Navigatör

 

 

 

İstanbul’da sessiz bir devrim oldu. Uluorta kullanmadığım terimi çekinmeden kullandım, çünkü hiç beklemediğim bir neticeydi. İlhan Tekeli’nin “azman” diye nitelediği şekilde büyümüş bir Metropol. Öyle ya, yapılı, gücü kuvveti yerinde bir basketbol oyuncusu delikanlıya azman denmez; bu şekilsizleşerek büyümenin adıdır ki, caddesi, sokağı, sınırı, izi belirsiz, mahalle ve yerleşmelerin toplamına dönüşmüş bu kentin günün birinde navigatör denen elektronik/dijital yön-tayin ediciyi mümkün kılacak bir sisteme kavuşacağını hiç birimiz hayal bile edemezdik. Belediye ve trafikten emeği geçip mucizeyi gerçekleştirenlerin ellerine/zihinlerine sağlık. Arabanın ön panelindeki ekrana ya da cep telefonuna gidilecek adres giriliyor. Ekrandaki ikon arabayla birlikte hareket ederken devamını da göstererek, gidilecek yönü işaret ediyor. Bir yandan da mekanik bir kadın sesi, “50m sonra sağa, x caddesine sapın; sonra, çatalın solunda kalarak devam edin…” gibi komutlar veriyor. Bir de cepten “konum atma” diye sık kullanılan bir teknik var. Adrese gerek yok sokakta bile olabilen kişi arabadaki bir cebe konum atınca aynı ses yine konumun atıldığı koordinata götürüyor arabayı. Mimarlıktan, kentleşmeden, okumadan, yazmadan, edebiyattan, felsefeden geçtim, günümüzün maddi medeniyetine erişme duygusu bu olmalı. Ömrümüz “bizde o yok bu yok!”u dinlemekle geçti ama pekala da olunca oluyor işte.

 

90’ların başını DAAD bursuyla Aachen’da geçirmiştim. Çalışma konularım çeşitli şehirlerin kitaptan bildiğim mahalle ve yerleşmelerini çalışıp gözlemek olduğundan artık kimsenin rağbet etmediği 20 yıllık bir VW kaplumbağa almış, Aachen’i üs edinerek kıtanın dört bir yanını geziyor, kürsüden arkadaşların, hedefimdeki yerlerin geçmişini-bugününü bilenlerle, kestikleri ofis/ev/kahve randevu adreslerini o cepsiz, navigatörsüz, internetsiz dünyada birbirine ilişen şehirlerarası karayolu ve şehir içi haritaları yardımıyla elimle koymuş gibi buluyordum. Evimin önündeki arabaya binip ilk kez gideceğim bir şehirdeki tanışmadığım birini buluyordum. Türkiye’nin gün gelip şehir ve şehirlerarası haritacılık sistemiyle böylesine örülüp kuşatılabileceği aklımdan bile geçmiyordu. Aachen’in Kuzey Avrupa’nın stratejik bir noktasındaki konumu beni Almanya’ya hapsetmiyordu, evimin 20-30km ötesindeki bir tabelada “Burası hiçbir ülkeye ait değildir.” yazıyordu. Çünkü tam Belçika-Hollanda-Almanya sınırlarının kesişme noktasıydı. Zaten o noktayı kuşatan Aachen-Liege-Maastricht üçgeni şehirlerinin birbiriyle ilişkisi kendi ülkeleriyle olandan daha sıkı-fıkıydı. İyi akşam yemeği için Liege’e, daha da iyisi için Brüksel’e gidilebiliyordu. AB ile ilişkisiz değildi tabii bu durum ama sadece onun resmiyetiyle sınırlı da değildi, sivil hayat sınırları silip atmıştı.

 

Şahsen deneyimleme fırsatım olmadı ama, Irak ve Suriye sınırlarımızın da savaş öncesi ciddi bir geçirgenliği olduğunu çok dinledim. Tabii ki Avrupa’nın göbeğiyle kıyaslanamayacak refah koşullarında.

 

İnsanın şahsi deneyimi ile tanışık olmadığı yerlerde sınırsızca ve kaybolma riski olmadan bulunabilmesi çok ferahlatıcı bir özgürleşme duygusu.

 

Türkiye gün gelip, şehir ve şehirlerarası haritacılık sistemiyle örülüp kuşatılarak o özgürlük duygusunu bize tattıramadı belki ama, iyi teknokratların elinden-zihninden çıktığı aşikâr navigasyon sistemi, sadece Avrupa’nın orta karar şehirlerinde değil, özenli ve okunaklı grafik tasarımıyla, Londra’nın ünlü “A to Z”sinin verdiği “avuç içi”  duygusunu tattırıyor. İstanbul’un da 50-60’lardan kalma rehberi vardı ancak tıpkı temsil ettiği şehir gibi uçları kapanan bir ağ değil, çıkmaz sokaklı açık uçlu yollu Pazar bilmecesi labirenti benzeri bir kılavuzdu.

 

 

Sadece o da değil, TV’lere yansıyan çevreyolları akış hızı/süresi haritaları cepten de izleniyor.

 

Yayılma sınırını bilmiyorum ama, İstanbul ili ile sınırlıysa;  söz konusu navigasyon sisteminin resmi idari sınırları çoktan anlamsızlaşmış İstanbul-Kocaeli-Bursa üçgeni Doğu Marmara metropolitan alanına da yayılarak Körfez köprüsüyle iyice yoğunlaşıp hızlanacak ilişkileri daha da rasyonalize etmesi beklenir ve de tabii ki, köy-kasaba dinlemeden Türkiye’nin tamamına yayılması.

 

Osman Gazi Körfez köprüsü

- Advertisment -