Ana SayfaYazarlarMarka faşist olur mu?

Marka faşist olur mu?

 

VW yönetiminin çevre kirletme normlarının çiğnendiğini taammüden gizleme skandalı değil konum.

 

 

Brigitte Bardot’un eşi Günter Sachs von Opel, Opel arabaları sahibi ailedendi. Henry Ford da Ford’un sahibi. Oto markaları da diğer markalar gibi ya sahiplerinin adını taşırlar ya da herhangi keyfi bir kısaltma veya sembolün adını. BMW Bayerische Motor Werken: Bavyera Motor Ürünleri’nin açılımıdır. Yani Türkçe olsa BMÜ olacaktı. VolksWagen(VW)’ın adında alışılmadık bir misyonun vurgusu var: Halk-Arabası (HA). Bir markanın misyon beyanı tabii ki reklam hedefli de olabilirdi, ama bu vakada öyle değil. Çünkü VW bildiğimiz türden bir kapitalist işletme olarak değil, bir devlet projesi olarak inşa edilmiş bir marka.

 

1-Volkswagen       

 

 

Genelde sosyalist rejimlerin kapitalistleşmesinden dem vurulur. Bu tarihsel olarak da doğrudur ama VW vakası daha ziyade kapitalist bir devletin sosyalist rejimlerden beklenebilecek bir davranışı göstermesi örneğidir. Adolf Hitler’in emriyle faşist işçi-işveren birliği National-Socialist Deutsche Arbeitsfront [Nasyonal-sosyalist-Alman iş cephesi] ’nce üretilmiş bir markadır. Üretildikten sonra tabii ki emri veren devlet gücü desteğiyle de küreselleşip tipik bir hegemonik kapitalist şirket olarak yönetilmiştir. Ama sivil bir kapitalist girişim olarak değil, kapitalist bir devlet girişimi olarak başlamıştır yaşamı.  

 

    

Bir sanayi tesisi olarak yerleştiği Barok’la genişlemiş tipik Ortaçağ kenti orta Almanya’nın Wolfsburg’unu yakın çevresindeki yerleşmelerle birlikte adeta yutarak coğrafi olarak da kendine tâbi kılmıştır. Ama sadece coğrafi değil, sosyal yaşamda da belirleyicidir VW. VW o kente kurulmuş değil de adeta Wolfsburg VW’nin kampüsü olarak gelişmiştir sanki. Stadı VW-arena, şirket kampüsü arazisindedir. VW, Bundesliga takımı Wolfsburg’un sponsoru değil de adeta Wolfsburg VW’nin şirket takımıdır.

 

 

2-Adolf Hitler          

 

Hitler’in rol modeli namlı diktatör 14. Louis gibi  Roma imparatorları değildi. Zaten tıpkı bizim Türk-İslam sentezcilerinin Fatih’in Akdeniz’e siyasi şemsiye olmuş Roma devleti  imparatorlarının ardılı bir siyasi figür olduğunu kavrayamamaları örneğindeki gibi hakiki tarih ve coğrafya bilincinden ziyade fantazmagorik hayallerden beslenen zihin yapısıyla hapsolduğu Hristiyan-Germen dünyasını aşıp Roma hayali besleyecek bir siyasi görgüden de yoksundu. Çizdiği bakımlı, başarılı, zengin, çağdaş, Hristiyan-beyaz profiliyle hali-vakti yerinde orta sınıfın tipik damat ideali Henry Ford onun muhayyilesine de uygun rol modeliydi.

 

 

3-Henry Ford         

 

 

Hitler’in, daha 20’lerde hemen Almancaya çevrilmiş Ford’un “Hayatım ve Eserim” adlı özgeçmişini çabucak okuyup çok etkilendiği biliniyor. Henry Ford’un eseri otomobil, elektriğin yanı sıra ikinci sanayi devrimini mümkün kılan ikinci devrimci buluş içten yanmalı motorun ürünüydü. Elektrik santrallarıyla yaygınlaşan elektrik, onlarca buhar makinası gücünü kentin herhangi yerindeki prizlere kadar taşımakla üretim tesisi kurmayı sermaye sınıfının hantal ayrıcalığı olmaktan çıkarmış torna tezgahı alıp kullanabilecek esnaf ve zanaatkarı girişimci statüsüne yükseltmişti.

 

 

İçten patlamalı sistem ise makinayı iyice küçültüp herkesin gezdirebileceği ölçülere indirgeyerek, insan, hayvan ve de rüzgar veya akarsu gücüne ihtiyaç duymayan oto-mobili [automatic-mobil]’i (kendiliğinden hareket) mümkün kıldı.

Kullandığımız arabanın tekerlekleri kısa zaman aralıklarında ardarda gerçekleşen kontrollü infilaklar silsilesinin gücüyle dönüyor. Aynı motorun daha kapasitelisi tonlarca ağırlığında çelik yığınıyla yüzlerce insanı uçurup uçak oluyor, sıradan insanın yerküre üzerindeki ulaşım kapasitesini saatler seviyesine indiriyordu. İçten patlamalı motor sistemi Ford’dan önce de bilinip uygulanan bir sistemdi ama otomobil, ayrıcalıklı küçük bir refahı yerinde kesimin ulaşabildiği bir imkandı. Lüks terziye elbise diktirir gibi özel sipariş ve tasarımla torna tezgahı takviyeli kaporta imalathanelerinde teker teker üretiliyordu. Ford’un yaptığı; bu özel imalat nesnesini sanayileştirip kitlesel üretimin tabiyetine sokmak oldu. Karl Marx’ın yarım yüzyıl önce  Das Kapital’de basit nesneler üretimi üzerinden anlattığı yöntemi karmaşık nesne üretecek kalabalık bir 

kitleye uyguladı. Marx’ın verdiği toplu iğne örneği işin üç merhaleye bölünmesiyle gerçekleşebiliyordu. İğne olacak boylarda kesilen çelik tel parçalarının bir ucu sivriltilip, diğeri köreltilince iş bitiyordu da bu üç aşamalı basit silsileyi tamamlanması yüzlerce merhale ve kişi gerektiren otomobil gibi iri ve çetrefil bir ürünün üretimine uygulamak başlıbaşına yeni bir performans gerektiriyordu. Ford’u Ford yapan eseri de buydu zaten. Mühendis ve müdürlerileriyle otomobili meydana getirecek düzinelerle merhaleyi onlarca işçi arasında bölüştürecek bir süreç planlaması yapıp, sonra da sürecin planlandığı şekilde seyretmesini sağlayacak nizamı kurmak: Müdür, mühendisten, ustabaşı, işçiye herkesin planlandığı şekilde davranıp süreci işletmesi ancak militer bir disiplinle mümkün olup, tüm kontrolü süreci başlatan liderde topluyordu ki, işte Hitler’in arayıp da bulamadığı zaten buydu. Mükemmel işleyen bir mekanizmayı kurup kontrolü de elinde tutmak. Ancak bu şekilde birer birer sipariş yerine onlarcası birarada üretilen otomobiller, sadece ayrıcalıklı burjuvaların değil alelade orta sınıfın malı olabilecekti. Hemen olmadı: Orta sınıfın arabayla buluşması birkaç onyılı alıp yüzyıl ortasını buldu ama bu aralıkta Hitler yandaşı işçi ve işveren sendikalarına bu mucize yeni ürünün Alman çeşidini ürettirdi. İşte Volkswagen Ford’un ideali halka malolmuş arabanın Almanca çevirisinden VolksWagen (HalkArabası) öte bir şey değildi. Hitler’in kendisi de boş durmayıp ilk oto-yol [Auto-bahn]’ları inşa etti. Böyle kendi kendine ve hızla giden bir yeni araç Roma’dan kalma yol normları üzerinde değil, yeni kesintisiz hıza uygun pürüzsüz ve homojen zeminler üzerinde hareket etmeliydi.

 

 

4-Bütün sektörler Fordizme: Taylorizm         

 

Bu arada F.W.Taylor isimli mühendis de Marx’ın eleştirisiyle birlikte tasvir edip Ford’un otomotive uyarladığı işin önceden planlanmış merhalelere bölünmesine dayalı yöntemi karmaşık ürün üreten öteki sektörlere uyarlamanın şematik yöntemini “Bilimsel Yönetim” adıyla öğretiye dönüştürerek işletme disiplininin temelini atmıştı.  Pozitivizmin epistemolojinin hareket alanını iyice kuraklaştırdığı bir ortamda “şematik uygulama” yönteminden bilim olmayacağını dile getirecek kimse de kalmadığından kendine akademik partner de bulan Fordizm ekonominin verimlilik (üretkenlik) ölçütü statüsü de edinmiş oldu.

 

 

Motoru önden arkaya taşırken hava soğutmasıyla teknolojik bir yenilik de getirmiş VW; Alman endüstrisinin sembolü olmakla kalmayıp modern çağdaş hayatın inceliklerine nüfus edip modern Alman toplumunun sembolü oldu. Derli-toplu tasarımı ve kaplumbağa benzerliği hantal Amerikan arabaları alternatifi olarak tüm dünyada sempatiyle karşılandı. Ufak tefekti ama büyüklerle aynı işi görüyordu, hem de dayanıklıydı.

 

 

5-Yaşam biçimi      

 

 

90’ların başında doktora ertesi bursuyla Aachen’da bulunurken çalışmamı Avrupa’yı köşe-bucak gezerek yapmam gerektiğinden araba almam gerekmiş, burs bütçem yeni arabaya yetmeyince ikinci el diye karşıma tam 20 yıllık bir VW çıkmıştı. Satın aldığım karı kocanın da ilk arabasıydı. Çevrem yirmi yıllık arabayla uzun yollara koyulmayı hiç makul bulmasa da ben aldırmadım ve birkaç ayda yirmibin civarı  km yaparak işimi gördüm. Yakıt masrafı da onların öngördüğü fahiş seviyelere çıkmamıştı.

Nice hayallerle aldıkları ilk arabalarını (üstelik  bir yabancıya) satmanın hüznünü arabayı almaya tipik Fassbinder dekoru evlerine giderken bana eşlik eden arkadaşımla birlikte tatmıştık. Evet yaratıldıktan kırk yıl sonra ilk arabasını alacak genç çiftten; altmış yıl sonra bursiyer olarak barınacak konuğa kadar yenisinden ikinci eline; araba alacak orta sınıfların karşısına yorulmadan en makul çözüm olarak o çıkacaktı hep. Zaten  kırk yıldır yinelenen reklam senaryosu da bu çifte (teknik ve sosyal) dayanıklılık üzerine kurulu :”koşuyor ve koşuyor ve koşuyor…” olacaktı.

 

 

Almanya’ya has da değil, çalıştığım kurum muhalifliğinden şüphe duyulmayan zamanlarda da dekan arabası olarak VW tahsis edecek, kendim de 96’dan beri önce Golf sonra Tiguan kullanacaktım.  

Ama o orta sınıfın da alelade burjuva olduğu sanılmamalı. Sevimliliğiyle aşırılığa yatkın tiryakilerden, çiçek çocuklarına, sosyalliğin kıyısındakilerin de tercihi oldu.  

 

 

Uzaktan bakarak anlayamadığım konu VW’nin rakipsiz aday olması beklenecek Almanya’nın taksisi olma ayrıcalığını nasıl olup da Mercedes’e kaptırdığıydı.

 

  

6-Bütün toplumlar Fordizme: Otoriterizm, roduktivizm, revizyonizm

 

Zaten her türlü melaneti bünyesine alıp barbarlığı pekiştirme misyonu edinmiş Hitler ve Nazi gürühunun Fordizmden etkilenip siyaset kalıbına dökmesinde şaşılacak şey yok. Asıl sürpriz Nazilerin kendilerinden rol çaldığı sosyalistlerin de bu Amerikalı parlak adamın yörüngesine girmeye hevesli olmalarıydı. Kolay ölçülebilir bir değer olarak üretkenliğin kabul edilmesi “daha fazla üretim = sosyal ilerleme” denklemini de doğurunca, ortadan üretim aracı mülkiyetiyle birlikte artı-değer/kâr kalktıktan sonra da işçilerin bu kez de parti devleti bürokratlarının kendi kendilerini sosyal ilerleme efsanesine kaptırabilmeleri için daha yoğun ve baştan planlandığı gibi çalışmaları gerekti.

Kapitalizmin kentlerindeyse kentler evlerin yerine/yanı sıra arabalarla dolup, trafiği sorunlar listesinde barınma sorununun da üzerine çıkardı. 

 

 

7-Eleştirel şuur ve eforik heves           

 

Tarihin cilvesi, bu revizyonizmin en amansız eleştirmenleriyle en safdil hevesli taraftarlarını aynı şehir Frankfurt’ta toplamıştı. Adorno ve Horkheimer’in liderliğinde “Frankfurt okulu / eleştirel düşünce” diye anılacak sosyal araştırmalar enstitüsü ve dergisi kapitalizmle ekonomik alanda produktivizm ölçütünde buluşmanın bedelinin siyasi alanda da faşizmin otoriterizmiyle buluşmak olacağını ilk farkedip dile getirenlerdi. Bu kısa devre bağlantıyı sorunsallaştıracak araştırmacı otoriteyi bireyden topluma başlıbaşına kapsamlı bir araştırma alanına dönüştüren Hannah Arendt oldu. Arendt’e göre otoriter rejimin ölçütü uyguladığı şiddetin dozundan ziyade, toplumsal katmanları görmezden gelen bir yekpareleştirme sürecine sokmasıydı ki, işçi ve işveren örgülerinin aralarındaki çelişkiler kadar mesela devletle de olan uzlaşmazlıklarını yok sayıp birlikte otomobil markası inşaya girişmeleri bu aynı kapta kavrulmanın tipik örneğidir. Tek devlet, tek parti-tek millet bu projenin zirve idealidir. Ne sınıf, ne cemaat, meslek, aidiyet, ne dernek, ne sendika, baro, oda görmek ister bu zihniyet. Kulüp takımları yerine milli takım türünden bir tekleşme… Arendt’in tanımına uyan iki toplum olmuş: Nazi Almanyası ve Stalin ertesi Sovyetler. Faşizmin isim babası Mussolini bile İtalya’yı onlar kadar tekleştirememiş.  

 

  

Sovyet bürokrasisini nazilerle aynı kaba koymak haksızlık değil mi? Tabii ki öyle. Birinin dünyadaki varlık nedeni diğerinin içine savrulduğu durum olmuş. Ama zaten Arendt de kötülüğün kaynağını otoriter iktidarın memurunun genetik yapısında, hatta iradesinde değil, vazife diye önüne konulanı aklını,vicdanını kullanmadan yerine getirmesinde bulup; sapma değil vakayı adiyeden olduğu yerde bulup “kötülüğün sıradanlığı” tespitinde bulunuyor…

Revizyonizm Stalin liderliğinde devlet iktidarını ele geçirdiği Sovyetlerde değil, çok daha önce Avrupa’da yeşermişti. Frankfurt imar müdürü Ernst May ve çevresi Fordizmi inşaat sektörüne uygulamanın adını neue Sachlichkeit [yeni nesnelcilik] koyup Sovyetlere ihraç ederken  Alexander Klein konut sektörünü Existenzminimum (asgari varoluş) normlarında buluşmaya çağırıyordu. Zaten Reichsforschungsgesellschaft [devlet araştırma kurumu]’nun nazi yönetimindeki başlıca standart belirleme alanı da konut olmuştu.  

 

 

Sonuç Kieslowski’nin Dekalog adı altında topladığı kısa filmlerinde tasvir ettiği kasvetli toplu konut çevreleri oldu.  

 

 

SON-Beetle: Fordizmin ve faşizmin hakikati olur mu?                 

 

Beetle ile tarihi canlandırma çabasına gelince: Alman arkadaşlarımın tahammül edemedikleri şey o kabuk formunu meydana getiren özelliklerle ilgisi kalmayınca, geriye içi boşalmış bir taklit kalması. Şirinlik faşizmle karşı kefelere konur mu? Konursa tercih edilmez mi? O da tasarlayanlarla redçilerinin bileceği iş. Söylediğim gibi ben tercihimi Tiguan’dan yana kullandım.

 

 

   

 

- Advertisment -