yüzyıllarca bu topraklardaydılar. Bizler Anadolu çocuğuyuz.

 

Bir zamanlar Türk çocukları Ermeni komşularını Ara dayı, Nadya teyze diye çağırırlardı. Siyaset ve uygulanan yanlış politikalar bütün bu komşuları yerlerinden yurtlarından etti. Hayatlarında hiç Ermeni, Rum ve Yahudi görmemiş çocuklar büyüyor bugün ülkemizde. Sonra bakıyorsunuz, bu kelimeleri birbirlerine ettikleri küfürlerde kullanıyorlar.

 

Şu anda dahi, 1915’i açık açık tartışmak bile her iki toplumun canını acıtıyor. Çünkü her iki toplum da bu konu açıldığında travmalar yaşamakta. Misafir Ayvazovski’yi bile bağrına basan bu ülke, kendi evlatlarını “onlar” veya “öteki,” ya da “hain” veya “bölücü” diye nasıl görür? Ne zaman “onlar”, “hainler”, “siz” ve “ötekiler” oldu bu ülkenin evlatları, sevdiğiniz ve birlikte yaşamakta olduğunuz komşularınız?

 

Fatih Sultan Mehmed Han’dan gelen gayrimüslimlere karşı sevgi ve saygıyı ne zaman kaybetti bu ülkenin bir kısım insanları? Ve “hıyanet” gibi ağır sözler ne kadar kolay telaffuz edilir oldu?

 

Şansımıza gelince, Cumhuriyet döneminde ilk kez İttihatçı olmayan kadrolar işbaşındadır. Umarım bu sefer barışa imza atılır. Ve canı yürekten inanıyorum ki barışı tesis edenler tarihe altın harflerle geçeceklerdir. 

- Advertisment -